Şirk kelime anlamı itibariyle, kâinatın tek yaratıcısı, hâkimi ve idare edicisi olan Allah’a çeşitli şerikleri ortak koşmak demektir. Halbuki Allah’ın “ortaklara” ihtiyacı yoktur. Çünkü zaten her şey onun mahlukudur. Üstelik onun sonsuz istiklâliyeti ve birliği hiçbir ortağı ya da denkliği kabul etmez.
“Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ı tesbih eder. Onun kudreti her şeye gâliptir ve hikmeti her şeyi kuşatır.” (Hadîd Sûresi: 1.)
Elbette şirkin de çeşitleri vardır. Şirkin hangi çeşidi irtikab edilirse edilsin, her halükarda yapılan şirk fiili, kâinattaki bütün mahlukların hukukuna azim bir tecavüzdür, büyük bir zulümdür:
“Ve bir zaman Lokmân oğluna, kendisi ona nasîhat ederken şöyle demişti: 'Ey oğulcuğum! Allah’a şirk koşma! Muhakkak ki şirk, gerçekten (pek) büyük bir zulümdür!'” (Lokman 13)
Kur’ân-ı Kerim’in pek çok ayetinde olduğu gibi Nisa suresi 169. ayette Rabbimiz müşriklerin ebedi olarak cehennemde kalacaklarını şöyle buyurur:
“Orada ebedî olarak kalacaklardır."
Bediüzzaman, müşrikler için Kur’ân-ı Kerim’de vaad edilen ebedi cehennem cezasını adil bulmayanlara ise şöyle cevap verir:
“Katl ve küfür, tahrip ve tecavüz olduğu için, gayre tesirat yapar. Bir dakikada katl, lâakal, zâhirî âdete göre, on beş sene maktulün hayatını selb eder, onun yerine hapse girer. Bir dakika küfür, bin bir esmâ-i İlâhîyi inkâr ve nukuşlarını tezyif ve kâinatın hukukuna tecavüz ve kemâlâtını inkâr ve hadsiz delâil-i vahdâniyeti tekzip ve şehadetlerini reddetmek olduğundan, kâfiri, bin seneden ziyade esfel-i sâfilîne atar, (Halidine)de hapseder.”
Bediüzzaman, İhlas suresinin bütün bu şirk çeşitlerine mucizevi bir cevap olduğunu örneklerle açıklar:
(De ki, O) ıtlak ile tayini; tevhid-i şuhuda işarettir: “Yani hakikat nazarında her şeyde görülen yalnız O’dur.”
(Allah tektir) tevhid-i ulûhiyete tasrihtir: “Yani kendisine ibadet edilen ancak Odur.”
(O hiç kimseye muhtaç olmayan, kendisine muhtaç olunandır) tevhid-i rububiyete remizdir: “Yani, Ondan başka Hâlik ve Rab yoktur.”
Ve tevhid-i ceberûta telvihtir: “Kâinatı ve içindeki varlıkları ayakta tutan ve hiçbir şeye ihtiyacı olmayan ancak O’dur.”
(Doğurmamıştır) tevhid-i celâle telmihtir. Şirkin envaını reddeder. Yani tagayyür (başkalaşma) veya tecezzi (parçalanma) veya tenasül eden, ilâh olamaz. Ukûl-u aşere (On akıl) veya melaike veya İsa veya Üzeyr’in velediyetini dava eden şirkleri reddeder.
(Herhangi bir varlıktan doğmamıştır) isbat-ı ezeliyet ile tevhiddir. esbabperest, nücumperest, sanemperest, tabiatperestin şirkini reddeder. Yani hâdis (yapılan) veya bir asıldan münfasıl (ayrılmış) veya bir maddeden mütevellid (doğmuş), ilâh olamaz.” (Şuâat)
Görüldüğü gibi şirkin pek çok çeşidi vardır. Ancak genel itibariyle Allah’a şirk koşanlar, Allah’ın uluhiyetinde, icraatında ve yaratmasında şerikleri ya da denkleri olduğunu iddia etmişlerdir. Mesela putları, kendi nefsini ya da herhangi bir mahluku Allah’tan başka “ilah” olarak kabul etmişlerdir.
