Kur’an’ın öğretimi

Hüseyin KARA

Kur’an’dan Risale-i Nur Perspektifinde Günümüze Mesajlar (4)

Kur’an’ın asıl amacı Allah’ın varlık ve birliğini herkesin anlayacağı tarzda ders vermektir. Elbette Kur’an’ın asıl muhatabı da insandır. İnsan düzelse, yani tevhidin bayrağını hakkıyla taşıyıp halifelik unvanıyla varlık âleminin semalarında dalgalandırsa, kâinat çapında birlik, düzen ve uyum kendiliğinden meydana gelir. Bu bakımdan Kur’an’ın öğretimi insanın kabiliyetlerine göredir, yani öğretimi insanı temelaldığından pedagojiktir.

Kur’an, Allah’ın ulûhiyetini insana kavratmak için, başka kitaplarda olmayan kolaylaştırıcı bir üslup kullanır.İnsanın kâinatın sırlarına ermesine yardımcı olur. Mesela; insan, “Ancak sana ibadet ederiz” derken, geniş alana yayılan vahidiyet tecellilerinin içinde bir dayanak bulmada zorlanabilir. İnsan, tek ve hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah’ı düşünerek muhatap alabilmek için “vahidiyet”i gösteren delillerden çok “ehadiyet”in mührünü taşıyan delillere ihtiyaç duyar. Çünkü “vahidiyet”in delilleri çok geniş olduğu için ne akıl ne de kalp onlar üzerinden bir dayanağı net bir şekilde ortaya koyamaz. Dolayısıyla somut bir dayanaktan ve delilden hareket ederek, “Ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardım dileriz” diye Allah’a muhatap olup tam bir huzuru sağlayamaz. Böylece vahidiyet tecellilerinin bolca olduğu geniş alanda yayılan fikrini bir noktaya yoğunlaştıramaz. Hele karışık bir zihinle bu daha da zorlaşır.

Bediüzzaman, Kur’an’ın öğretimindeki mucizeliği bağlamında, misal olarak  “Göklerin ve yerlerin yaratılışı ile dillerinizin ve renklerinizin farklılığı da yine onun varlık ve birliğinin delillerindendir.”  ve “Şüphesiz bunda bilenler için mutlaka alınacak dersler vardır.[1]diye son bulan ayeti verir. Kâinatın geniş dairesinde, gök ve yerin yaratılışından bahsederken, bir anda zihnin kavrayabileceği daha küçük parçalara, yani insanın yaratılışına, sesine, yüzünün özelliklerine yönlendirerek tevhit mühürlerine dikkat çeker. Amaç, fikrinin dağılmaması, kalbinin boğulmamasıdır. Yoksa zihin öylesine dağılır ki ruh mabudunu bulmada ciddi zorlanır. Bediüzzaman, ayetin bu pedagojik öğretime işaretine bir mucize olarak bakar.[2]

Bizim de çıkaracağımız dersler var. Öğretirken, kapalı ve anlaşılması güç misaller üzerinden bir şeyi kavratmaya çalışmak yerine muhatabımızın anlayabileceği basit ve her an elinin altındaki materyallerle konuyu anlatmak daha pedagojiktir. Bu bir öğretme yöntemidir.

Bediüzzaman, bu ayetin başlangıçla sonu göstererek geniş bir alanda, yani insanın havsalasının alabileceği genişlikte, Allah’ın varlık ve birliğine, düşünce gücünü kullanarak huzur verici sonuçlara varabileceğine işaret ettiğini söyler. Bir tarafta gökyüzü ve diğer tarafta dil ve renk açısından çok değişken olan insan muhayyilesi için büyük bir zenginliktir. Sadece bu iki unsur arasında insan hayali nereye gidip gelmez ki!

