Ruh meselesi Kur’ân’da İsra suresinin 85. ayetinde geçmektedir.
وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الرُّوحِ ۖ قُلِ الرُّوحُ مِنْ أَمْرِ رَبِّي وَمَا أُوتِيتُم مِّنَ الْعِلْمِ إِلَّا قَلِيلًا
Bu ayette Resulullah (s.a.v.) e ruh hakkında soru sorulduğu, bunun cevabında da ruh hakkında kendisine fazla bilgi verilmediğini, dolayısıyla fazla detaya giremeyeceğini ifade etmişlerdir. Bu mana ayetteki أَمْرِ kelimesine “şey/iş” manası yüklenince ortaya çıkmaktadır ki çoğu müfessirler bu manayı tercih etmişlerdir.[1] Ancak أَمْرِ kelimesine ‘emir’ manası yüklenince veya birazdan vereceğimiz ‘emir’ kelimesinin ıstılahî manası yüklenince ruhun “Âlem-i emir”den geldiğini ve bu alan üzerinde insanların bilgi ve malumatlarının sınırlı olduğu ifade edilmiş olacaktır.
أَمْرِ kelimesine her iki mana da verildiği takdirde ters bir mana çıkmıyorsa her iki mana da maksud olabilir. Yani belağat ve nahiv kaidelerine ters düşmedikçe birden fazla mananın istihracı mümkün olabildiği gibi bu manaların tümünün ayetten murad veya ayetin masadakları olmaları mümkündür. Bu Kur’ân’daki kelime veya cümlelerin yapısının camiiyyetinden kaynaklanmaktadır.
Şayet ikinci manayı esas alacak olursak -ki 29. Söz’de de bu mana esas alınmıştır.- metinde mahlukat ve mevcudat arasında bir taksimin yapıldığını anlamak mümkündür. Başka bir ifadeyle, mevcudatın sadece şehadet alemiyle /alem-i halk ile sınırlı olmadığı ifade edilmiş oluyor. Dolayısıyla mevcudat
1. Âlem-i emir
2. Âlem-i halk diye ikiye ayrılmaktadır.
Bu hakikat A’râf suresindeki 54. ayette güzel bir şekilde izah edilmektedir;
أَلا لَهُ الْخَلْقُ وَالأمْرُ
‘İyi biliniz ki yaratma ve emir O’nundur.’’[2]
Râzî’nin bu âyet hakkındaki tefsiri aynen şu şekildedir;
‘Bu âyet Allah’ın dışındaki herşeyin ya âlem-i halk’tan veya âlem-i emir’den olduğuna işaret eder. Âlem-i Halk’tan olanlar şu hususiyetlere sahiptirler; Halk âlemi, takdirden ibarettir, her cisim olan ve cismani olan şeyler muayyen bir miktarla mahsus kılındığından dolayı âlem-i halktan sayılıyor. Hacim ve miktar/kütle özelliklerini taşımayan her şey âlem-i ervâh ve âlem-i emirdendir. Bu da şuna delâlet ediyor ki Cenâb-ı Allah, âlem-i halk’tan olan bütün gezegen, yörünge ve galaksiler için birer melek tahsis etmiştir. Melekler hadîslerin de mutabakatıyla âlem-i emirdendirler. Rivâyet edilen haberlere göre, Allah’ın emrindeki melekler güneş ve ayı doğuş ve batış anında hareket ettirirler. [3]
Birinci âlem hislerimizle kavrayamadığımız alemdir. Bu âlemde yaratılış ‘kün’ emrine bakar. Yani tedriciyet yoktur. İbn-i Aşûr’un ifadesiyle ruhun yaratılışı normalinde alışık olduğumuz, sebepler dairesinde yaratılan mahlukattan farklı bir yaratılış sürecine sahiptir.[4] İnsan ruhu ve şeriat-ı kevniyenin emirleri ve kanunları bu âlemdendirler.
Âlem-i halk ise bize meşhud olan âlemdir. Burada eşya tederrüc esasına tabi olur. Örneğin bir ağaç tohumluk aşamasından meyve verme aşamasına kadar birçok aşamalardan geçer veya zaman ipine[5] takılır.
Bu taksimatı şunun için bilmek önemlidir; 1. Mevcudat gördüğümüz alanla sınırlı değildir. 2. Her iki alemin hareket kabiliyetleri farklı farklı cereyan eder. Zaman ipine takılan meşhud alemin hareket kapasitesi ile zaman ipine takılmayan âlem-i emr’in hareket kabiliyetleri farklıdır. Hazreti Mevlana’nın
عالم خلقست با سوى وجهات
بى جهت دان عالم امر و صفات
"Taraf ve cihet, halk âlemindedir. Emir ve sıfat âlemini cihetsiz bil."[6] sözüde bu hakikatın farklı bir şekilde dile getirilmesinden ibaretttir.
