Bakmanın iki çeşidi var: Biri “içerden bakmak”, diğeri “dışarıdan bakmak”. Bu tasnif, herhangi bir felsefi ve bilimsel temele dayanmaz, halkın geleneksel irfanında yaşar sadece. Daha çok dinin şekillendirdiği ve istikamet tayin ettiği bir ayrım. Bir olaya, metne, dine, ideolojiye, değere, düşünceye ‘dışarıdan bakmak’la ‘içerden bakmak’ arasında nasıl bir fark var? Daha yerinde bir deyişle bu bakışlardan hangisi doğru ve sahih?
‘İçerden bakmak’ bir ön-bilgiyi, ön-anlamayı, ön-inancı, ön-kabulü, her türlü şartlanmışlık ve peşin yargılardan sıyrılmayı çağrıştıran ‘olumlu’ (müspet) bir anlam düzeyini içerir. “Dışarıdan bakmak” ise bunun tam tersidir. Anlamaya, kavramaya dönük değil de; daha çok eleştirmeye, kategorize etmeye, ötekileştirmeye, mahkum etmeye yönelik ‘olumsuz’ (menfi) bir anlam düzeyini içerir.
Fakat bazı durumlarda bu ‘olumlu’ ve ‘olumsuz’ özellikler rahatlıkla yer değiştirebilir. Bir Müslüman Hıristiyanlığa bakarken dışarıdan, yani ‘olumsuz’ bakar ama bu bakış İslam dininin nihai amacı açısından ‘olumlu’dur. Aynı şekilde bir Hıristiyan İslam’a bakarken dışarıdan, yani ‘olumsuz’ bakar ama Hıristiyan dininin nihai amacı açısından bu bakış ‘olumlu’dur. Bir ateist dinlere dışarıdan bakar, bir dindar ise ateizme dışarıdan bakar. Her inanç mensubu kendi inancına ‘içerden’ bakar, diğer inançlara ise ‘dışarıdan.’ Aksi düşünülemez de. Çünkü içerden bakış inanma edimi ile birlikte gerçekleşen çift taraflı bir düşünsel eylem olduğu gibi; dışarıdan bakış inanmama edimi ile birlikte gerçekleşen çift taraflı bir düşünsel eylemdir.
“Onun (Kur’an’ın) ayetleri inananların (içerden bakanların) imanını artırır, inanmayanların (dışarıdan bakanların) ise küfrünü” mealindeki ayetler, bu konuda başka söze hâcet bırakmayacak kadar açık. İki bakış arasındaki “sahihlik” ölçüsü -kabul etmek gerekir ki- çoğu zaman romantik bir görkemle dillendirildiği gibi objektif değil, sübjektiftir. İslam’a göre İslam’a içerden bakmak (dışarıdan bakmamak, böyle bakmak küfürdür çünkü) en doğru davranış iken; Budizm’e göre Budizm’e içerden bakmak (dışarıdan bakmamak) en doğru davranıştır… Örnekler çoğaltılabilir.
Bu göreceli durumun doğurduğu huzursuzluğu ve anlam karmaşıklığını ıskalamadan diyebiliriz ki her iki bakış sonucu görünen şeyler de aynı değil. İçerden bakış nazarımıza güzel, iyi, doğru ve hoş durumlar, haller, vaziyetler sunarken; dışarıdan bakış bunun tam aksine çirkin, kötü, yanlış ve nâhoş durumlar, haller, vaziyetler sunar. Bakılan yer (nokta-i nazar) farklı olunca oradan görünen şeyler de farklı oluyor. Her iki bakışın da belirleyici ve betimleyici kıstası sanıldığının aksine dışsal değil, içseldir. Yani, böylesi bir sonucu doğuran nedeni, tabiatta aramak boşunadır, asıl neden insanların tercihlerinde ve eğilimlerindedir. Zaten Ortodoks mezheplere göre insanın kısmen özgür olduğu tek alan burası. Ama insanların bu tarz kanaatlerinin sosyal ve kültürel çevreden bağımsız olarak şekillendiğini söylemek de pek gerçeğe uygun düşmez.
