Prof. Dr. Davut Aydüz'ün yazısı:
İslâm, insan haklarını koruma mevzuunda ne kadar hassas ve ne kadar evrensel bir çizgi takip etmişse, ekolojik dengeyi koruma mevzuunda da o kadar hassastır.
Çoğu bilim dalında olduğu gibi, çevre koruma alanında da fizikî olarak ortaya konan konuların manevî yönden de değerlendirilmesi gerekir. Konunun mânevî yönü ile ele alınarak incelenmesi, genellikle toplumun o konuda şuurlanmasına ve meselelerin çözümüne yardımcı olmaktadır. Aslında, çevre koruma konusu bu yönden değerlendirildiğinde, meselenin yeni olmadığı, İslâm'ın bu meselelere çok eski zamanlarda sahip çıktığı, dinî sınırlar içerisinde topluma uyulması gereken kurallar koyduğu ve kurallara uymayanları günün şartlarına göre cezalandırdığı görülmektedir. Çevre konusunun bu yönü ile de incelenerek topluma götürülmesi, büyük bir açığın kapatılması bakımından önem taşımaktadır.
Bu makalenin gayesi, her canlıyı yakından ilgilendiren çevre problemleri veya çevre sağlığı gibi önemli bir konuda, İslâm'ın bakış açısını ortaya koymaktır. Hemen kaydedelim ki, "çevre problemleri veya sağlığı" tabirleri her ne kadar son devirlerde müstakil bir mevzu olarak ele alınmış ise de, bunun muhtevasına giren meselelere değişik münasebetlerle âyet ve hadîslerde yer verilmiş ve konuya yeterince dikkat çekilmiştir. Bu tabirin klâsik kitaplarımızda bugünkü şekliyle yer almamış olması, konunun ihmal edildiği, mevzua ehemmiyet verilmediği mânâsına gelmez. Aksine, insanı ilgilendiren her hususa kıymeti nispetinde yer vermiş olan İslâm, bu konuya da yeterince eğilmiş, açıklık getirmiştir. Bizim yapacağımız iş, değişik münasebetlerle zikredilmiş açıklamaları, çevre sağlığı tabirinden bugün anlaşılan müfredata göre tanzim etmek, bir araya getirmek olacaktır.
İslâm'da ekolojinin tarihi
Çevrecilik tarihi açısından bakıldığında, İslâm'daki ekolojik hareketin ortaya çıkışı oldukça eskidir. Buna vesile olan, hiç şüphesiz İslâm dinidir; daha açık bir ifadeyle, Kur'ân-ı Kerîm'in kendisidir. Kur'ân-ı Kerîm'in hem insanların kalblerine şifa olmak, hem onları küfrün karanlığından aydınlığa çıkararak beden ve ruhlarını temizlemek, hem de dünya işlerini düzene sokmak için gönderildiği düşünüldüğünde, insanın mânevî dünyası kadar maddî dünyası ile de ilgilenmesi tabiidir. Her konuda olduğu gibi, çevre konusunda da Kur'ân-ı Kerîm Müslümanlara rehberlik etmiştir. İşte bunun için, İslâm'ın doğuşuyla birlikte, ona inananlar için çevre, üzerinde durulması gereken önemli bir husus olmuştur.
Tabiî olarak, bir Peygamber ve Müslümanların lideri olması dolayısıyla çevre işleriyle fiilen ilgilenen ve sözleriyle bu konuda Müslümanları uyaran ilk kimse, Peygamber Efendimiz'dir (sallallâhu aleyhi ve sellem). Sonra O'nun yerine geçen ilk halifeler, özellikle Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer başta olmak üzere sahabeden ileri gelenler bu konuyla ilgilenmişler; Allah Resûlü'nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu konudaki sünnetlerini yaşatmışlardır. Daha sonraki devirlerde, bu çevre hassasiyetinin, bazı sebeplerle bazı yönleri unutulmuş veya bu hassasiyet sadece bir kısım gruplar tarafından kısmen yaşatılmış ise de bazı yönleriyle devam ede gelmiştir.1
Kur'ân'da ekoloji
Hiçbir mukaddes kitap, Kur'ân-ı Kerîm kadar, insana tabiattan, daha geniş mânâda kâinattan bahsetmez. Kur'ân, insana kâinatın nasıl yaratıldığı, niçin yaratıldığı, ondaki çeşitli varlıkların yapısı hakkında çok çeşitli genel bilgiler verdiği gibi, insanın onunla nasıl bir münasebet içerisinde olması gerektiği hakkında da bilgi vermektedir, ona yol göstermektedir.