Ayet, gökyüzü ve yeryüzünü insanın düşünceufkuna sunarken, dikkatini daha çok her zaman şahit olduğu insanın dil ve renk farklılıklarının muhteşemliğine yoğunlaştırır. Gökyüzü ve yeryüzünün meydana getirilmesinde elbette akılları durduran bir muhteşemlik var. Bu muhteşemlik insan gücünün çok üzerinde olduğuysa bir geçektir. Ama yalnızca insanların dil ve şivelerinin farklılığı, seslerinin çeşitliliği, kişiliklerine varıncaya kadar geniş mozaikliği ve bunun sonucunda ortaya çıkan manzaranın da son derece uyumlu ve düzenliliği akılları durduracak niteliktedir. İnsanın bu iki büyük unsur arasında kıyasa gitmesi zor değil. Gökyüzü ve yeryüzünde hangi kader kalemi işliyorsa, çok karmaşa gibi görülen insan toplumlarının A’dan Z’ye her tarafına sinmiş ölçülülük ve nizamdada aynı kader kaleminin işlediğini görmemek mümkün değil.

Gökyüzü ve yeryüzünün muhteşemliğini görmek mümkün, ayrıntı ama sanatlı olan daha küçük şeylerin farkına varmak ise zordur. İşte ayet, belki de ünsiyet perdesi altında gizli kalmış bu ayrıntıları –bunlara ayrıntı da denmez- aralayarak gözler önüne sermeyi veciz bir şekilde dikkatlere verir. Yukarıda konu edilen ayetin olduğu Kur’an’ın bu suresinde “Onun ayetlerindendir” diye başlayan altı ayet[3] de aşağı yukarı Allah’ın varlık ve birliğini ders verir. Bediüzzaman bu ayet silsilesiiçin “Bir silsile-i cevahirdir, bir silsile-i nurdur, bir silsile-i i’cazdır, bir silsile-i icaz-ı i’cazidir” diye niteleme yapar ve şu definelerde gizli olan elmasları gösterebilme kendi arzusunaise zamanın darlığınınengel olduğunu söyler.[4]

Konu edilen ayet irdelenirken, gökler ve yeryüzünün ancak insanla bir değer kazanacağı da kendiliğinden ortaya çıkar. İnsan yoksa, ne kadar muhteşem de olsa, serginin bir önemi kalmaz. “Bilenler için alınacak dersler vardır” ayeti, kâinatın ancak bilgi ve çok yönlü araştırmalarla sırrının çözüleceğine bağlar ve bilginin insandan ayrılmaz köklü bir özellik olduğunu vurgular.[5]

Altı ayet, Allah’ın varlığını ve tek olduğunu insanlara ders verirken, ayetlerin sonunda  “Düşünebilenler için, farklılıkları bilenler için, kulak verenler için, aklını kullananlar için bunda ayetler vardır” diye vurgusu, sanki bu uçsuz bucaksız delilleri ancak düşünce kapasitenin kullanımıyla kazanılabileceğini dikkatlere sunar. Elbette bu tevhidîyakînilik kendiliğinden insana ayan olamaz. İnsanda var olan akıl ve düşüncekapasitesininzorlanması gerekir. Bilim dünyası bu vurgunun açılımından başkası değil. 

Bu ayet grubunun biri olan  yani “Yine O’nun ayetlerindendir ki gök ve yer O’nun emriyle ayakta durur. Sonra O sizi bir emirle çağırdığında derhal kabirlerinizden çıkarsınız.”[6]ayeti, Allah’ın kâinatı nasıl idare ettiğini gözler önüne sererek ve haşir olayının da olmasına zihni hazırlayarak yüce bir üsluptakip eder.  Şöyle ki, önce gök ve yer muhteşemlikleriyle insan gücünü aşan bir kuvvetle ayakta durduklarını dikkatlere sunar. Düşünebilen insanın bunda hiçbir şüphesi olmaz. Kesinlikle bilir ki bu oluşumlarda kendi dehaleti asla olmamıştır. Yeryüzündeki oluşumlar üzerinde de biraz kafa yoran, mesela bir baharda bütün tabiatın canlandığını ve bunun da olağanüstü bir sanatla oluştuğunu bizzat görür.Zihin bu kez büyük bir mesafe almıştır. Ayetin sonunda “ İşte o zaman kabirlerinizden böyle çıkarsınız”der ve zihni şüpheden uzak bir sonuç olan haşir olayının nasıl meydana geleceğine hazırlar.

