Kur’an’daki ‘kör ile gören bir olur mu?’ ifadesi yaralayıcı değil mi?

Bu ifade ayet-i kerimelerde geçiyor. Ama kişileri yaralayıcı bir ayet değil midir?

Âmâ kelimesi, sözlükte, “iki gözü kör olmak suretiyle görme kabiliyetini bütünüyle yitirmiş bulunan kişi” manasına gelir ve “basiretsiz, düşüncesiz, cahil” gibi mecazi anlamları da vardır. (bk. Lisânü’l-ʿArab, “amâ” md.)

Âmâ kelimesi Kuran’da çoğu manevi olarak basiretsizlik anlamında, bir kısmı da maddi olarak görme özürlü anlamında kullanılmıştır.

Soruda geçen konu, görme özürlü anlamında değil, “manevî körlük, kalp gözünün körlüğü, basiretsizlik, hakikat karşısında ilgisizlik ve inatçılık, sapıklık, Allah’ın hidayet ve rahmetinden mahrumiyet” gibi anlamlara gelir. (bk. Fussılet 41/17, 44)

İşte kör ile gören bir olur mu, ayetinde geçen körlük, “basiret körlüğü, düşünce kıtlığı” anlamındadır. Kuran’da bu manevi körlüğün fertte ve cemiyette meydana getireceği tesirler anlatılır.

İnsanın anlama gücüne hitap eden Kur'an, yaptığı çeşitli mukayeselerle onu bu önemli kabiliyetini kullanmaya teşvik eder ve ebedî kurtuluşunun bu özelliğinden iyi bir şekilde faydalanmasına bağlı olduğunu bildirir; sadece baştaki gözlerin değil, kalp gözünün de körelebileceğini ve bunun ötekinden daha tehlikeli olduğunu hatırlatır. (bk. Hac, 22/46)

Kuran’a göre asıl kör, görme duyusunu yitiren değil basiretini kaybeden ve gerçeği göremeyendir. Kalp gözünü açık tutan, aklını ve zihnini hakikat ve hidayeti bulma yolunda kullanan basiret sahipleriyle basiretsiz ve sapık kimseler arasındaki fark, görenle görmeyen, aydınlıkla karanlık, hayatla ölüm arasındaki fark kadar büyüktür. (bk. Fâtır 35/19; En‘âm 6/50; Ra‘d 13/19)

Örnek olarak, Fatır suresinde geçen 19-24 ayetlerin mealleri ve kısa açıklamalarını verelim:

“Âmâ ile (görmeyenle) gören bir olmaz.”

Âmâ ve görenden murat, kâfir ve mümindir. Kör ifadesinden maksadın put olduğu, gören ifadesinden maksadın ise Allah olduğu ve bunun bir mesel olarak ifade edildiği de söylenmiştir.

“Karanlıklar ile aydınlık da.”

Yani, batıl ve hak da aynı değildir.

“Gölge ile sıcaklık da…”

Sevap ve ceza da bir değildir.

Ayette “lâ” kelimesinin tekrarı, ziyadesiyle tekit içindir. Ayette geçen “harûr” kelimesi, “sıcak esen rüzgâr” demektir. Ayrıca, gündüz esen sıcak rüzgâra “semûm”, gece esene ise “harûr” denilir.

“Ölüler ve diriler de bir değildir.”

Bu ifadeler, mümin ve kâfirler için başka bir temsildir. Bu; birincisinden daha beliğdir, bundan dolayı “bir değildir” fiili burada tekrar edildi. Ayrıca, ölüler ve dirilerden maksadın alimler ve cahiller olduğu da söylenmiştir.

“Şüphesiz Allah, dilediğine işittirir.”

Allah, hidayetini dilediğine işittirir, böylece onu ayetlerini anlamaya ve verilen öğütlerden ders almaya muvaffak kılar.

“Ama sen, kabirlerdekilere işittirecek değilsin.”

Ayetin bu kısmı, küfürde ısrar edenlerin ölülere benzetilmesine bir terşihtir ve onlardan ümidi kesmede etkin bir anlatımdır.

Terşih, mecazi anlatım esnasında, o mecaza bağlı yeni ifadeler kullanma sanatıdır. Ayette kâfirler önce ölü kimselere benzetilmiş, ardından da “Sen, kabirdekilere işittirecek değilsin.” denilerek terşihte bulunulmuştur.

“Sen ancak bir uyarıcısın.”

Sana düşen ancak uyarmaktır. Onlara duyurmak ve kabul ettirmek ise, senin vazifen değildir.

Sorularla İslamiyet

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.

İslam Haberleri