1.Ekolojik denge: Kur'ân-ı Kerîm'in kâinatla ilgili olarak ısrarla üzerinde durduğu konulardan birisi de, ekolojik denge meselesidir. Kur'ân, yaratılmış her şeyin bir ölçü, düzen, adalet ve denge içinde yaratıldığını insana sık sık hatırlatmaktadır: "Muhakkak ki Biz her şeyi bir kaderle, bir ölçü ile yarattık." (Kamer, 49), "Hiçbir şey yoktur ki onu meydana getiren hazinelerin anahtarları elimizde olmasın. Biz onu ancak belirli bir ölçü ile indiririz." (Hicr, 21).
2.Ekolojik dengenin korunması: Allah insandan tabiî çevresini ve kâinatı korumasını, onların tabiî ve ekolojik dengelerini bozmamasını istemektedir. Aksi takdirde, bizzat insanın kendisinin bundan zarar göreceğini ifade etmektedir. Allah, aşağıdaki âyetlerde görüleceği üzere kâinatta bir tabiî ve ekolojik dengenin var olduğuna dikkatlerimizi çekerek arkasından bunu koruyunuz demekte; aksi hâlde insanlığın istenmeyen durumlarla karşılaşabileceğini belirtmektedir: "Göğü bu âhenkle O yükseltti ve bu mîzânı koydu ki siz de ders alıp ölçü dışına taşmayasınız. Öyleyse siz de tartıyı adaletle yapın, sakın teraziyi, dengeyi aksatmayın." (Rahmân, 7-9), "Allah'ın buyruklarını umursamayan şu insanların kendi tercihleri ile yaptıkları işler yüzünden karada ve denizde (bütün dünyada) fesat (bozukluk) ortaya çıktı, nizam bozuldu. Doğru yola ve isabetli tutuma dönme fırsatı vermek için, Allah, yaptıklarının bazı kötü neticelerini onlara tattırır." (Rûm, 41).
Kur'ân-ı Kerîm'de doğrudan veya dolaylı olarak tabiî çevrenin korunmasına dâir kurallar ve buna teşvik edici birçok nasihat vardır. Bunlara birkaç misâl verelim.
a. Ahlâk ve çevre: İslâm'a göre çevre ve ekoloji problemi, aynı zamanda ahlâk sorunudur. Kur'ân-ı Kerîm'de genel ahlâk kuralları ile çevrenin korunması arasında çok sıkı bir münasebet kurulduğunu görüyoruz. Allah insana tabiatı korumasını emretmekle kalmıyor, bunu nasıl ve hangi yollarla koruyabileceğini de gösteriyor ki, bunlardan en etkini ve dinî açıdan yaptırım gücü olanı ahlâkî ilkelerdir. Ahlâken kötü olan davranış ve fiiller çevre ve kâinatın düzeni için de kötüdürler. İslâmiyet her safhada güzel ahlâkı emretmekle sağlam temellere dayalı bir ahlâkî çevre oluşturmuştur. Ahlâkî çevreyi oluşturanlar insanlardır. İyi ve güzel ahlâklı insanların yaşadığı bir mânevî çevreye elbette ki iyilik ve güzellik hâkimdir. Böyle bir çevrede zulüm, haset, kıskançlık, riya ve rüşvet yoktur. Burada hayâ, adalet, şefkat, yardımlaşma ve kardeşlik vardır. Bu demektir ki; kötü hasletlerin yaygın olduğu bir çevre, maddî yönden ne kadar temiz tutulursa tutulsun, temiz bir çevreden beklenileni veremez. Mânevî şartları iyileşmiş bir çevrenin de kirlendiği görülmez.
