İncil’de, Tevrat’ta ve özellikle Kur’an-ı azimüşşanda surelerin açılış ve kapanışları Fatiha ve hatimeleri bahsin icmalleri, tez ve temalarının özetidir. Batı romanında da buna opening and clozing denir. Romanın açılışındaki ilk cümle adeta bahsin anahtarıdır. Kur’an’da Taha Suresinin girişi “Taha maenzelna aleykel kuranı liteşka - Biz bu Kur’an’ı siz/sen mutsuz olasınız diye indirmedik” diyor. Demek Kur’an mutluluğun kaynağıdır, eğer mutsuzsak demek ki indirilen Kur’an ile fiili ve ruhi irtibatımız zayıftır veya azdır veya yoktur. Peygambere hitap bütün ümmete ve insanlığa hitaptır.
Bu kutsal sure İslam tebliğ tarihinde Hz. Ömer’in (ra) İslam’a girişine vesile olması ile önemli bir hatırası vardır. Hz. Peygamber’i (asm) öldürmek üzere gelen Ömer, kızkardeşi Fatma ile eniştesi Said’in müslüman olduğunu öğrenince onların işini bitirmek üzere evlerine geldiğinde onlar Taha suresini okumakta idiler, sakladılar. “Lehüma fissematı ve mafilardı vema beynehuma vema tahtessera…” Bunu duyan Ömer, “Şimdi bu yer ve gökteki herşey sizin rabbinizin mi?” dedi. Onlar “evet” dediler. Hz. Ömer şaşırdı, “bizim Kabe’de bu kadar putumuz var hiçbirinin bir karış toprağı yok” dedi. Zorlayınca Kur’an sayfalarını çıkardılar, ikisine de hücum etti. Yüzünden kanlar akan Fatıma “Müslüman olduk, öldürsen de dönmeyiz” dedi. Hz. Ömer “bu kız benden tir tir titrerdi, ne oldu, bu ne cesaret ve pervasızlık” diye içinden geçirdi. “Demek bu değişiklik bu vahiyden ileri geliyor” dedi yumuşadı. Hz. Ömer (ra) Taha suresini dikkatlice okudu ve evden müslüman olarak ayrıldı. Nebiyi Zişanın (asm) huzuruna gidip ona biat etti, inandı.
Bediüzzaman bu başlangıç ve bitiş bölümleri üzerinde Mucizat-ı Kur’an’iye isimli eserinde durur. Onlardaki inceliklere dikkat çeker. “Kur’an-ı Hakim’in ayetlerinin hatimelerinde gösterdiği fezlekeler ve Esma-i Hüsna cihetindeki üslub-ı bediisindeki (estetik üslubunda, şaşırtıcılığında) olan meziyet-i icaziyeye dairdir... İşte Kur’an-ı muciz ül beyan ayetlerin hatimelerinde galiben bazı fezlekeleri zikreder ki o fezlekeler ya Esma-i Hüsna’yı veya manaları tezammun ediyor veyahut aklı tefekküre sevketmek için akla havale eder veyahut makasıd-ı Kur’an‘iyeden (Kur’an’ın gayelerinden, maksatlarından) bir kaide-i külliyeye (her yerde geçen kaideleri) tazammun eder ki (içine alır ki) ayetin tekid (kuvvetlendirme) ve teyidi (güçlendirmesi) için fezlekeler yapar (özetlemeler veya genellemeler.)
Bir örnek: “Kur’an beşerin nazarına (bakışına) sanat-ı ilahiyenin (ilahi sanatların ki herşeyin, sanatsız yaratılan bir şey yok ki) mensucatını açar…”
(Mensucat dokunan demek, yani manası açılan hakikatler nescedilen, bir serçeye bak, kışta o küçücük mübarek canlı elli tanesi birlikte havada soğukta geometrik ve eliptik, simetrik dolaşıyorlar, aralarındaki mesafe bozulmuyor. Seyrettim kendimden geçtim, karda yere kapandım Allah’ım ne kadar güzelsin bu küçük canlılara bu kadar dekoratif hareketi öğretmişsin. Soğuk onları ilgilendirmiyor, aşk ile şevk ile gidip geliyorlar. Biri gelmiş ne oldu hocam düştün mü hayır dedim. Sırrıyı Sakati koyunun melediğini görmüş düşmüş bayılmış, neden bayıldınız efendim, o da senin anlayacağın birşey değil demiş. Eğitimimiz bize bakmayı öğretmedi, din de öğretmedi, ne olacak bizim halimiz? Sadece gözlerimizin hesabını sorsa kimse kazanamaz.)
… gösterir. Sonra fezlekede o mensucatı esma içinde tayyeder veyahut akla havale eder. Birincinin misallerinden mesela “Kul menyerzüküm minessemai velardiemmenyemliki seme ve velebsare ve men yühricül hayya minelmeyyiti ve yühricül meyyite minelhay ve men yüdebbirül emre feseyekulün Allahu fekul efela tetteğun. Fezalikümüllühu rabbikümül hak.”