Şirk çeşitlerinin hepsinde Allah ilah olarak kabul edilmez. Şirk-i istiklâli olarak anılan şirk çeşidinde güneş, ay, yıldızlar, Şeytan, Zeus vb. ilahlar Allah’tan bağımsız ilahlar olarak kabul edilmişlerdir. Sümerler, Antik Yunan toplulukları, Mecusiler gibi pek çok topluluğun inancı bu şekildedir.
Allah’ın icraatının nazır birer memurları olan melekleri, Peygamberleri ya da yer çekimi kanunu gibi kanunları, onun fiillerinin ortakları olarak kabul etmek de şirktir. O varlıklar ya da olaylar, Allah’ın kendi fiillerini perdelemek için var ettiği zahirdeki sebeplerdir. Gerçekte bütün fiilleri yaratan, idare eden sadece Allah’tır.
“(Müşriklere) de ki: Allah'tan başka ilah saydığınız şeyleri çağırın! Onlar ne göklerde ne de yerde zerre ağırlığınca bir şeye sahiptirler. Onların buralarda hiçbir ortaklığı yoktur, Allah'ın onlardan bir yardımcısı da yoktu.” (Sebe 22)
Bediüzzaman bir hadis-i şerifte geçen “Lâ şerike lehu” ifadesini açıklarken şu açıklamaları yapar:
“Ezel-Ebed Sultanı olan Cenâb-ı Hak, saltanatında şeriki olmadığı gibi, icraat-ı rububiyetinde dahi muinlere, şeriklere muhtaç değildir. Emir ve iradesi, havl ve kuvveti olmazsa, hiçbir şey hiçbir şeye müdahâle edemez. Doğrudan doğruya herkes Ona müracaat edebilir. Şeriki ve muini (yardımcısı) olmadığından, o müracaatçı adama "Yasaktır, Onun huzuruna giremezsin" denilmez.” (Asa-yı Musa)
Bu dünyadaki işlerimiz için elbette sebeplere müracaat etmek zorundayız. Mesela hastalandığımızda doktora gitmek, evin tapusunu almak için tapu dairesine başvurmak, bir sorunu halletmek için polise müracaat etmek, dersten iyi not alabilmek için öğretmeni iyice dinlemek gerekir.
Bir spor dalında kurs gören öğrenci elbette “hocasının” talimatlarını dinleyecektir. Teknolojik bir aleti geliştiren bir insan da şirk işlemiş olmaz. Bozulan bir makineyi tamirciye götürüp ondan yardım almak da şirk değildir.
Şirk cinayetinin gerçekleşmesi için Kur’ân-ı Kerim’de sıkça zikredilen “min dûnillah” kavramı kilit bir kavramdır. “Min dûnillah” kavramı, Allah’ın “uluhiyet”inin dûnunda, yani aşağısında kalan bütün “mahlukatı” kapsayan bir kavramdır. Kelime anlamları içinde “Allah’ın yakınından” anlamı varsa da mutlak anlam bu değildir. Allah’ın aşağısında olan her şey ise, O’ndan başkası olanlardır yani “mahlukattır”
“Dûn” kelimesi için Kur’ân-ı Kerim’de çoğunlukla kullanılan anlam “aşağı” ve dolayısıyla “başka” şeklindedir. Mesela aşağıdaki ayetteki “aşağıda” anlamı “Dûn” kelimesiyle verilmiştir:
“Onları (yahudileri) bölüp parçalara (gruplara) ayırdık. Onlardan iyi kimseler vardır, yine onlardan bundan aşağıda (Dûne) olanları da vardır. (Kötülüklerinden) belki dönerler diye onları iyilik ve kötülüklerle imtihan ettik” (Araf 168)
Cin Suresi 11, Bakara Suresi 94, Âl-i İmran suresi 28, Nisa suresi 48, Nisa Suresi 116, Nisa suresi 119, Nisa suresi 139, En’am suresi 56, Araf suresi 30, Araf 81, Tevbe 16, Tevbe 116, Yunus suresi 66, Enbiya suresi 82, Mü’minun 63, Neml 24, Neml 55, Ankebut 17, Secde 21, Ahzab suresi 50. ayetlerde olduğu gibi pek çok ayette “dûn” kelimesi açıkça “başka, dışında, aşağıda” anlamlarında kullanılmıştır.
