Kur’an-ı Kerim’in orijinal vahyin dışında geliştiğini ve Hazreti Peygamberin Kur’an-ı Kerim’i Tevrat ve İncil’den ilhamla veya yararlanarak ve Ehl-i Kitap alimlerinden öğrendiklerini yoğurarak yazdığını geveleyen insanlar ve oryantalistler olmuştur. Bu iddialar daha Asrı saadet döneminde dillendirilmeye başlanmıştır. İslam’ın fütuhat günlerinde dahi bu sözler söylene gelmiştir. Şamlı Yuhanna ( Yuhanna Dımeşki) bunlardan birisidir. Özellikle İslam’ın Yahudi ve Hıristiyan kaynaklardan derlendiği, eklektik bir kitap olduğu çeşitli kesimler tarafından ortaya atılmıştır. İslam’ın Mekke dönemine Hıristiyanlıktan ve Merdine döneminde Yahudilikten etkilendiğini söyleyenler bulunuyor. Montgomery Watt gibi kimi çağdaş oryantalistler (1) Hazreti Peygamberin Varaka Bin Nevfel’den etkilendiğini ve İslamiyeti onun fikirleri veya etkileri üzerine bina ettiğini savunuyorlar. Hazreti Hatice’nin akrabası olan Varaka Bin Nevfel gerçekten de Tevrat ve İncil’i bilen Arap Yarımadasının nadide isimlerinden birisi olduğu bir vakıadır. Elbette namus/Cebrail’in Hazreti Peygambere gelişini teyit etmiştir. Bunun ötesinde yeni bir din uydurmak için Varaka Bin Nevfel’in Hazreti Peygamberi Hazreti Hatice ile evlendirdiği yakıştırma bir tezdir.
Rum Suresinde olduğu gibi Müslümanlar ehli-i kitap olduğundan dolayı Persler yerine Bizanslılara ilgili duyuyorlardı. İslamiyet’in orijinal kaynakta Hıristiyanlık ve Musevilikle ortaklığı olduğu kadar tahrifte ayrılığı vardır. Ayrıca Musevi şeriattan müstakil bir şeriattır. Tadil, tekmil etmeye gelmiştir. Mesih ve Kur’an, Muhammed ve Kur’an gibi kitaplara imza atan ‘Üstad Haddad’ (2) isimli kimliği meçhul yazar da 15 yıl boyunca Hazreti Peygamberin Varaka Bin Nevfel’in dizlerinin dibinden ayrılmadığını ve geniş hayaliyle adeta onun manevi yetiştirmesi olduğunu ileri sürmüştür. Kısaca bu zevata göre Hazreti Peygamber fiziki olarak Abdulmuttalip ve Ebu Talip ikilisi tarafından yetiştirilmiş manevi olarak da Varaka Bin Nevfel’in manevi terbiyesini almıştır. Elbette Hazreti Peygamberin Varaka Bin Nevfel ile manevi münasebeti olmuştur. Bu bilgi hadis kaynaklarınca doğrulanmaktadır. Lakin Varaka Bin Nevfel tarafından yetiştirildiği hatemü’l enbiyaya imandan kaçınmak için tekellüflü teviller zümresine girer. Halbuki Hazreti Peygamberin çıkış vaktinde adede, sayıya gelmeyecek kadar kişi bir şekilde onun irhasatı nevinden keşif ve hak yoluna bağlı din adamları ve hanifler tarafından yönlendirilmiştir. Kısaca Hazreti Peygamberi veya son peygamberi bekleyen umumi bir havadan bahsedilebilir. Bu hava nedeniyle bir takım safi gönüller teyakkuz durumundadır. Kainat çapında yeni bir zuhuru, nuru beklemektedir.