Oryantalistlerin çoğu, İslam’ı ve kaynaklarını Müslümanlardan çok daha iyi bildikleri ve tanıdıkları halde İslam’a iman etmeyişlerinin nedeni ‘dışarıdan bakış’tır. Aynı şekilde Hıristiyanlığı ve kaynaklarını Hıristiyanlardan çok daha iyi bildikleri ve tanıdıkları halde bazı İslam âlimlerinin Hıristiyanlığa iman etmeyişlerinin nedeni yine aynı bakıştır. Herhangi bir inanç bağlısı diğer bir inanca “nesnel” ve “objektif” (içerden) olarak bakamaz; çünkü böyle bir bakış, bağlısı olduğu değerlerden azıcık olsa dahi feragat etmeyi gerektirir. Bunun bir adım ilerisi karşıt olan tarafın ilkelerini zımnen kabul etmektir, Said Nursi’nin ifadesiyle “şıkk-ı muhalifi istilzam etmektir.” Bazı inanç mensuplarının sıklıkla muhalifini -kendi inancını anlama noktasından- içerden bakmaya davet etmesi aslında bir tuzaktır. Tıpkı ateistlerin ısrarla dindarları inançlarına ‘nesnel’ olarak bakmaya davet etmesi gibi. Burada nesnel bakmaya davet, ateizme ‘içerden bakma’ anlamı taşır.
Dilerseniz, Kur’an’a dışarıdan ve içerden bakan iki örnekle konuyu biraz somutlaştıralım. Önce ‘dışarıdan’ bakanlarla başlayalım:
“…Şunu belirtmek zorundayım ki benim en zahmet çekerek okuduğum kitaplardan biri Kur’an’dır. Karışık, usanç verici bir düzensizlik, anlaşılması güç, bitmez-tükenmez tekrarlar, insanın soluğunu kesen uzunluklar, karmakarışık ifadeler, kısacası çekilmez bir saçmalık! Bir Avrupalı Kur’an’ı ancak bir vazife hissinin baskısı altında okuyabilir; tıpkı devlet arşivlerindeki okunması güç evrak yığınları gibi…” (Thomas Carlyle, Kahramanlar, s.108-109, Çev. Behzat Tanç, İstanbul, 1976. kaynak: D. Cündioğlu, Kur’an Çevirilerinin Dünyası, Kaknüs y. s.20-21, 2. Baskı, 2005, İstanbul )
“…Benim fikrim sorulursa, ben şuna kâilim ki az mâruf kütüb-i kadime-i Arabiyye içinde Kuran kadar az hüsn-i zevk gösteren, Kur’an kadar az asli olan, Kur’an kadar ifrat derecede mutnab ve usandırıcı bir kitap tanımıyorum…” (R. Dozy, Tarih-i İslamiyet, s.153-156, Çev. Dr. Abdullah Cevdet, Mısır, 1908. kaynak: D. Cündioğlu, a.g.e. s.20-21)
Şimdi ‘içerden’ bakanları okuyoruz:
- nazmı karşısında akıllar hayrete düşüp bocalar, onun denizinde yolunu kaybeder ve onun kılavuzluğu olmazsa sapıtır; o sihirden daha etkili, denizden daha ürkütücü, şiirden daha muhteşemdir…” (Bâkıllâni, İ’cazu’l-kur’an, s.51. kaynak: M. Öztürk, Kuran Dili ve Retoriği, s.186, Ankara Okulu y. 3.baskı, Ankara 2010)
“…Kur’an’ın üslubu hem gariptir hem bedi’dir hem aciptir, hem mukni’dir. Hiçbir şeyi, hiçbir kimseyi taklit etmemiş. Hiç kimse de onu taklit edemiyor. En tatlı şeylerden usandıran çok tekrar, Kur’an’ı tilavet edenler için değil usandırmak, belki kalbi çürümemiş ve zevki bozulmamış adamlara tekrar-ı tilaveti halâvetini ziyadeleştirdiği, eski zamandan beri herkesçe müsellem olup darb-ı mesel hükmüne geçmiş...” (Said Nursi, Sözler, s.446, Envar Neşriyat, İstanbul, 1996)
Aynı Kur’an, (özellikle üslup bakımından) birincilerin gözünde ‘çekilmez bir saçmalık’, ve fakat ikincilerin gözünde ‘büyüleyici, bedi, acip, mukni bir halâvet.’ Hangisi doğru o halde? Bu soruya bütün izafi yaklaşımların girişi olan “göre” kelimesini kullanmadan yalın, sade, net bir yanıt vermek mümkün değil. Çünkü biz içerden bakan Müslümanlara göre birincisi saçmalık, ikincisi halis hakikat. Thomas Carlyle gibi dışarıdan bakanlara göre ise birincisi halis hakikat, ikincisi saçmalık.