“Min dûnillah” kavramına göre Allah’tan başka kim ya da ne; nasıl ya da ne kadar olursa olsun, onu ilah edinmek, ondan yardım istemek şirktir.
“Yoksa "onu kendi uydurdu" mu diyorlar? O halde sen de onlara de ki: "Haydi siz de onun gibi uydurulmuş on sûre getirin. Allah'dan başka çağırabileceğiniz kim varsa onları da yardıma çağırın. Eğer doğru söylüyorsanız" (bunu yaparsınız).” (Hud 13)
Rabbimiz Kasas suresi 88. ayette “min dûnillah” kavramının ifade ettiği anlamı “ Allah ile beraber başka bir ilaha yalvarma” ifadesiyle ortaya koyar:
“Hem Allah ile berâber başka bir ilâha yalvarma! O’ndan başka ilâh yoktur. O’nun Zât’ından başka herşey, helâk olucudur. Hüküm O’nundur ve ancak O’na döndürüleceksiniz.”
Demek ki “min dûnillah” kavramı, Allah’ın varlığını kabul edip de başka ilahlar edinenleri de kapsar. O ilah edinilen varlıkta muhayyel bir “dualara cevap verme” kudreti de tahayyül etmek şarttır. Yani o varlığa yalvaran, onun Allah’tan bağımsız olarak o istediği fiili gerçekleştireceğine inanır. Kendi ilmiyle, kendi gücüyle ona yardım edecektir.
Peki o halde, her neyden yardım alırsak alalım “şirk” işlemiş mi oluyoruz? Mesela annemizden, babamızdan, arabadan, doktordan, bilgisayardan, arkadaşımızdan, tamirciden, çeşmeden, google’dan, kitaptan, öğretmenden yardım almak şirk midir?
Evinde “yangın” çıkmış ve dumandan zehirlenmek üzere olan bir insanın pencereye çıkıp “İmdat!” ya da “Yardım edin!” diye bağırması, insanlardan ısrarla yardım talep etmesi şirk midir? Şiddet gören ya da sıkıntıya düşmüş bir insanın devletten yardım istemesi şirk midir?
Eşimizi, çocuklarımızı, öğretmenimizi ya da bir hak dostunu sevmek şirk midir? Alışveriş için parayı kullanmak, para kazanmak için uygun bir işte çalışmak şirk midir? Kur’ân-ı Kerim “min dûnillah” kavramıyla bütün bu sorulara cevap vermiştir gerçekte.
Eğer yardım aldığımız yardımcıyı, o yardımın hakiki fâil-i muktediri olarak kabul ediyorsak, işte o zaman bu yardım talebimiz bir şirk olur. Şifayı verenin gerçekte Allah olduğunu hiç düşünmeden ya da inkar ederek, “min dûnillah” yani Allah’tan başka bir nesnenin mesela “ilacın” şifa verme fiilinin fâili olarak görüyorsak şirk işlemiş oluruz.
Bir çiçeğin, böceğin ya da bir bebeğin Allah’tan başka sebepler tarafından mesela tabiat, evrim ve tesadüfler tarafından oluşturulduğunu düşünüyorsak, şirk işlemiş oluruz. Çünkü Allah’ın yaratmasında hiç bir ortağa ihtiyacı yoktur:
De ki: Allah'tan başka taptığınız, ortaklarınızı gördünüz mü? Gösterin bana! Onlar yerdeki hangi şeyi yarattılar! Yoksa onların göklerde mi bir ortaklıkları var! Yahut biz onlara, (bu hususta) bir kitap mı verdik de onlar, o kitaptaki bir delile dayanıyorlar? Hayır! O zalimler birbirlerine, aldatmadan başka bir şey vadetmiyorlar. (Fâtır 40)
Allah’ın verdiği rızkı, parayı, malı, mülkü kendimiz gerçekten elde etmişiz gibi sahiplenmemiz de bir çeşit şirktir.