Kimileri de tali bir kaynak olarak Hazreti Peygamberin Şam seferi sırasında Busra Manastırında Rahip Bahire ile karşılaştığını ve onun tarafından yönlendirildiğini ileri sürüyorlar. O dönemde Busra Gassanilerin en önemli kentlerinden birisidir. Burada yönlendirmeden ziyade insanlığın kurtuluşu için ortak bir bekleyiş ve dayanışma ruhundan bahsetmek mümkündür. Bununla birlikte Yahudilerin yaptığı gibi zuhurun ve bisetin ardından kıskançlık nedeniyle düşmanca tavırlar takınılmıştır. Hazreti Mesih’i de Kral Peygamber Davud ve Süleyman kademi üzerine değil de manevi meleküte hitap eden Peygamber olarak görmeleri nedeniyle sahiplenmekten vazgeçmişlerdir. Asabiyetleri bildikleri halde hakkı görmelerine perde olmuştur.
İlginçtir kimi Hıristiyanlar Hazreti Peygamberi Hıristiyanlık içinde heterodoks damar olarak anılan Ariusculuğa mal etmişlerdir. Bununla onu düşman cepheye ve bölücülüğe mal etmişlerdir. Halbuki Ariusculuk Hazreti İsa’nın orijinal ve bozulmamış yoluna daha sadıktır. Tam tersine Peygamberimiz Herakl’e göndermiş olduğu namesinde iman etmesini; etmesi halinde çifte bir biçimde mükafatlandırılacağını aksi halde Ariuscuların günahının boynuna olacağını tebliğ ve ifade etmektedir (3). Kimileri bu namedeki ‘Ariuscular’ ibaresini köylüler ve halk tabakası diye tabir etse de Ariusculuk Hıristiyanlık içinde önemli bir akımdır. İznik’teki ayrışmanın mağlup tarafını temsil etmekte ve bu yüzden de ana ve teslisci/üçlemeci çizgi bu akımı ayrılıkçı olarak damgalamaktadır.
İslamiyet Yahudiliğin devamı mı?
İngiliz oryantalist Montgomery Watt Hazreti Peygamberin Medine’de Yahudilerden etkilendiğini ve bir biçimde Medine’nin Yahudi şehri olduğunu veya Arapların ve sonrasında Müslümanların Yahudilerle iç içe olduğunu savunmaktadır. Ona göre taraflar anlaşmazlığa düşmemiş olsaydı İslamiyet Yahudi geleneği veya dini olarak devam edecekti. Vahiy düzleminde ve zemininde zaten bir devamlılıktan bahsetmek mümkündür. Bununla birlikte bu devamlılığın önünü Yahudilerin karakteri ve asabiyetleri kesmiştir. Kendilerinin dışında güzelliklerin yeşermesine izin vermedikleri gibi aslında özlerinden gelen kendi Peygamberlerine de nobran ve düşmanca davranmışlardır. Bunun temel nedeni ahlaki vaziyetleridir. Başkalarına üstten bakmaları ve kendilerini sınırsız ve sorumsuz seçilmiş millet olarak görmeleridir. Şartlı seçilmişliği yürütememişler ve amellerine zulüm karıştırmışlar, bulaştırmışlar ve bu nispi seçilmişlik de ellerinden alınmıştır. Nisbi seçilmişliği mutlak olarak algılamışlardır. Bu da şımarmalarına ve ellerindeki nimeti kaybetmelerine yol açmıştır. Bozularak insanlığın düşmanları haline gelmişlerdir. Mekke’de veya davet döneminde Müslümanların Hıristiyanlıktan etkilendiğini savunanlar Medine döneminde ise Müslümanların Yahudilikten etkilenerek manevi yönlerine siyasi yön de eklediklerini ileri sürüyorlar. Cihad Medine’de ikinci yılda farz kılınmıştır. Kimileri bu sürece 8 yıla isal ederken İbni Teymiye bu dönemi 10 yıl olarak ifade etmektedir.
İslamiyetin beşeri kaynakları!