İşte başta der “Sema ve zemini rızkınıza iki hazine gibi müheyya edip (hazırlayıp) oradan yağmuru, buradan hububatı çıkaran kimdir? Allah’tan başka koca sema ve zemini iki muti hazinedar hükmüne kimse getirebilir mi? Öyle ise şükür ona münhasırdır (aittir.)
İkinci fıkrada der, sizin azalarınız içinde en kıymettar göz ve kulaklarınızın maliki kimdir? Hangi tezgah ve dükkandan aldınız? Bu latif (güzel hassas) ve kıymettar göz ve kulağı verecek ancak Rabbinizdir. Sizi icad edip terbiye eden O’dur ki bunları size vermiştir. Öyle ise yalnız Rab O’dur, Mabud da O olabilir. (Dili ne kadar ikna edici ve zarif kullanıyor.)
Üçüncü fıkrada der, ölmüş yeri ihya edip yüzbinler ölmüş taifeleri ihya eden kimdir? Hak’dan başka bütün kainatın Halık’ından başka şu işi kim yapabilir? Elbette O yapar, O ihya eder. Madem Hak’dır, hukuku zayi etmeyecektir. Sizi bir mahkeme-i kübraya gönderecektir. Yeri ihya ettiği gibi sizi de ihya edecektir. (Hayat verecektir.)
Dördüncü Fırkada der, “Bu azim kainatı bir saray gibi, bir şehir gibi kemal-i intizamla idare edip tedbirini gören, Allah’dan başka kim olabilir? Madem Allah’dan başka olamaz, koca kainatı bütün ecramıyla (varlıkları cirimleri yıldızları) gayet kolay idare eden kudret, o derece kusursuz, nihayetsizdir ki hiçbir şerik ve iştirake (ortağa) ve muavenet ve yardıma ihtiyacı olamaz. Koca kainatı idare eden küçük mahlukatı başka ellere bırakmaz. Demek ister istemez Allah diyeceksiniz!
İşte birinci ve dördüncü fıkra Allah der, ikinci fıkra Rab der, üçüncü fıkra Elhak der. Fezalikümüllahü rabbakümül hak, yani Hak, Rab, Allah isimlerini zikretmekle o tasarrufat-ı azimenin (yani göz ve kulakları veren, yeri hayatlandıran, rızıkları veren, bütün bunların kaynağı olan Allahtır.) menbaıını (kaynağını) gösterir.
Üçüncü Meziyet-i Cezalet (anlatımdaki etkileyicilik) mesela ve kezalike yectebike rabbike ve yuallimuke min tevilil ehadisi ve yütimmi nimetehü aleyke ve ala ali Yukab’a kema etemmeha ela ebeveyke min kablü ibrahim ve ishak innerabbeke alim ül hakim.
İşte Hazret-i Yusuf ve ecdadına edilen nimetleri şu ayetle işaret eder. Der ki Sizi bütün insanlar içinde makam-ı nübüvvetle serfiraz (cümleye bak şimdi bunların yerine ne koyabilirsin imparatorları yıkınca onlar da bizim dilimizi aldılar, madem bizi yıktınız o zaman siz o dile layık değilsiniz. Herşey hikaye sadece şu metinlerin azameti insanı bağlar, yoksa yoksa) Serfiraz başlar üstünde ama bu kelime onu karşılamaz. İmparatorlar coğrafyayı imparatorluk yaptıkları gibi dili de imparatorluk lisanı yapmışlar.) bütün silsile-i embiyayı (peygamberler halkalarını) silsilenize raptedip (bağlayıp) silsilenizi nev-i beşer içinde bütün silsilelerin serdarı, hanedanınızı Ulum-ı İlahiyeye ve Hikmet-i Rabbaniyeye bir hücre-i talim (eğitim yeri) ve hidayet suretinde getirip o ilim ve hikmetle dünyanın saadetkarane saltanatını ahiretin saadet-i ebediyesiyle sizde birleştirmek, seni ilim ve hikmetle Mısır’a hem aziz bir reis hem ali bir Nebi, hem hakim bir mürşit etmek, “olan niamat-ı ilahiyeyi ilahi nimetleri, zikr ve tadad edip sayıp ilim ve hikmet ile onu aba ve ecdadını mümtaz ettiğini zikrediyor. Sonra senin Rabbin Alim ve Hakimdir der. Onun Rububiyeti (terbiyesi hazırlaması) ve hikmeti iktiza eder ki (gerektirir ki) seni aba ve ecdadını Alim, Hakim ismine mazhar etsin. İşte o mufassal (taifsilatlı etrafilı) nimetleri şu fezleke ile icmal eder (özetler.)
Kuran’da bu bahisler çok onun için Üstad “bunları hakkıyla izah etmek çok uzun gelir şimdilik ihtisar özetleme ve imale mecburum” der. O ilahi bir yorumcu kendi başına hareket etmiyor yazdıkları bile denetleniyor.