Tevbe, Arapça bir kelime olup dönmek, geri dönmek, rucu' etmek, pişman olmak, günahı terk etmek ve Allah'a yönelmek anlamlarına gelir. Tevbe en güzel şekilde günahı terk etmektir; tevbe özür dilemenin en güzel şeklidir. Tevbe, kötü fiillerden iyi fiillere dönmek olarak da tarif edilmiştir. Din dilinde tevbe, "günahı çirkin görerek terk etmek, günahtan pişman olmak, terk ettiği şeye dönmemek üzere azmetmek ve mümkünse yaptığı hatayı iade ederek telafi etmek"tir. İşte bu dört husus tevbenin şartlarıdır.
Kur'ân'ın ifadesine göre insan yaratılışı gereği hata ve günah işlemeye meyillidir. İnsanın bu tabiatı, Allah ile aralarındaki ilişkinin bozulmasına sebep olabilir. Zira Kur'ân'ın ifade ettiğine göre insan zayıf yaratılmış (Nisa, 28), zâlim ve nankör (İbrâhîm 34), aceleci (İsrâ, 11), cimri (İsrâ, 100), câhil (Ahzâb, 72), huysuz (Meâric, 19) ve azgın (Alak, 6) bir varlıktır.
Tevbenin vâcip olduğu söylenir; çünkü Allah, "Ey mü'minler! Hepiniz topluca Allah'a tevbe edin!" (Nûr, 31) buyurmuştur. Tevbe etmeyi emreden pek çok âyet vardır. Bir âyette tevbenin gönülden olması istenmektedir: "Ey mü'minler! Gönülden (nasûh) tevbe ederek Allah'a yönelin!" (Tahrîm, 8) Nasûh/gönülden tevbeden maksat, amelde gizli veya açık günah eseri bulunmamasıdır. Böyle bir tevbenin, sahibini hem dünyada hem de âhirette kurtuluşa erdiren tevbe olduğu söylenmiştir. İbn Abbâs'tan rivâyet edildiğine göre nasûh tevbe, kalben pişman olmak, dille istiğfârda bulunmak, beden ile vazgeçmek ve dönmemek üzere azmetmektir.
Tevbe eden kimse Allah'a yönelen kimse demektir. Kâfirin tevbesi küfründen vazgeçerek, mü'minin tevbesi ise günahlarından vazgeçerek Allah'a yönelmesidir. Kul tevbe eden (tâib), Allah ise et-Tevvâb'dır. Kur'ân'da on bir yerde Allah Teâlâ'ya nisbet edilen et-Tevvâb ismi, "günah işlemeyi bırakarak tevbe edenlerin tevbesini en iyi şekilde kabul eden ve tevbede muvaffak kılan" anlamına gelir. Ancak kulun Allah'a tevbe etmesi için mutlaka günah işlemiş olması gerekmez. Kul, devamlı olarak Allah'a yöneliş içinde olmalıdır.
Allah'ın bir emri olarak tevbe bir ibâdet biçimi olmakla beraber, insanın daima Allah ile birlikte olma şuurunu açık tutar. Zira tevbe kelimesinin geçtiği bir âyette (Hûd, 61), bu yakınlık açık bir şekilde ifade edilir. Allah ile yakınlık şuuru içinde bulunan bir insanın hem Allah'a hem de insanlara karşı kötülük etmesi imkânsız hâle gelir. Bu bakımdan tevbenin, ahlâka katkısı göz ardı edilemez.
İstiğfâr ise, "söz ve fiille af talep etmek" demektir. Kur'ân-ı Kerim'de Allah'tan istiğfâr (bağışlanma) dilenmesi emredilmektedir: "Rabbinizden bağışlanma dileyin. Doğrusu O, çok bağışlayandır." (Nûh, 10); "Sabret! Allah'ın verdiği söz şüphesiz gerçektir. Suçunun bağışlanmasını dile! Rabb'ini akşam, sabah överek tesbih et!" (Mümin, 55); "Ey imân edenler! Allah'a yürekten tevbe edin. Umulur ki Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter, Allah'ın, peygambere ve onunla beraber iman edenleri utandırmayacağı günde, sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere sokar. (O gün) onların nuru, önlerinden ve sağ yanlarından koşar. Derler ki: Rabb'imiz nurumuzu tamamla, bizi bağışla. Doğrusu, senin her şeye gücün yeter!" (Tahrîm, 8)
Son âyette, istiğfâr edilmesi emri tevbe emrinden sonra zikredilmiştir. İstiğfâr, bir nevi tevbenin tamamlayıcı unsuru kılınmıştır. Bu yüzden bu iki kelime genelde birlikte kullanılır.
Yeni Şafak