Ali İhsan Er'in yazısı
Kur'an-ı Kerim bizim hayat rehberimizdir. Her mümin, kendi hayatı içerisinde Kur'an'ı anlamaya yönelik yollar ve çareler aramalı, bu yol ve çareleri mutlaka bulup, Kur'an'ın aydınlık ikliminden azamî istifadeye gayret etmelidir.
Kur'an'ı oku, dinle, anla ve yaşa
Kur'an'ı dinlemek de okumak gibi bir ibadettir ve en hayırlı meşguliyetlerden birisidir. Onu okumanın ve dinlemenin en etkili biçimi ise, okunulan ve dinlenilen ayet ve sûrelerin manalarını anlamaktır. Bu işin zirvesi de Allah'ın kelamını hayata tatbik etmek, yani onu yaşamaktır.
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) de Allah Kelamı'nı tabii ki okur ve dinlerdi. Bir defasında Hûd sûresini okumuş, manası üzerinde yoğunlaşmış ve kim bilir neler neler hissetmişti. Sonra da bu halet-i ruhiye ile arkadaşlarının yanına gelmişti. Onu en iyi bilen zat olan Hz. Ebubekir, Efendimizin nurlar saçan simasına bakmış, o mübarek yüzdeki farklılık ve derinliği görmüş ve "İhtiyarlamışsınız Ya Rasûlallah" demişti. Allah Rasûlü, "Beni, Hûd ve Vakıa sûreleri ihtiyarlattı" diyerek mukabelede bulunmuştu. (Tirmizi, Tefsiru Sureti'l-Vâkıa, 6)
Zira Hûd sûresinde Rabbimiz O'na "Emrolunduğun gibi dosdoğru ol" (Hud, 11/112) diyordu. Bunun manası "dişini sık dayan ve istikametini devam ettir" demekti. Peygamberimiz bu manayı almış, kim bilir daha hangi seziş ve anlayışlarla ayeti yudumlamıştı. Aklı ve kalbiyle özümsediği ayetin yaptığı tesir, Efendimiz'in manevî buudundan, maddî yanına da taşmış ve bu hali O'nun mübarek simasına aksetmişti. Hz. Ebu Bekir'in gördüğü farklılık, işte bu yansımadan başka bir şey değildi.
BANA KUR'AN OKUR MUSUN?
Efendimiz bir defasında da, arkadaşlarından Abdullah b. Mesud'a "Bana Kur'an oku" buyurdu. Hz. Abdullah, "Ya Rasûlallah! Kur'an sana inmişken, Onu sana ben mi okuyacağım" dedi. Peygamberimiz, "Onu başkasından dinlemeyi de severim" buyurdu. Hz. Abdullah diyor ki, "O'na Nisâ Sûresi'ni okudum. "Ey Resûlüm! Her ümmetten haklarında tanıklık edecek bir şahit celb ettiğimizde ve seni de bütün onlara (ümmetine) şahit olarak getirdiğimizde, bakalım onların hali nice olacak?" (Nisa, 4/41) ayetine gelince "Bu kadar yeter" buyurdu. Baktım, gözleri yaşlar içerisindeydi." (Buhari, Fedailü'l- Kur'an, 33)
Bu örnekleri, Kur'an'ı sadece okumak veya dinlemek değil, onu anlamanın da ne kadar ehemmiyetli olduğunu anlatabilmek için verdik.
Evet, işin doğrusu her mümin, kendi hayatı içerisinde Kur'an'ı anlamaya yönelik yollar ve çareler aramalı, bu yol ve çareleri mutlaka bulup, Kur'an'ın aydınlık ikliminden azamî istifadeye gayret etmelidir.
Arapça dilini bilmemenin geçerli bir mazeret olmayacağını burada hemen ifade edelim. Hemen her dile çevrilen Kur'an mealleri varken, böyle bir özrü kabul etmek mümkün değildir. Tavsiye edilen bir meali temin etmek ise su içmek kadar kolaydır. Bilen birilerini bulup Kur'an dersleri almak, vakit ve şartlar müsaitse Arapça'nın hiç olmazsa okuma ve gramer kısımları üzerinde çalışmak gibi daha farklı metotlar da kullanılarak Allah Kelamı'nı anlama adına mesafe kat edilebilir.
KUR'AN'I ANLAMIYLA BİRLİKTE OKUYUN
Vicdanının sesini dinleyen her mümin, bu konuda her hangi bir mazeretinin olmadığını itiraf edecektir. Gün içinde yapacağımız küçük küçük tasarruflarla, Kur'an'a günlük hayatımızda yer verebilir, Kur'an'ı okumakla birlikte, okunan yerlerin bir de mealini mütalaa edebilir ve bu konudaki ciddiyetimizle doğru orantılı olarak çok değişik duyuş ve sezişlere mazhar olabiliriz.
Kur'an okurken veya dinlerken, manası anlaşıldığında onun vicdanlarımıza yapacağı tesirin çok daha farklı olacağında şüphe yoktur. Gayretli Müslümanlar, işte bu farkı elde edebilen talihli insanlardır. Unutmayalım, Kur'an'dan en çok istifade edenler, Arapça'yı en iyi bilenler değil, Allah'tan daha çok korkanlardır.
Konuyu, Kur'an okumayla alakalı şu güzel anekdotla bitirelim: Bir gün Efendimiz, Kur'an'ı en güzel okuyan arkadaşlarından birisi olan Hz. Übeyy b. Ka'b'ı çağırmış ve ona "Allah Teâlâ, senin "Lem yekünillezîne" sûresini okumanı söylememi bana emretti" buyurmuştu. Hz. Übeyy "Ya Rasûlallah! Allah Teâlâ sana bunu emrederken benim adımı da andı mı? Übeyy dedi mi?" diye sormuş, Efendimiz "Evet" deyince Hz. Übeyy gözyaşlarına boğulmuştu. (Buhari, Menakıbu'l- Ensar, 16)
Bugün