Modern bilim ve ruh veya şuur
Modern bilim şimdiye kadar ruh meselesini elinde mevcut olan metod ve prensipler dahilinde bir yere oturtabilmiş değildir. Çünkü ruh meşhud olan alanda değildir. Ancak 20. yüzyılda Heisenberg, Max Plank ve Albert Einstein ile birlikte kuantum fiziği ortaya çıkınca meşhud olmayan alanı da insanların tahlil edebildiklerini görmekteyiz. Yani kuantum fiziği ile ğaybi hakikatleri insanlık biraz daha iyi anlama kapasitesine sahip olmuştur. Nitekim kuantum fizikçilerinden sayıları azımsanmıyacak bir kesim, ğaybi hakikatlere iman etmenin klasik fizik kurallarına ters düşse de kuantum fiziğine ters düşmediğini rahatlıkla ifade etmişlerdir.
Ayrıca Hugh Everett gibi modern fizikçiler yaşadığımız dünyanın dışında kainatla içiçe olan dünyaların/paralel dünyaların olduğunu söylemektedirler.[7] Bu teoriyi savunan fizikçilere göre burada ölen bir insan başka bir dünyada yaşamaya devam edecektir.
Sonra kuantum mekanik fiziğinde parçacıklar/elektronlar/atom çekirdekleri hem parçacık hem de dalga özelliğini göstermektedirler.[8] Buna çiftyönlülük manasında parçanın dualizmi adını vermektedirler. Kainatın mülk ve melekut cephesini elektronun hem dalga hem de parça özelliğini göstermesiyle bizzat görmüş oluyorlar.
New Jersey Princeton Üniversitesinde fizikçi Robert Jahn, insan bedeni ile şuuru arasında karşılıklı bilgi alışverişinin olduğunu ifade edip; bilinç ile beden arasında rezonanz frekanslar veya moleküler bağların varlığından sözetmektedir.[9] Hatta Prof Hans Peter Dürr’e göre insan ruhu ile yaşanmayan alem (yani şehadet alemi dışındaki alem) arasında bağlar olduğu gibi bunların biribirlerini etkilemeleri de mümkündür.[10]
Cambridge üniversitesinde Atom fizikçisi ve Moleküler biyoloji uzmanı Jeremy Harward: ‘Şuur/ruh yer zaman, madde ve enerjinin yanında kainatın temel bir unsuru olabilir. Hatta zaman ve mekandan daha rasih bir pozisyona sahiptir. Ruhu tabiattan sürgüne göndermek herhalde bir hataydı.’ demiştir.
Froböse, macar fizikçi Ervin Laszlo’nun ‘Maddeden oluşmayan bir enerji bütün kainat denizini doldurmaktadır.’ tespitinden yola çıkarak maddenin, kainatın temel unsuru olup olmayacağının tartışmalı/şüpheli olduğunu söylemiştir.[11]
Aralarında Einstein gibi önemli bir fizikçinin de bulunduğu dünyanın meşhur fizikçileri, 1927 de Belçika/Brüksel’de yapılan 5. Solvay fizik konferansında, fiziğin ulaştığı hakikatlerden bir tanesini şu şekilde özetlemişlerdir;
‘Atom çekirdeğiyle etrafındaki dolaşan elektronlar arasında uzay boşluğu denebilecek kadar büyük bir boşluk vardır. Bu boşluk atomun hacminin %99.999 unu oluşturmaktadır. Bu hakikat insan vücudunda ve bütün mevcudatta böyledir. Bu boşluk bilgi aktarımı için kullanılmaktadır. Bunda fikirler, hisler, şuur vardır.’
