Röportaj: Ahmet Bilgi-RİSALEHABER
Yazar Ali Selim ile yaptığımız röportaj
ETE KEMİĞE BÜRÜNMÜŞ BİR KUR’AN
Piyasada çok sayıda Efendimizi (asm) anlatan kitap var. Farkları var?
Kitabın yazar notunda da ifade etmeye çalıştığım gibi, Rahmet Elçisinin engin okyanusuna dair yapılan her çalışma, taliplilerine kendi kabınca bir şeyler taşır. Ben de kalemim elverdiği ölçüde Rasulullah’ın (asm) her anı rahmet ve hikmet yüklü hayatından aldığım bazı dersleri ifade etmeye çalıştım.
Allah Rasulü’nün yaşamı tıpkı kâinat gibi olağanlık içinde bir olağanüstülük barındırır. Bu olağanüstülük, yaşama dair ne varsa, abesiyetin asla uğramadığı bir hikmet ve ye’sin yaklaşamadığı bir ümit zemininde ortaya çıkan bir olağanüstülüktür. O’nun, hayatın olağan seyri içerisindeki durum ve hadiseler karşısındaki duruşuna, tepkisine, değerlendirme biçimine, Kur’anî ölçülerle bakan herkes, Rasulullah’ı (asm) ete kemiğe bürünmüş bir Kur’an olarak tanımlamakta zorluk çekmez.
Ezeli hitaba muhatap olmadan önceki yaşamı da yine Kur’an’ı, -tabir yerindeyse- karşılamaya ve ondaki ezeli hikmeti tüm yönleriyle kabul etmeye hazırlanma safhası olarak ele alınmalıdır ki böyle bakıldığında onun peygamberlik öncesi döneminin de, yaşadığı dönemle asla sınırlanamayacak ve bugüne taşınması gereken nice mesajlarla yüklü olduğu fark edilecektir. Bu kitap Resul-i Ekrem’in (asm) vahiy öncesi/sonrası tüm hayatının bir hikmet ve rahmet dersi olduğuna dair okyanustan bir damla gibi bazı hatırlatmalarda bulunmaya çalışıyor yalnızca…
ALLAH YAŞAMIN TÜMÜNDE NASIL BİR HAREKET TARZI İSTİYOR, SORUSUNUN VERİLMİŞ CEVABIDIR
Asr-ı saadette yaşanan muhtelif olaylar üzerinden Efendimizi (asm) anlatıyorsunuz. Olayları neye göre seçtiniz?
Rasulullah (asm) hayatın içinde inşa edilen ve hayatı inşa eden bir dinin peygamberidir. Varlık tüm gerçekliğiyle durur Allah Rasulü’nün (asm) önünde ve öyle muhatap olur ona. Hayatın içinde ise –en azından olaylara vahyin baktığı yerden her zaman bakamayan bizler için- yalnızca iyilikler, güzellikler, sevinçler, başarılar, zaferler vs yoktur. Kötülük, zulüm, yenilgi, hastalık, ölüm, maddi ve manevi kayıplar gibi, karşılaşmaktan hiç de memnun olmayacağımız kavramlar da bu hayatın gerçeğidir. Ve tüm bu olumsuzluklara karşı duruşumuz ve onları değerlendirme biçimimiz nasıl olmalıdır, sorusu hiç gündemimizden düşmez. Bu yüzleşme, aynı zamanda imanımızın da sınandığı anlardır. Vahyin öğretilerinin, pratik hayattaki bu yüzleşmelerde yansıması nasıl olmalıdır ve sözle, tavırla, mimikle, düşünceyle, hangi davranış şekli rızayı ilahiye uygundur, sorusu tek bir örnekle cevabını bulur; Hz. Muhammed (asm)’le... Dolayısıyla Vahyin genel prensiplerinin pratik hayatın ayrıntılarındaki beklentisidir Rasulullah (asm)… Yani, Allah yaşamın tümünde nasıl bir hareket tarzı istiyor, sorusunun verilmiş cevabıdır Hz. Peygamber (asm). Elçi kitabında hayatın zahiren tatsız görünen olaylarından bazıları, Rasulullah’ın (asm) yaşamının rehberliğinde ele alındı. Bir mümin hastalıkları ve ölümü nasıl değerlendirmelidir? Zafer ve yenilgi neye göre belirlenir? Başarı ve başarısızlığı ne belirler? gibi konulara dair Nebevi yaklaşımdan örnekler sunulmaya çalışıldı. Yine insanlarla muhatap olma biçimi ve onların davranışları karşısındaki tutumuna dair bazı tablolar da aktarıldı okuyucuya…
HZ. PEYGAMBERİN (ASM) BU SÜNNETİ YERİNE GETİRİLMEDİĞİ İÇİN…
Hz. Peygamberin (asm) tefekkür yönüne de değinilmiş kitapta…
Evet… Bakın bu özellikle modern zaman Müslümanları için ayrı bir önem taşıyor. Modern Batı, bilimsel başarısını, pozitivist dünya görüşünü benimsetmek adına bir meşruiyet zemini olarak kullanıyor. Oysa kâinatın işleyişiyle ilgili sürece dair gözlem bilgisine sahip olmak başka şeydir, o bilginin kâinatın ve hayatın anlamı için ne ifade ettiğini belirlemek başka şey.