Şimdi Kur'ân'ın konuyla ilgili olarak özellikle zikrettiği kötü ahlâkî davranışlardan bazılarını zikredelim:
İsraf: Bugün, bütün çevre kirliliğinin ve tabiî dengenin bozulmasının ana sebeplerinden birisi hiç şüphesiz israftır. İsraf, bugünkü ev ekonomisinde var, üretim ve tüketimde var, sanayi ve teknolojide var. Âdeta insanlık israf için yarışıyor gibi. Fantezi ihtiyaçlar meydana getiriliyor ve sun'î yere tabiî kaynaklar tüketiliyor. Neticede tabiî denge bozuluyor, hava ve sular kirletiliyor. O hâlde sağlıklı bir çevre için, her türlü israftan kaçınmak gerekiyor; insanlığın ihtiyaçlarla orantılı bir üretim ve tüketim içinde olması gerekmektedir. Onun için Kur'ân-ı Kerîm'de israfla ilgili olarak şöyle buyurulmaktadır: "Yiyin, için fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri asla sevmez." (A'râf, 31), "Sakın saçıp savurma. Çünkü savurganlar şeytanların kardeşleri olmuşlardır. Şeytan ise Rabbine karşı pek nankördür." (İsrâ, 27)
Görüldüğü gibi israfı yasaklayan, her şeyde ölçülü olmayı emreden, ihtiyaç fazlasını infak ettirerek bencilliği ortadan kaldıran, insanı maddî çıkarların kölesi değil kâinatın efendisi ve en şereflisi sayan, insana, hayvanlara, bitkilere ve bütün kâinat düzenine saygıyı öğreten İslâmî öğreti bugünkü çöküntüye karşı en güçlü alternatifi oluşturmaktadır.2
Fesat: "İnsanlardan öylesi vardır ki, dünya hayatına dâir sözleri senin hoşuna gider. Üstelik sözünün özüne uyduğuna Allah'ı da şahit gösterir. Hâlbuki gerçekte o düşmanların en yamanıdır. Senin yanından ayrılınca, ülkede fesat çıkarmaya çalışır, ürünleri ve nesilleri mahvetmek için uğraşır. Allah, elbette fesadı (bozgunculuğu) sevmez." (Bakara, 204-205). Âyette de açıkça belirtildiği gibi, fesatçı olan kimseler, sadece insan ve toplumlara zarar vermek ve kötülük etmekle kalmazlar, aynı zamanda tabiî çevreye de zarar verirler. İşte bunun için, Allah insanların fesatçı olmalarını yasaklıyor. Onların çevreye karşı olumsuz tesir edebileceklerine dikkatimizi çekiyor. Ayrıca Kur'ân-ı Kerîm'de, inançsızlık, fesatçılık, israfçılık, nankörlük, itaatsizlik ve bozgunculuk gibi gayr-i ahlâkî davranışları sebebiyle bazı milletlerin hem kendilerine hem de çevrelerine zararları yüzünden kendi elleriyle yok olup gitmeleri misâl verilmektedir. (Sebe' 15-16; Şu'arâ, 134, 146, 148, 176)
b.İbadet ve ekoloji: Geniş mânâlarıyla ve bütün hikmetleriyle düşünüldüğü zaman, İslâm ibadetlerinin, özellikle de hac ibadetinin ekolojik bir yönü olduğu anlaşılır. Hac veya umre için ihrama giren kimselerin, Harem dâhilinde hayvan öldürmesi, ağaçları kesmesi otları koparması yasak edilmiştir. Bu yasak fiillerin İslâm hukukundaki adı cinayettir. Bu cinayetleri işleyen insanlar, mutlaka günahlarının affı için Rablerine yalvarıp yakarmak zorundadırlar. Tevbe, bu günahın affedilmesi için asıl şart iken, bundan başka bir de insanın sadaka vermesi dinî bir hükme bağlanmıştır. Sadakanın sınırı ise, fidye miktarından, koyun kurban etmeye veya telef edilen şeyin kıymetini vermeye kadar geniştir.
Bu, âdeta Müslümanlara çevreci olmalarını hatırlatan bir durumdur. Namaz ve oruç gibi ibadetlerde de doğrudan veya dolaylı şekilde aynı dersi verecek hikmetler vardır. Özellikle bu ibadetlerin, Allah'ın doğrudan çevreye zararları olduğunu belirttiği israf ve fesat gibi kötü ahlâkî davranışları yok edici unsurları vardır.