“Dünyâ hayâtında onların (insanların) maîşetlerini aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için de kimini (n maîşetini) derecelerle ötekine üstün (fazla) kıldık. (Ancak) Rabbinin rahmeti, onların biriktirdiklerinden (maîşetlerinden) daha hayırlıdır.” (Zuhruf, 32)
“Kârûn: O (servet), bana ancak kendimdeki bilgi sâyesinde verildi.» dedi. Bilmiyor muydu ki, Allâh kendinden önceki nesillerden, ondan daha güçlü, ondan daha çok taraftarı olan kimseleri helâk etmişti! Günahkârlardan günahları sorulmaz (Allâh onların hepsini bilir).” (Kasas 78)
Demek ki kendisine tapılan “min dûnillah” kavramı içinde para da, mal da, mülk de kısacası her şey var. Yani Allah’ın azametinin aşağısında olan her mahluk... Belki de bu yüzden Rabbimiz Felak suresinde “yarattıklarının şerrinden” yine kendisine sığınmamızı istiyor.
Bu kainatta yaratılan herşey sebepler tahtında yaratıldığına göre, elbette bu sebepler dairesinin şartlarına uyum sağlayacak ve sebeplere müracaat edeceğiz. Mesela para kazanacağız, yardım istenilmesi gereken yerden yardım isteyeceğiz, sağlığımız için ilaçlar kullanacağız, internet nimetinden faydalanacağız, bir öğretmenden, bir kitaptan dersler alacağız vb.
Bütün sebeplerin “müsebbibül esbâb” olan Allah tarafından halk edildiğini bilecek ve yardımını aldığımız “min dûnillah” (Allah’tan başka) bir alan bırakmayacağız.
Bu niyetle doktordan, arkadaştan, annemizden yardım aldığımız gibi Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de “diri” olarak nitelediği kullardan, yani tasarrufu devam eden velilerden de yardım alabiliriz elbette.
“İsa onların inkarlarını sezince, "Allah yolunda yardımcılarım kim?" dedi. Havariler, "Biziz Allah yolunun yardımcıları. Allah'a iman ettik. Şahit ol, biz müslümanlarız" dediler. “ (Âl-i İmran 52)
Hz. İsa’nın havarilerden, Muhacir’in Ensar’dan, Hz. Süleyman’ın cinlerden, Peygamberimizin meleklerden, Hz. Musa’nın “Hızır”dan yardım alması gibi, daha önce varlıklarını ayetlerle ortaya koyduğumuz tasarrufa izin verilmiş Ruhânilerden, hiçbir yardımcıya ihtiyaç duymayan Allah’ın izni ve kudreti olmadıkça bir atomun bile kımıldamayacağını düşünerek yardım alabiliriz.
Kendisinden yardım isteyeceğimiz hangi mahluk olursa olsun, onu Allah’ın ilahlığında, icraatında, yaratmasında şeriki, yardımcısı, aracısı olarak asla kabul edemeyiz. Hatta kendi fiillerimizi bile belki cüzi irademizle seçeriz, meylimizle o fiillere yöneliriz ve bu seçimden dolayı da “sorumlu” oluruz ama seçtiğimiz o fiillerin yaratanı bizler değiliz, Allah’tır:
“Sakın hiçbir şey için, Allah’ın dilemesine bağlamadıkça (inşâallah demedikçe): 'Ben bunu yarın kesinlikle yapacak olanım' deme!”(Kehf 24)
“İşte onları öldürmediniz, velâkin onları Allah öldürdü! Attığın zaman da (sen) atmadın, fakat Allah attı!” (Enfal 17)
“Bildiğiniz şeylerle size yardım edenden sakının!” (Şuarâ 132) (OD)