Kur’an kâinat bilgisini daha ilk ayetten itibaren Allah’ın yaratışının ve yaratış amacının bir cevabı olarak ele almamız gerektiğini öğretti bize. Sonraki vahiy sürecinde de doğrudan veya dolaylı olarak sürekli aynı vurguyu yaptı; kâinat O’nun hikmet, şefkat ve kudret yüklü yaratışının bir tezahürüydü ve O’nu tanımak için sürekli bir delildi. Ve Hz. Peygamberin (asm) hayatına baktığınızda bu okumayı bu tefekkürü hiç bırakmadığını görüyorsunuz. Hadis-i Şeriflere dikkatlice bakan herkes, Hz. Peygamberin (asm) yaşamında kâinat tefekkürünün de önemli bir yeri olduğunu görecektir. Kitapta bu noktaya değinmeyi özellikle önemli ve gerekli gördüm. Zira imanın onore edilmesi için yaratılmış şu kâinat, Hz. Peygamberin (asm) bu sünneti yerine getirilmediği için, imanı rencide eden bir metaya dönüştürülüyor sesi çok çıkan inkâr ehli tarafından!
HERKES, HILFU’L-FUDÛL TOPLULUĞUNUN ÜYESİDİR
Günümüz yardım kuruluşlarına asr-ı saadetten ne gibi mesajlar veriliyor?
Ben meseleyi Resul-i Ekrem’in (asm) gençlik dönemlerinde üye olduğu Hılfu’l-Fudûl topluluğu üzerinden ele aldım. Malum o günün Mekke toplumunda yapılan haksızlıklara karşı kurulmuş bir topluluk Hılfu’l-Fudûl… Fıtratı bozulmamış her insan için haksızlığa karşı duruş sergilemek genel bir davranış şeklidir. Bugün de dünyanın birçok yerinde şahit olduğumuz zulümler ve hukuksuzluklar kol geziyor. Bu zulümlere karşı duruş sergileyen ve ellerinden geldiği ölçüde, ‘güçlü ama haksız zalimlere’ karşı, ‘güçsüz ama haklı mazlumların’ yanında yer alan herkes, Hılfu’l-Fudûl topluluğunun üyesidir yahut öyle görülmelidir. Bu peygamberî bir ahlaktır. Bir münker görüldüğünde, elle, dille ve gönülle karşı çıkmayı emreden bir peygamberin ümmetine, sesini/sözünü haksızlıklar karşısında yükseltmek yaraşır! Bu bazen hastalara sağlık hizmeti vermek muhtaçlara sağlık hizmeti götürmekle olur; bazen su kuyuları açmakla olur; bazen de Ahrar Meydanında, Müslüman kardeşlerinin haklı direnişleri adına miting düzenleyip “Yanınızdayız!” mesajı vermekle olur!
KUR’AN’I, HZ. PEYGAMBER’SİZ (ASM) ELE ALMAK ZULME KAPI AÇMAKTIR
Kur'an bize yeter diyerek mealcilik akımı başladı. Bunların amacı ne sizce?
