Geçen yazımızda "Diyanet İlmî Dergisinin" 4. sayısında yayımlanan Dr. Öğretim Üyesi Güven Ağırkaya'nın, aynı başlıktaki yazısından iktibaslar yapmıştık. Bu yazımızda da bu İktibaslarımıza devam ediyoruz. Ağırkaya, bu ilmî ve uzun yazısında Kur'an'a itaatle, Allah Resulüne itaatin aynı derecede olduğunu, birinin birisiz olamayacağını, Kur'an'dan ve İslam âlimlerinden delillendirerek anlatmaya çalışıyor. Bu asrın Müslümanı olarak, Asr-ı Saadet'te bulunsaydık, "Kur'an bana yeter, Allah Resulüne değil, sadece Kur'an'a bakarım." mı, diyecektik? Bu sualin cevabını irdeliyor bir bakıma.
Her şeyi bilerek ve hikmetle tasarruf eden ve hiçbir şeyi başıboş bırakmayan şu kâinatın mutasarrıfı, elbette insanları da başıboş bırakmamış; insanlar içinden mükemmel birini, kendisine elçi yapacak ve yapmıştır. Bu elçisini de öylesine bırakmamış, diğer insanlara rehber ve kendi marziyatının en mükemmel bir modeli halinde terbiye etmiş; O'na tabi olmayı da kendi sevgisinin medarı yapmıştır. Yani "Beni seviyorsanız, O'na tabi olmalısınız." tavsiyesini iletmiştir. Hiçbir tevil, izah ya da çarpıtma, bu gerçeği örtmeye yetmez, bu hakikati kapatamaz. Şimdi geçen yazımızda kaldığımız yerden iktibaslara devam edelim. Birinci yazımızı okuyan Güven Hocamız, bir konuya da açıklık getirmemizi istedi. Dergide makaleyi okuduğumuzda, bu yazı için yüzlerce kaynaktan istifade edildiğini görüyoruz. Hepsi de dip not olarak verilmiş. Fakat bu kısa köşe yazılarımızda bunlara yer vermek oldukça zor. Tüm kaynaklara ulaşmak isteyenler için, bizzat dergiye bakmalarını istirham ediyoruz.
10- Kur'an-ı Kerim, farklı ifadelerle Hazret-i Peygambere itaat ve ittiba edilmesini kesin olarak emretmiştir. İtaat, Resûl-i Ekrem'in sözlerine ve talimatlarına; ittiba ise, fiillerine ve pratiğine taalluk etmektedir. Haşir Suresinin 7. Âyetteki "Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse, ondan vazgeçin..." ifadesi Hz. Peygamberin sünnetinin İslam toplumu için bağlayıcı olduğuna işaret etmektedir. Söz konusu ayet, her ne kadar ganimetlerle ilgili bir bağlamda zikredilmiş olsa da müfessirler, ganimetlerin hususi bir sebep olduğunu, peygamberle ilgili emrin ise, umum ifade ettiğini, sebebin hususiliğinin, hükmün umumiliğine engel olmadığını, dolayısıyla Resûl-i Ekrem'in söz, fiil, takrir gibi bütün sünnetine teşmil edilmesinin daha isabetli olduğunu ifade etmişlerdir.
11. Sünneti dışlama üzerine kurulu görüş sahipleri, rol model olarak aldıkları İngiliz pozitivizmin etkisiyle, dini tahrif nitelikli "Kur'an'la yetinme" çıkışlarında bulunmuş, Müslümanların Batı karşısında düştükleri bütün inkırazın faturasını, dini geleneğe kesmiş ve sünneti reddedip onun boşluğunu Kur'an ayetlerini tevil etme metodu ile çözmeye çalışırken, neticede tahrife varan yorumlar yapmışlardır. Zira sünnetten müstağni kalarak, Kur'an'ı gerçek manasıyla hayata aktarma iddiasında bulunan kişi, kendini bu işte Peygamberden daha ehil görüyor, kendi yorumunu Onunkinden üstün tutuyor, demektir. Ayrıca, Kur'an sünnetten tecrid edildiği zaman, dileyen onu dilediği gibi yorumlama imkânı elde edecektir. Dinî ahkâm üzerine girişilecek pozitivist ve rasyonalist her tevil, en başından bir kaybetmişlik psikolojisinin tezahürü olmaktan kurtulamayacaktır. Bu, Batı gelişmişliğini küçümseme değil, İslam toplumunun kendi kültür kodlarıyla bir ilerleme kaydetmek çağrısı olarak okunmalıdır. Adalet, hukuk ve ahlaktan, temel hak ve hürriyetlere kadar Müslümanların görmezden gelinemeyecek çetrefilli problemlere düçar oldukları yadsınamaz bir gerçektir. Bu gerçeği görmezden gelerek veya onları kötüleyerek bir yere varılamayacağı aşikârdır.
12-Hz. Peygamber elbette bir beşerdir ama onu farklı kılan bir husus vardır ki o da vahiy almasıdır. Kur'an'da değişik vesilelerle Hazret-i Peygamber'in beşeri yönüne yapılan vurgular, şahsını asla tanrılaştırılmaması gerektiğini; vahiy almasına yapılan vurgular ise, Allah adına bildirdiklerinin sıradan bir insanın sözleri olarak düşünmeyip layık olduğu yerde tutulmasının ne kadar önemli olduğunu ortaya koymaktadır. Özellikle Necm Suresindeki "O, nefis arzusu ile konuşmaz. O, (bildirdikleri) vahyedilenden başkası değildir." ayetlerinin asıl konusu, Hz Muhammed'in peygamberlik sıfatını inkâr ederek, Onunla ilgili yapılan şairlik, kahinlik gibi nitelemelerle, Kur'an'ı kendisinin uydurduğunu söyleyenlere karşı yapılmış bir reddiye olsa da bu ayetlerin başka delillerle birlikte değerlendirilmesi sonucunda, Resulullah'ın tebliğ mahiyetinde olmayan söz ve davranışlarının da vahyin kontrolü altında bulunduğu ve bir konuda içtihat ettiğinde, yanlış sonuca ulaşırsa, Ona bunun doğrusunun mutlaka bildirildiği anlaşılmaktadır. Bu sebeple İslam dünyasındaki yaygın görüşe göre, sünnetin kaynağı vahiydir, bütün çeşitleri ile sünnet, Allah'ın Resulullah'a indirdiği vahyin ürünüdür ve en azından vahyin onayını alarak vahiy mertebesine yükselmiştir.
13- Bu sebeple sünnet, bağlayıcı olsun olmasın sünnettir, örnektir; devamlı uygulanabilir bir gerçekliktir. Amacından saptırılmadığı ve uygulama alanının şartları sebebiyle mefsedete sebep olmadığı sürece, Allah'ın razı olduğu bir davranış biçimidir. Nitekim İslam alimleri Resullah'ın sırf insan olarak yaptığı davranışlarını dinî hüküm ifade etmese bile Ona olan sevginin bir tezahürü şeklinde görmüş ve bu konuda Onu izleyenin niyetinden dolayı uhrevî mükâfat elde edebileceğini kabul etmişlerdir.
Evet dostlar, bütün mesele zaten niyette gizli değil midir? Âdi bir hareketimiz bile, sünnet niyetiyle yapıldığı takdirde, O'na tabiiyeti, neticede de Onu bize rehber olarak gönderen Zatı hatırlattığı için değerleniyor ve ibadet oluyor. Böyle sergerden bir zemin ve zamanda böyle bir rehberimiz olduğu için ne kadar şükretsek azdır. Selam O'na ve O'na tâbi olanlara olsun.
Selam ve dua ile.