Nadr Bin Haris’in iddiası:
İslamiyete doğrudan vahiy yerine taklit, iktibas düzeyinde ilahi kaynak arayanlar olduğu gibi ona beşeri kaynak atfedenler de vardır. Bu beşeri kaynağın merkezinde ise şiir, mitoloji ve efsaneler var. Kur’an bu uyarlama veya yakıştırmalara temas eder. Kur’an hakkında ‘esatir el evvelin/evvelkilerin masalları’ yakıştırması yapılır. Bu ifade evvelkilerin düzmecesi veya düzdüğü efsaneler anlamına da gelmektedir. O dönemde musallat etme veya imtihan nevinden İslamiyetin sistematik ve edebi düşmanları vardır. Bunların en önemlilerinden birisi Nadr Bin Haris isimli müşriktir ki Perslerle temas hattında ve halindedir. Hire ile temas halindedir ve orada Pers krallarının destanlarını ve epik şiirlerini tahsil etmiş ve bu sahada donanım sahibi olmuştur. Bu öğrendikleriyle Hazreti Peygambere meydan okumak istemiştir. Kur’an-ı Kerim’i kendisine göre bunların bir kopyası veya kötü bir kopyası olarak görmüş ve hep şöyle söylemiştir: Ey Kureyşliler bana gelin ve size Hazreti Muhammed’in (S.A.V.) söylediklerinden daha iyilerini söyleyeyim. Hazreti Muhammed’in söyledikleri ancak öncekilerin uydurduğu efsanelerdir. Nadr Bin Haris İsfendiyar ve Rüstem’in hikayelerini ve cenklerini bulmuş ve bunları Kur’an-ı Kerim’in karşısına çıkarmıştır. Böylece insanların imanlarını çelmeye çalışmıştır. Habrü’l ümme/ümmetin bilgesi İbni Abbas’a göre Kur’an’da her ne vakit ‘esatir’ül evvelin’ ibaresi geçse burada Nadr bin Haris’e gizli bir gönderme vardır. Kur’an’da Nadr Bin Haris’e ondan daha fazla atıf bulunmaktadır. Bedir günü sahabilerden Mikdat (R. Anhu) tarafından esir edilmiş ve Hazreti Peygamberin emriyle Hazreti Ali tarafından cezayı seza nevinden boynu vurulmuştur.
Cebr er Rumi
Elbette zındıklar Kur’an-ı Kerim’e nazire yapmak isterler. Bunu başaramayınca da kaynağı konusunda inananları şüpheye düşürmek ve akıllarını çelmek isterler. Bu hususta sanal alemde ‘ Hazreti Muhammed’in hocaları’ adıyla imalı metinler dolaşmakta, göndermeler yapılmaktadır. Halbuki ümmi peygamber olarak o tasavvuf edebiyatındaki üveysi tabirine uygun olarak beşeri anlamda üstadsızdır. Allah’ın yetiştirmesidir. Bununla birlikte elbette beşeriyetten kopuk değildir. ‘Üstad Haddad’ Hazreti Peygamberi Hazreti Hatice ile evlendiren kişinin Varaka Bin Nevfel olduğunu ileri sürmektedir. Böylece imalarınca Hazreti Muhammed (S.A.V.), Peygamber olmaya ayartılmıştır! Mevlana’nın deyimiyle gerçeği kıymetli olan şeyin sahtesi bol olur fehvasında asıl hazreti Peygamberin bisetinden sonra böyle ‘duiy’ yani iddia makamında peygamber taslakları, müsveddeleri türemiştir. Hatta aralarında kadınlar dahi çıkmıştır.
Muhammed İmare’nin İslam ile Yahudilik arasında Kudüs kitabını okuyunca Cebr-İ Rumi ismiyle karşılaştım (4). Bu kişi Nadr Bin Haris gibi doğrudan ve açıktan İslamiyete cephe alan isimlerden biri değildir. Tarihte gölgede kalan bazı isimler zümresindendir. Lakin modern Nadr Bin Haris’ler İslamiyeti karalamak için bu gibi isimlerden medet umuyorlar. Bu isimleri yeniden piyasaya sürüyorlar ve kadim iddiaları çağdaşlaştırıyor ve güncelliyorlar.