Bir kere Kur’an mübarektir. Ona hayır ve bereket umarak yapılan tüm teveccühler asla sonuçsuz kalmaz. Cenab-ı Hak elbette, Arapça bilmeyen müminleri de göz önünde bulundurarak indirdi kelamını! Onun için ibret almak isteyen herkes kendi kabiliyeti miktarınca Kur’an’a yöneldiğinde ezeli bir hitaba muhatap olur; onun hidayetinden, hikmetinden biiznillah istifade eder.
Fakat meal okumak Kur’an adına yapılan tüm çalışmaları ve ondan istifade için açılmış usûl ve yöntemleri reddetmek için bir dayanak yapılıyorsa, işte burada ciddi bir problem vardır. Kur’an’dan bizim istifademizle, tüm yaşamını Kur’an’ı anlamaya, yaşamaya adamış bir müfessirin, entelektüelin istifadesini bir tutmanın insaf ve iz’anla açıklanabilir ne tarafı var? Ehl-i ilmin bu çalışmalarını, Kur’an’ı daha başka boyutlarıyla anlamak için bir “kazanım” olarak görmek yerine, “Benim anladığım bana yeter!” aymazlığına düşmek, en evvel kendi bilgi ve marifet yollarını kendi eliyle tıkadığı için kendine ihanettir insanın…
Bir de bu meselenin Allah Rasulünü (asm) devreden çıkarmaya varacak kadar katmerli cehalete dönüşen bir tarafı var ki, o büsbütün bir felaketin habercisi… Sahabeden bize ulaşan bilginin doğru olup olmadığına dair bir vehmin köpürtülerek garip bir bilinemezciliğe dönüştürüldüğü ve ilmi bir gerçekmiş gibi belirli kesimler tarafından sürekli halkalara empoze edildiği bir süreci yaşıyoruz. Sahabeden gelen bilgileri reddedenler, ellerindeki Kur’an’ı doğrudan Cebrail’den almadılar herhalde! Tek bir harfine bile dokunmadan Kur’an’ı sonraki nesillere taşıyan sahabe, Kur’an’ın kendisine nüzul ettiği ve “Kim benim yerime bir söz uydurursa Cehennemdeki yerini hazırlasın” diyen Hz. Peygamber’lerine (asm) dair mi yalan yanlış sözler uyduracaklar Allah aşkına!
Bakın, Kur’an’ı, Hz. Peygamber’siz (asm) ele almak, onu herkesin mesnetsiz bir tevil zemininde istediği şekilde yorumlama yetkisini kendinde görmesi gibi bir zulme kapı açmak demektir. Sünnet, Kur’an’ı, varlığa, hayata, bireysel ve toplumsal ilişkilere nasıl uyarlayabileceğimize dair ilahi denetimden geçmiş bir metodolojidir. Eğer bu metodolojiyi yok sayarsanız, Haricîlik çıkar, Batinîlik çıkar, DAEŞ çıkar, vs… Hz. Ali’nin İbn-i Abbas’a haricilerle tartışırken sünneti delil olarak kullanmasını söylemesi bu açıdan çok önemlidir. Bir kısım İlahiyatçıların Sünneti yok sayarak nerelere savrulduklarını esefle izliyoruz. Vahye ve onun indirilişine doğrudan muhatap olan sahabe neslin şahitliğinde gerçekleşmiş nice hadiseler var ki, o bilgileri yok saydıkları için, Kur’an’ın da o meseleyle ilgili haberini ya yok sayma yahut akla hayale gelmedik garabetlerle açıklama yoluna gittiklerine şahit oluyorsunuz. Ay yarılmasının gerçekleşmediğini savunanlardan tutun, iki dinin kutsalı Hz. İsa’nın mucizevi doğuşunu Hz. Meryem’e hermafroditlik (çiftcinsiyetlilik) isnat etmeye kadar varan rezillikleri, Kur’an’ı referans göstererek ispat etmeye çalışıyorlar. Bu, Kur’an’ı nesneleştirmektir, edilgenleştirmektir. Bilimin pozitivist ilkelerine, vahyin mesajını denetleme hakkı verenler kimin hizmetkârı olduklarına iyi baksınlar. Mucizeyi ideal koşullarda gerçekleşecek bir sürece dönüştürmek, tüm süreçleri Allaht’an bağımsız olarak tanımlamaya zemin hazırlar yalnızca! Aklı gözüne inmişleri memnun etmek için ilahî olanı fani olana mahkûm etmek, dünyayı ahirete tercih etmektir.