Sünnet'te ekoloji
Sünnet; Peygamber Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) fiilî olarak yaptıkları, sözlü olarak anlattıkları ve takrirlerinin hepsidir. "Sünnet'te ekoloji" derken, Allah Resûlü'nün, insanın yakın ve uzak çevresiyle, bu çevrenin temiz ve sağlıklı tutulması ve korunmasıyla ilgili fiilen yaptığı ve sözle ifade ettiği şeyleri kastediyoruz. Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) dünyayı teşrif buyurduğu mekân, çöllerle kaplı bir alandı. Allah Resulü çölle çevrili olan bu mekânı dünyevî mânâda bir cennete çevirmek için, Kur'ân'ın işârî ve sarih beyanlarının yanında birçok fiili, sözü ve takririyle ısrarla üzerinde durmuş ve sık sık onu vurgulamıştır. O'nun tabiatı koruma adına göstermiş olduğu bu hassasiyet, bugün ekolojik dengeyi korumak isteyen vakıf, dernek ve kuruluşların hassasiyetinden çok çok ileridedir.3
1.Peygamberimiz'in (s.a.s.) ekolojik faaliyeti: Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), kendi devrinde çevreciliği bir ahlâk ve âdet hâline getirdiğini ve bunun için de çevreyle ilgili bizzat faaliyetlerde bulunduğunu görüyoruz. Bunlardan bazılarını şu noktalarda toplayarak özetleyebiliriz:
a. Ağaçlandırma: Peygamberimiz, Medine yakınlarında boş bir araziyi ormanlaştırmış ve: "Kim buradan bir ağaç kesecek olursa, onun karşılığı bir ağaç diksin." diye emretmişlerdir.4
b. Sit alanları belirlenmesi: Nebiler Serveri, sıtma ve verem hastalıklarının kol gezdiği, belli ölçüde yeşillik olsa da, tam dengenin olmadığı Medine'ye hicret eder etmez, "Allah'ım! Hz. İbrahim, Mekke'yi harem bölge ilan etmişti. Ben de Medine'yi harem bölge ilân ediyorum." buyurmuştur. Harem'i, bugünün anlayışıyla izah edecek olursak, ona "sit alanı" veya "millî park" denebilir. Zîrâ Allah Resulü bunu izah ve şerh eden beyanlarında "Otları koparılmaz, ağaçları kesilmez, hayvanları öldürülmez."5 buyurmuşlardır.
c. Ekolojik şehircilik: Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) sit alanı emri, yani şehirlerin etrafını âdeta yeşil bir kuşakla çevirme gayreti, onun bugün insanların ihtiyacını duydukları ekolojik bir şehircilikte önder olduğunu göstermektedir. Bunun yanı sıra, O'nun önerdiği ve uyguladığı mesken tipi de çok önemlidir. Resûlullah'ın (sallallâhu aleyhi ve sellem), umumiyetle evlerin tek katlı ve geniş odalardan oluşmasını ve odaların geniş bir avlu veya bahçe etrafında yer almasını tavsiye etmiştir. Özellikle evlerin fazla yüksek olmamasına titizlik göstermiştir.6
2. Peygamberimiz'in (s.a.s.) hadîslerinde ekoloji: Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) fiilen çevrecilik yapmakla kalmamış, çeşitli vesilelerle Müslümanlara bu konuda öğütler vermiş ve tavsiyelerde bulunmuştur. Şimdi de O'nun ekolojiyle alâkalı sözlerinden bazı nakiller yapalım:
a. Ağaç ve bitki koruyuculuğu: "Bir Müslüman ağaç diker de bunun meyvesinden insan, ehlî veya vahşî hayvan veya kuş yiyecek olsa, yenen şey onun için bir sadaka hükmüne geçer."7, "Her kim boş, kuru ve çorak bir yeri (sulamak, ağaçlandırmak ve ekim suretiyle ıslah ve) ihyâ edecek olursa, bu amelinden dolayı Allah tarafından mükâfatlandırılır."8, "Elinizde bir ağaç fidanı varsa, kıyamet kopmaya başlasa bile eğer onu dikecek kadar vaktiniz varsa, mutlaka dikin."9 buyurmuşlardır. Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) bizzat kendisi de 500 adet hurma ağacı dikmiştir.10
b. Hayvan ve kuş koruyuculuğu: İbn Ömer: "Allah Resûlü, hayvanlara işkence yapanlara lânet etti."11 demiştir. Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) fazla yükten dolayı kalkamayan bir deve görünce: "Allah bu dilsizler (hayvanlar) hakkında hayırlı olmanızı tavsiye etmektedir, onlara güçleri ölçüsünde yük vurun."12, "Haksız olarak bir serçeyi öldürenden, Allah kıyamet gününde hesap soracaktır."13 buyurmuşlardır. "Kuşların yuvalarının bozulmamasını, yumurta14 ve yavrularının alınmamasını"15 da emretmiştir.