Kadı Beydavi, Envarü’t Tenzil adlı tefsirinde bu isimle alakalı olarak şu değerlendirmeyi yapmaktadır:
“Mekke’de Amr bin Hadremi’nin bir kölesi vardı. Adı Cebr-i Rumi idi. Kimileri, bununla birlikte Yaser adında bir kölenin daha olduğunu söylüyorlar. Kimileri de bu şahsın, Huveytıb’ın kölesi Aiş olduğunu belirtiyorlar. B:isetten sonra muhalif gruplar, “Muhammed, Kuran bilgilerini bu kölelerden alıyor, Allah’ı ise toplumu etkilemek için kullanıyor” şeklinde eleştiriler yöneltmeye başladılar. Bunun üzerine, Nahl Sures’nin 103.ayeti indi.”
-Nesefi, “Medark …” adlı tefsirinde şöyle diyor:
“Huveytıb’ın Aiş ya da Yaiş adında bir kölesi vardı. Bazıları da bunun isminin Cebr-i Rumi olup Amr bin Hademi’nin kölesi olduğunu ileri sürmüşler. Bu köleler, Tevrat ve İncil’i çok iyi bilirlerdi. Hazreti Peygamber bazen onlara uğrar ve sohbet ederdi. Bisetten sonra, inanmayanlar dedikodu yapmaya başladılar ve Kuran’ın dayanağının Allah değil de bu şahıslar olduğunu, Peygamberin aktardıklarının ise, sadece adı geçen kişilerden öğrendiği bilgiler olduğunu söylemeye başladılar. Bu yüzden ilgili ayet indi.”
- Fahrettin Razi, Tefsiri Kebir adlı eserinde bu hususta şunları serdeder:
“Mekke’de Tevrat ve İncil’i çok iyi bilen ve bolca da kitapları bulunan bir köle vardı. Onun adı çok ihtilaflıdır. Kimisi Yeiş, kimisi Addas, kimisi Cebr, kimisi Cebra, kimisi Bel’am diyor. Hazreti Peygamber bazen onlarla buluşur onlarla sohbet ederdi. Kuran nüzül etmeye başlayınca, inanmayanlar zaman içinde ‘Bu işin arka planında Allah değil de, adı geçen kişiler vardır’ demeye başladılar. Kimileri de, ‘Aslında Kuran’ı, çok zeki olan Hz. Hatice Hazreti Peygambere öğretiyor, dikte ediyor; fakat kendisi kadın olduğu için öne çıkmıyor, bu nedenle Hazreti Muhammed’i öne çıkarıyor, yani Kur’an’ın baş aktörü Hatice’dir’ diyorlardı. İşte, bütün bu itirazlara cevap mahiyetinde adı geçen ayet inmiştir.
Tabii ki bu iddialar gülünç. Hazreti Hatice hatırı sayılır bir kadındı. Kocasına sadık bir eş ve onun ötesinde iyi bir destekçiydi. Böyle bir hevesi olsaydı sahte kadın Peygamber Secah’ın yolunu izler ve ona selef olabilirdi.
Peygamberlik bu kadar basit olsaydı Cebr-i Rumi neden bizzat kendisi peygamberliğini ilan etmedi ya da ondan hiç itiraz aktarılmadı. Meçhul kişiler üzerinden Kur’an-ı Kerim’i karalamak isteyenler suyu serap serabı su zannediyorlar. Hazreti Peygamber döneminde ortaya çıkan bütün sahte Peygamberlik müddeileri helak olmuştur. Hazreti Peygamberin dışında kimseye hulut ve ebedilik ve davetinde başarı nasip olmamıştır. Bu onun davetinin fiili sağlamasıdır. Ötesi lafu güzaftır.
Hazreti Peygamber hakka istinat etmeseydi mucize nesiller yetiştiremez ve davası asırlar boyunca süremez, kökleşmezdi. Gözlerini güneşe kapatanlar sadece dünyayı kendilerine karanlık ederler.
Atış serbest ama mesele tutturabilmekte.
1-http://estshrac.blogspot.com.tr/2014/12/montgomery-watt.html
2-http://web.macam.ac.il/~omarym/mqalat-0003.htm
3-http://islamstory.com/ar
رسالة الرسول إلى هرقل وموقف هرقل من الإسلام
4-El Kuds, Nahdatu Mısr s: 5, Kahire