Hâsılı meal okumak güzeldir, lakin yukarıdaki garabetleri barındıran mealcilik değil!
MUHAMMED’DEN ÖNCE/MUHAMMED’DEN SONRA (ASM)
Kapakta hepimizin çok iyi bildiği "M.Ö-M.S." harflerini siz farklı bir anlamda kullanıyorsunuz? Neden?
Kitabın hemen başına serlevha edilen bir hadis-i şerif var; “Kim bir musibete uğrarsa benim yokluğum sebebiyle maruz kaldığı musibetini hatırlasın. Çünkü bu en büyük musibettir” buyuruyor Allah’ın elçisi… Kitap aslında bir açıdan bu hadisin bir şerhi gibi…
Çünkü Hz. Peygamberin (asm) olmadığı ve getirdiği nurdan nasipsiz bir dünyanın, sonu acı ve kederle biten bir öyküden ibaret kalacağını fark etmek hiç zor değil.
Bir kere O’nun gelişiyle insanlığın en temel varoluşsal soruları cevabını buldu. Yine O’nun getirdiği vahiy öylesine bir iksir ki, yaşamın içinde olumsuzluklara dair ne varsa hepsi de O’nun öğrettiği şekilde bakıldığında hayra ve güzelliğe dönüşüveriyor!
Onun için eğer insanlık tarihi öncesi ve sonrasıyla zaman şeridinde bir başlangıç noktası belirleyecekse, bu, tüm kuşatıcılığıyla Resûl-i Ekrem’in (a.s.m) gelişi esas alınarak gerçekleşmeli... Çünkü onun yeryüzüne ayak basmasıyla bu dünyadan göçüp gitmesi arasındaki fark, başta insan olmak üzere tüm bir varoluşun adeta yeniden yaratılışı gibi bir dönüşümü ifade ediyor. Bu yüzden gerçek milat Rasulullah’ın yeryüzüne teşrifidir. Ben de M.Ö/M.S’yi Muhammed’den Önce/Muhammed’den Sonra (asm) şeklinde ifade ettim.
“İLK ADIM” DENEMESİ
Kitabı “siyer-i nebi okumaları için bir giriş denemesi” olarak tanımlıyorsunuz. Bundan sonraki çalışmanız ne olacak?
Elçi, kronolojik bir siyer-i nebi değil… Daha çok, Siyer okuması yapmak isteyenler için bir bakış açısı kazandırmaya dönük kaleme alınmış bir “ilk adım” denemesi… Elçi’yi okuyanlarda Rasulullah’ın hayatını öğrenmek için bir iştiyak ve bir merak oluşursa kitap vazifesini tamamlamış olacak inşâallah… Elbette bir siyer-i nebi yazmak benim için şu an yalnızca güzel bir duadan ibaret…
Sonraki çalışmayla ilgili olarak ise henüz bir şey söylemek için erken… Gerçi uzunca bir süredir çalışmak istediğim ve bazı makalelerimi kaleme aldığım bir kitap dosyasına yoğunluk vermek istiyorum. Ama dediğim gibi ne zaman tamamlanacağına dair bir fikrim yok henüz.
DİYANET’İN BASTIĞI RİSALE-İ NUR’UN REFERANSI
Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından neşredilen Risale-i Nur Külliyatının ilgili kitapları da ilk kez bu çalışmada referans olarak gösteriliyor galiba
İlk mi bilmiyorum; fakat ilklerden olduğunu zannediyorum. Çünkü Diyanet’in Risale Neşriyatı çok yakın bir zamanda başladı. Elbette bu benim için güzel bir hatıra olarak kalacak her zaman... Risalelerin Diyanet eliyle neşri Bediüzzaman’ın büyük bir temennisiydi. Bu elbette ki bizler için de böyleydi. Birkaç yıl önce yine sizler aracılığıyla gerçekleştirdiğimiz “Risale-i Nur, Medya ve İletişim” başlıklı röportajda da birçok insan gibi ben de Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Risaleleri neşretmesi gereğine dair duamı ifade etmiştim. Hamdolsun, böyle bir adımla yüzbinleri tebessüm ettirdi ve duasını aldı Diyanet… Böylesine gerçekleşen bir duanın tahakkukunun hatırası olarak Diyanet neşrini referans göstermek beni mutlu ediyor.