Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), Al-i İmran Sûresi 7-9. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:
7-Sana Kitâb’ı (Kur’ân’ı) indiren O’dur; onun bir kısmı muhkem âyetlerdir ki onlar kitâbın anası (esâsı)dır, diğerleri ise müteşâbih (âyetler)dir.(*) Ama kalblerinde bir eğrilik bulunanlar, fitne çıkarmak ve onun te’vîlini aramak için hemen ondan müteşâbih olanının peşine düşerler. Hâlbuki onun te’vîlini ancak Allah bilir. İlimde râsih (derinleşmiş) olanlar da. (Onlar:) “(Biz) ona inandık, hepsi Rabbimiz tarafındandır!” derler (ve o gizli hakikati izhâr ederler). Ve (ondan, selîm) akıl sâhiblerinden başkası ibret almaz.
8-(Hem onlar derler ki:) “Rabbimiz! Bizi hidâyete erdirdikten sonra kalblerimizi (haktan) eğriltme! Ve bize, tarafından bir rahmet ihsân eyle! Şübhesiz ki Vehhâb (çok ihsân edici) olan, ancak sensin!”
9-“Rabbimiz! Hakkında şübhe olmayan (geleceği muhakkak) bir günde insanları bir araya getirici olan muhakkak ki sensin!” Şübhesiz Allah, va‘dinden dönmez.
(*) Muhkem âyetler, ma‘nâsı açık olanlar; müteşâbihler ise, îzâhı ve te’vîli gerekenlerdir. (Nesefi, c. 1, 222)
“Evet, Kur’ân-ı Kerîm, umûmî bir muallim ve bir mürşiddir (doğru yolu gösterir). (...) Nev‘-i beşerin ekserîsi avamdır (halk tabakasıdır). Mürşidin nazarında ekall (azınlıkta olanlar) eksere (çoğunlukta olanlara) tâbi‘dir. Yani umûmî irşâdını ekallin hatırı için tahsîs edemez (husûsîleştiremez). Maahâzâ (bununla berâber), avâma yapılan konuşmalardan havas (üst tabaka) hisselerini alırlar. Aksi hâlde, avam yüksek konuşmaları anlamaktan mahrum kalır. Ve kezâ (bunun gibi) avâm-ı nâs (insanların avam tabakası), ülfet ettikleri (alıştıkları) üslûblardan ve ifâdelerin çeşitlerinden ve dâimâ hayâllerinde bulunan elfâz (sözler), meânî (ma‘nâlar) ve ibârelerden fikirlerini ayıramadıklarından, çıplak hakīkatleri ve akliyâtı fehmedemezler (anlayamazlar). Ancak o yüksek hakāikın (hakīkatlerin), onların ülfet ettikleri ifâdeler ile anlatılması lâzımdır. Fakat Kur’ân’ın böyle ifâdelerinin hakīkat olduğunu i‘tikād etmemelidirler (düşünmemelidirler) ki, cismiyet ve cihetiyet (Allah’a cisim ve yön isnâdı) gibi muhâl (imkânsız) şeylere zâhib olmasınlar (kapılmasınlar). (...) Bunun için, müteşâbihât denilen Kur’ân-ı Kerîm’in üslûbları hem hakīkatlere geçmek için, hem en derin incelikleri göstermek için, avâm-ı nâsın gözlerine birer dürbün, birer gözlüktürler.” (İşârâtü’l-İ‘câz, 167)