Bediüzzaman burada Kur’an’ın bu erişilmez üslubu karşısında hakiki tercümesinin asla yapılamayacağını da vurgular. Bu kadar geniş algıyı bir cümleyle ifade edip gözler önüne sermek beşer üslubuyla bir başka dilde mümkün olmadığını söyler.[7]

Şura suresinin bu altı ayeti şirkin her türünü reddeder. Sanki birbirinin sonucu ve birbirinin delili gibi sıralanmışlar. Düşünebilenler bu tevhit delillerinin karşısında söz bulup bir şey söyleyemez. Kâinat büyük tevhit delili olurken, her zerresi de bu tevhit delilininküçük dili konumundadır. Sayısız tevhit delillerine muhatap olan insan ancak akıldan istifa etmesi halinde inkâr yoluna sapabilir.

Kâinat bütünüyle muhteşem bir tevhit korosudur. Bu yüksek sesi duymamak için kulakların tıkalı olması gerekir. Zerre de kâinat da “Lailaheillellah” der. Kur’an’sa, kâinatı okuyan ve insanların anlayabileceği şekilde onu açıklayan kelam sıfatının somut belgesidir. Ona kulak verenin “Allahtan başka ilah yoktur[8] diye o gür sedayı işitmemesi mümkün değildir.

Ve Bediüzzaman, bu altı ayetin, şirkin hiçbir türünün nüfuz edemeyeceği türde her şeyi gözler önüne serdiğini veciz bir şekilde dile getirir: “Evet, şu bürhan-ı münevverin altı ciheti de şeffaftır. Üstünde sikke-i i’caz, içinde nur-u hidayet, altında mantık ve delil, sağında aklı istintak, solunda vicdanı istişhad, önünde hayır, hedefinde saadet-i dâreyn, nokta-i istinadı vahy-i mahzdır. Vehmin ne haddi var, girebilsin?[9]

Kâinat, tekvini şeriatın tevhit tomarıdır.Az bir fikir jimnastiği bile insanı o açık ufuklarda uçurup mutluluğun sonsuzluğuna eriştirecek yollarına kavuşturmak hiç zor değil. Kâinat yalnız başına bile tevhide yeterlidir. Ancak Allah bununla yetinmemiş, Kur’an vasıtasıyla, kelam sıfatının bir tecellisi ve merhametinin bir eseri olarak, sayısız tevhit delillerinin ipuçlarını gözler önüne sererek kullarına yardımcı olmuştur. İnsan olarak bize düşense bizdeki akıl, kalp, vicdan ve duygu zenginliğiyle azıcık bir araştırmanın içinde bulunmak.  


[1] Kur’an, Rum:22

[2] Nursî, B.S. Sözler, 1.Söz, erisale.com

[3] Altı ayetin tercümesi şöyle: “Sizi topraktan yaratmış bulunması, O‘nun ayetlerindendir; sonra siz, yayılmakta olan bir beşer (türü) oldunuz.*Onda ‘sükûn bulup durulmanız’ için size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet kılması da O’nun ayetlerindendir. Hiç şüphe yok ki bunda düşünebilmekte olan bir kavim için gerçekten ayetler vardır.* Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı olması da O’nun ayetlerindendir. Hiç şüphe yok ki bunda, âlimler için gerçekten ayetler vardır.* Geceleyin ve gündüzün uyumanız ile O’nun lütfundan aramanız, O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz işitebilen bir kavim için gerekten ayetler vardır.* Size bir korku ve umut olarak şimşeği göstermesi ile gökten su indirmek suretiyle ölümünden sonra yeri onunla diriltmesi de O’nun ayetlerindendir. Hiç şüphe yok ki bunda, aklını kullanabilecek bir kavim için gerçekten ayetler vardır.* Göğün ve yerin O’nun emriyle durması da O’nun ayetlerindendir. Sonra sizi yerden bir çağırma ile çağırdığı zaman hemencecik siz (bir de bakarsınız ki) çıkarılmışsınız.* (Rum: 20-25) 

[4] Nursî, B.S. Sözler, 1.Söz, erisale.com

[5] Kur’an Yolu (2012), (Kurul), Diyanet İşleri Başkanlığı, Ankara

[6] Kur’an, Rum: 25.

[7] Nursî, B.S.Mektubat, 29. Mektup,4. Nükte, erisaale.com

[8] Kur’an, Bakara: 255.

[9] Nursî, B.S. Hutbe-i Şamiye, erisale.com

 

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.