Görüldüğü gibi bu hadîsler ve benzerlerinden, Sevgili Peygamberimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem), hayvanların ve kuşların korunmasını, onlara eziyet edilmemesini, temizlik ve bakımlarının yapılmasını, yaratılışlarına uygun işlerde kullanılmasını, fazla yük yüklenmemesini, av yasağı koyarak rast gele eğlence için avlanmamalarını emrettiğini açıkça görüyoruz. Bu sözleriyle ve davranışlarıyla O, bugün ancak sözü edilen hayvan haklarını dile getirmiştir.
3. Peygamberimiz'in diğer ekolojik faaliyetleri: Bulaşıcı hastalıkların yayılmasını önlemek için karantinayı,16 hasta hayvanların sağlam hayvanların arasına karıştırılmaması gerektiğini bildirmesi, halkın geçeceği yol üzerine veya gölgelenip istifade edeceği yerlere, durgun sulara abdest bozmayı (tuvalet ihtiyacını görmeyi) kesin olarak yasaklaması, herkese evinin önünü temizlemesini emretmesi,17 yollarda insanlara eziyet veren şeyleri kaldırmaya teşvik etmesi,18 suların, toprağın, havanın korunmasına ehemmiyet vermesi Peygamber Efendimiz'in çevre konusuna verdiği önemi anlatır. Ayrıca ısrarla israftan menetmiş, hattâ nehir kenarında abdest alan kimsenin, ibadet için bile olsa suyu israf etmesini yasaklamıştır.19
Ekolojik dengede insan unsuru
Bugünkü çevre ve ekolojik problemlere çözüm isteniyorsa, her şeyden önce bu problemin insan merkezli bir problem olduğunun düşünülmesi; dolayısıyla üretim-tüketim, bilim-teknoloji, sanayi-tarım gibi insanî faaliyetlerden olan bütün bu sektörlerle birlikte mütalaa edilmesi ve onlarla sıkı bir ilişkinin varlığının kabul edilmesi lâzımdır. Çünkü çevre ve ekolojik problemlerin çözümüne, ancak insan merkezli bir çevrecilikle varılabilir. Ancak burada insan, mânevî ve maddî boyutlarıyla birlikte ve bunların birbirinden ayrılmazlığı prensibiyle düşünülmelidir. Böyle düşünüldüğü zaman, çevre problemi, her şeyden önce, karşımıza metafizikî ve ahlâkî bir problem olarak çıkar. Bu da, anlatmaya çalıştığımız şekilde İslâm'ın öngördüğü ve öğrettiği bir çevreciliktir. Bugünkü Batı'nın mekanist çevreciliği, böyle bir alt yapıya oturursa ancak etkin olabilir.
İster bilim-teknoloji sistemi, ister siyasî-ekonomik sistem olsun, her sistem insan ve insanî merkezli olmak zorundadır. Böyle olunca, ister istemez en temel ahlâkî ve hukukî değerler, bilim, teknoloji, siyaset, ekonomi ve sanatın en belirleyici unsurları olacaktır. Bütün eğitim ve öğretim sistemleri ve kurumları buna göre yeniden düzenlenmelidir. Yoksa insan ve onun mutluluğu için yapıldığı söylenen ilmî ve teknolojik bütün faaliyetlerin, gerçekte insana rağmen yapıldığı ortaya çıkacaktır. Yaşanan çevre krizi de, bunun en bariz belirtisidir.20
Çevre sağlığı temelde bir insanlık sorunudur. Bencil çıkarları ön plânda tutan materyalist zihniyet, insanların problemlerine, dertlerine çareler bulmaktan çok bunlardan yararlanmayı tercih eder hâldedir. Meselâ, kazanç gayesiyle birçok zararlı alışkanlıklar teşvik edilmekte ve bu duruma bazen devletler de katılmaktadır.21
Bütün dünya çevre kirlenmesinin üzerinde duruyor. Oysa ruhî kirlenmenin ortaya çıkardığı problemlerin yanında çevre kirlenmesiyle gelen problemler daha kolay çözülebilir. Çünkü çevre kirlenmesiyle tabiat tahrip olurken, ruhî kirlenmeyle bütün insanlık zarar görmektedir. Ve ruhî kirlenme neticesi, aile dağılıyor, uyuşturucu alışkanlığı yaygınlaştırılıyor, müstehcen yayınlar çoğalıyor ve haksızlıklar katlanarak artıyor.22