Max Plank ‘Aslında madde denen bir şey yoktur. Ancak canlı olarak yaşayıp görünmeyen ve maddenin asıl kökenini oluşturan ruh vardır. Bu son derece gizemli yaratıcının eseridir ki, ben buna utanıp çekinmeden Allah diyorum.’ demiştir.[12]
Werner Heisenberg’in[13] öğrencilerinden Prof. Peter Hans Dürr ‘Aslında yaygın manadaki madde hiç yoktur. İlişki yapısı, sürekli bir dönüşüm ve canlılık vardır. Bunu hayal etmede zorlanıyoruz. İlk olarak maddi bir temeli olmayan birleştirici bir unsur vardır. Buna hayalet de diyebiliriz. Ani olarak yaşayıp kavrayamadığımız bir şey. Madde ve enerji, ikincil olarak pıhtılaşmış ve donmuş bir ruh olarak ortaya çıkar. Albert Einstein’e göre madde yalnızca inceltilmiş (tenteneli) bir enerji şeklidir. Arkaplanda daha rafine olan bir enerji yoktur. Ancak çok farklı bir canlılık vardır. Biz bunu bilgisayarın programı/yazılımıyla karşılaştırabiliriz.’[14]
Risale-i Nur’da ruh meselesinin tahlili
Risale-i Nur’da ruh meselesi iki kategoride incelemeye tabi tutulmuştur. 1. Ruhun varlığı, 2. Ruhun bekası. Ruhu ispat ettikten sonra onun ahiretle, Allah inancıyla olan bağlantısını ortaya koyamadıktan sonra ruhun varlığını ispat etmek çok büyük bir anlam ifade etmeyecektir. Tıpkı kader meselesini izah ve ispat edip o muhteşem programın dizayn edicisini ortaya koyamadıktan sonra, o iman hakikatının yalnız başına bir şey ifade etmeyeceği gibi. Onun için Risale-i Nur’da dikkatimizi çeken husus, iman rükünleri başta olmak üzere bütün ğaybi hakikatlerin birbirleriyle olan sıkı bağlarının ispatı yapıldığı gibi, bu hakikatlerin Vahdaniyet-i ilahiyeyi nasıl gösterdikleri de izah ve ispat edilir.
Beka-i Ruh ve melaikeye ve haşre dair olan 29. Söz yazılmasaydı modern dönemde bu imani hakikatı anlama konusu bir yana, Nürofizyoloji gibi modern bilim dallarıyla olan mutabakatında sıkıntı çekecektik. Bu risalede Bediüzzaman Hazretleri 20. yüzyıl fizikçilerinin kesin olarak ulaşamadıkları, belki de ileride ulaşacakları hakikatleri önceden izah ve ispat etmiştir.
Bu risalede anahtar kavram, âlem-i emir’dir. Âlem-i halk’ın tersine âlem-i emirdeki hareket sürecini anlamak için şeffafiyet, mukabele, muvazene, intizam, tecerrüd, itaat örnekleri verilerek bu âlemde hüküm süren kudret-i ilahiyenin tasarruf keyfiyetini anlamamız için pencereler açılmıştır. Bir nevi dijital dünyayı andıran bu alemdeki işlerin ‘kün’ emrine mazhar olduktan sonra nasıl da bir anda oluverdiklerini anlayabiliyoruz. Melekler emir âleminde -fizikçilerin ifadesiyle paralel âlemlerde- seyr u seyeran ettikleri için zaman ipine ve tederrüc aşamalarına takılmadan, kendilerine verilen görevleri muazzam bir titizlikle ifa edip, saltanat-ı İlahiyeyi ilan etmiş oluyorlar.
Bediüzzaman Hazretleri ruhun varlığı konusunda, meşşâî/Aristocu ve işrâkî/Eflatuncu bütün felsefeciler ile bütün diyanet erbabı arasında bir icmâın olduğunu belirtmiştir.
Bu risalede hakikat-ı hariciye sayılan âlemi şehadetteki mevcudat üzerinde, vehmi emirlerin hükmedemeyecekleri belirtilmiştir. Yani fizik biliminin, varlık dünyası üzerinde etkili olan prensipleri soyut kavramlara dayandırmasının, ruhu ve ruhaniyatı ve onlarla bağlantılı olarak şuur-u külliyi inkar etme manasına geldiği tespiti yapılarak, materyalist fizikçilerin bu iddiası asılsız bir temel üzerinde kurulan bir hayal durumuna düşürülmüştür.
Yani yerçekimi kanununun, itibari bir emir olan kanunun kendisine yükleyip tesiri ona vermek, yargıtay bünyesinde çalışan bütün savcı ve hakimlerin hiçe sayılarak, tesirin defterlerde yazılı olan kanuna verilmesiyle eşdeğer tutulmuştur.
Kainattaki kanunların dizginleri melekler tarafından tutulduğundan vehmi emirler değildirler. Onların da bir kimlik ve hüviyetleri vardır.[15] Ancak, zihindeki itibari olan kanun veya defterlerde yazılı olan kanunlar vehmidirler, herhangi bir tasarruf ve yetkiye sahip değildirler.