Çevre kirlenmesinde karşılaşılan sorunlar, insan ruhunda ortaya çıkan kirlenmenin tabiatta yansımasından, çevrede açığa çıkmasından öte bir şey değildir. İnsanı ele almadan, onu yönlendiren, oluşturan dünya görüşünü gözden geçirmeden, çalışmaları netice üstünde yoğunlaştırmak çözüm getirmez. İnsanlığın ve çevrenin korunması yolunda atılacak ilk adım, insanın ihtiraslarından arıtılarak kirlenmesinin önlenmesidir. Onun için günümüzde çevre problemlerine dönük araştırmaların ve çalışmaların bir misli de insanın kalbinin arıtılmasına, ruhunun yüceltilmesine döndürülmelidir. Ancak insan ruhunun arıtılıp, temizlenmesiyle, yüreğine derinlik kazandırılmasıyla toplumla birlikte çevre de korunabilir.23
Netice
Çevre problemlerinin köklü bir şekilde çözümlenebilmesi için "çevresel ahlâk" diye bir kavramın göz önünde bulundurulması gerekiyor. Bunu telâffuz etmeden çevre meselelerinin üstesinden gelinemeyeceğini anlamak lâzımdır. Madem çevre kirliliği sorumsuzca üretim ve sorumsuzca tüketimle ilgili bir konu, öyleyse insanlardaki bu üretim ve tüketim esnasındaki çevre şuurunun, çevreye zarar vermeme şuurunun insanların yapısına işlenmesi, insanların bunu bir ahlâk hâlinde benimsemesi gerekir. Çevre kirliliği ancak, "çevresel ahlâk" şeklinde benimsenirse çözümlenebilir. Meselenin çözümlenmesi için cezaî müeyyideler uygulanmalı, ancak köklü çözüm için çevre ahlâkının insanlarda yerleşmesi lâzımdır. Ayrıca sorumsuz tüketimin önüne geçilmesi de çok önemlidir.
Dinî duygular medeniyet kurulmasında ve çevrenin korunmasında baş rolü oynamıştır. Tarih boyunca insanlar, hangi medeniyet eserini yükseltmişse ve hangi güzel işi yapmışsa, bunda baş rolü İslâm dini ve diğer dinler yapmıştır. Bu hizmetlerin yapılmasında Allah rızası duygusu vardır. İnsanoğlunun yaptığı güzelliklerde hep bu ulvî duygu rol oynamıştır.
Dipnotlar
1.Bayraktar, Mehmet, İslâm ve Ekoloji, Ankara 1992, 25-26.
2.Samastı, Mustafa, Toplum Sağlığının Çevre Boyutları, Çevre ve İnsan, 1991, s. 49.
3.Fethullah Gülen, Fasıldan Fasıla, İzmir 1997, III,196-198.
4.el-Belâzurî, Fütûhu'l-Buldân, Beyrut 1958, I,17.
5.Müslim, Hac 458.
6.Evlerin yüksekliği ile ilgili olarak bkz: Canan, İbrahim, Hadis Ansiklopedisi, Kütüb-i Sitte, İstanbul, II,84 vd.
7.Müslim, Müsâkât 7,8-9; Buharî, Edeb 7.
8.el-Münavî, Şemsü'd-Din Muhammed Zeynü'd-Dîn Abdurraûf, Feyzu'l-Kadir, Beyrut 1972, VI,39.
9.Buhari, el-Edebü'l-Müfred, Kahire,1959, s.168.
10.Ahmed b.Hanbel, V,354,440.
11.Buhari, Zebâih 25.
12.el-Askalânî, İbn Hacer, Metâlibü'l-Âliye, Kuveyt 1973, II,156.
13.Dârimî, Sünen, Kahire 1966, II,84.
14.Buhari, el-Edebü'l-Müfred, s.139.
15.Ebû Dâvûd Edeb 176.
16.Buhari, Tıb 30.
17.İbn-i Kayyim, Şemsü'd-din, et-Tıbbu'n-Nebevî, 216, Kahire 1957, s.216.
18.Müslim, Îman 58.
19.İbn Mâce, Beyrut 1975, II,147; Beyhakî, Sünen-i Kübrâ, I,197.
20.Bayraktar, a.g.e., 148.
21.Samastı, a.g.e, 49.
22.Gürdoğan, Nazif, Sınırsız Büyümenin Ekonomik, Çevresel ve Kültürel Etkileri, Çevre ve İnsan, Ankara 1991, s.74.
23.Gürdoğan, Ersin, Teknolojinin Ötesi, İstanbul 1985, s. 37.
Yeni Ümit