Solvay fizik konferansında kuantum fiziğine sığınarak Allah mefhumunu değersiz kılmaya çalışan Neils Bohr gibi fiziğin babalarına karşı ‘Allah zar atmaz.’ diyerek bir nebze mukabele eden Albert Einstein’in elinde 29. Söz olsaydı, O fizik konferansında kimbilir nasıl bir tepki verirdi veya o toplantı nasıl etkilenirdi?[16]
Bediüzzaman hazretlerinin ‘Ekser enbiyanın şarkta ve Asya'da zuhurları ve ağleb-i hükemanın garpta ve Avrupa'da gelmeleri, kader-i ezeliyenin bir işaretidir ki, Asya'da din hâkimdir, felsefe ikinci derecededir.’[17] tespitine göre İslâm dünyasının alimleri nasıl ki görev ve fonksiyon olarak Ben-i İsrail’in peygamberleri kadar yüksek bir vazife ve fonksiyona sahipseler, batı dünyasının bilimadamları da Roma veya Yunan medeniyetindeki filozofların etki ve fonksiyonuna sahiptirler. Dolayısıyla Bediüzzaman Said Nursi ve diğer İslâm alimleri İslâm dünyası için neyi ifade ediyorlarsa Einstein, Heisenberg ve Max Plank’ta Avrupa kıtası için aynı şeyi ifade etmektedirler.
Netice olarak Bediüzzaman Hazretlerinin 29. Sözü telif ederken, birbirine muhalif gibi gösterilmeye çalışılan din ve fen bilimlerini biribiriyle İslâm dünyasında birleştirmeye gayret ederken, batı dünyasında da Heisenberg, Einstein ve Max Plank gibi kuantum fizikçileri, bilimin din ile ters düşmediğini göstermek manasında önemli bir adım atmışlardır.
هدينا الله واياهم الي صراط مستقيم صراط الذين انعمت عليهم غير المغضوب عليهم ولا الضالين امين
[1] Ebu’s-Suûd Efendi, İrşâdu’l-Ekli’l-Selîm ilâ Mezâyâ‘-Kitâbi’l-Kerîm, c.5, s. 192.
[2] A’raf, 7/54
[3] Fahreddin er-Râzî, Tefsîru’l-Kebîr, c. 21, s. 37.
[4] İbn-i Aşûr, Et-Tehrîru ve’t-Tenvîr, c.15, s. 197.
[5] Said Nursi, Sözler, 29. Söz, 2. Maksad, 3. Esas.
[6] Mevlana Celaleddin-i Rumî, Mesnevî, c.4, s. 294.
[7] Rolf Froböse, Die geheime Physik des Zufalls, s. 92.
[8] A.g.e., s. 85.
[9] A.g.e., s. 106.
[10] A.g.e., s. 9.
[11] A.g.e. s. 106.
[12] Rolf Froböse, Die geheime Physik des Zufalls, s. 111
[13] ‘Bilimin bardağının ilk yudumunda ateizm olsa da bardağın sonunda Allah beklemektedir.’ sözü Heisenberg’e aittir.
[14] im Interview mit Holger Fuß. P.M. Magazin Mai 2007 (Titelgeschichte): Am Anfang war der Quantengeist. https://web.archive.org/web/20140819102139/http://www.pm-magazin.de/a/am-anfang-war-der-quantengeist
[15] Said Nursi, Sözler, 29. Söz, 1. Maksad, 2. Esas.
[16] Niels Bohr’un Albert Einstein’ın ‘Allah zar atmaz.’ sözüne Heisenberg’in 1927 de bulduğu belirsizlik prensibine sığınarak karşı çıkmasını bazıları yanlış anlamaktadır. Heisenberg’in belirsizlik prensibi, Kelâm alimlerinin imkân deliliyle birebir örtüşmektedir. Heisenberg bu prensiple herşeyi sebeplerle açıklayan Newton fiziğini hedef almıştır. Bediüzzaman Hazretleri de, sebep gibi görünen şeylerin hakiki sebepler olmadıklarını sadece iktiran’dan kaynaklanan bir yanılsama olduğunu söylemiştir. Albert Einstein, belirsizlik ilkesini reddetmemiştir. Ancak, bunun tek başına yeterli olmadığı kanaatini taşımıştır. Yani kainatın sadece belirsizlik ilkesinin sonucu olarak rastgele oluşmadığını, arkasında mutlaka bir planın olması gerektiğini savunmuştur.
[17] Said Nursi, Şualar, 14. Şua, Afyon hükümet ve mahkemesine.