İslamiyetin en büyük bayramı olan Kurban Bayramı Hz. İbrahim’i dünyamıza taşır. O ayda onun izinde hacca gidilir, onun izinde kurban kesilir. İbrahimi olmaya çağırıdır bu mevsim… Tevhidin babası Hz. İbrahim’in yolunda gitmeye çağrıdır.
İbrahim (as) fıtrat yolunu sembolize ediyor. O’na halilullah, yani Allah’in dostu deniyor. İbrahim (as) bize dost olan Allah’a teslim olmanın insanın fıtratının gereği olduğunu gösteriyor. Bunun dışındaki her şeyin fıtratımıza ters olduğunu gösteriyor.
Bu anlamda Kur’an bir hatırlatıcı olarak kendini tanıtıyor, özümüzü hatırlatmak için, kendimizi hatırlamamız için. Yoksa bize ekstra bir yük getirmek için değil. O zaman bizim yapmamız gereken kendimizi keşfetmek. Miracımız budur.
Peki nasıl yapıyor bunu İbrahim (as)? Bütün putları kırarak... Dışarıdaki putları kırmak kolay, ya içeridekileri? “Dost olan O”, dışındaki bütün bağımlılıklarımız, takıntılarımız, hepsi aslında birer put… Hz. İbrahim bize bunu gösteriyor. Nasıl?
Tefekkür ile İbrahim (as) bizlere fıtratımız hakkında şunu öğreniyor: “Ben batıp gidenleri sevmem.”
Sevmek tapmaktır. Sevmek ibadettir. Bizim sevgimiz hangisi? Hz. İbrahim sonsuz olmayan hiç bir şeyi sevmediğini keşfediyor, ve Sonsuz olana bu şekilde ulaşıyor. Aslında her insanin kalbi ancak Dost’a bağlıdır. Dost için bağlıdır. Kalp hiçbir zaman başkasını sevemez! “Kalp ayine-i sameddir”. Benim sevgilerimde, aşklarımda sadece Dost vardır, Dostumda hep sevgiler, aşklar…
Problem şu ki biz kalbimizin sesine göre yasamıyoruz… Kendi hayallerimizle, hevamızla, ürettiğimiz düşüncelerle kalbin bu sesini kısıyoruz… Ona sus diyoruz. Cehennemi hallerimizin nedeni budur… Cehennemi hallerimiz kalbimizin ağlama sesidir. Kalbimin “kurtar beni bu zulümden” ağlamasıdır.
Bunu nasıl anlayacağız? Bir çocuk düşünelim. Kalbimize sorduğumuzda, o çocukta neyi severiz? Sefkat, saflık, güzellik, ulvilik…
Bazen de ne yazık ki kalbimizle sevmeyi reddediyoruz. Kalpten sevmenin önünü kapatıyoruz. Sevdiklerimize sevdiğimizi bile söylemekten korkuyoruz. Çünkü kalpten sevmek acıtabilir… Aslında bu da kalbin bu özellikleri sevdiğinin bir işareti. Yani kalp yine sever de, kalp sevmesin diye çok ilgilenmeyiz çocukla, bakmayız, içimizi açmayız.
Burada önemli bir nokta var. Kalbimizden sevdiğimizde aklımıza sormayız… Kalbimiz otomatik olarak bağlanır. Çocuğu, sevgiliyi gördüğümüzde otomatik olarak gülümseriz. Fıtri bir şekilde…
Peki kalbim çocukta, neyi seviyor? Sefkat, saflık, güzellik, ulvilik… Kalbim bu özellikleri severken hiç bir limit koyuyor mu? Yoksa aslında o anda: Sonsuz şefkat, sonsuz pak, temizlik, sonsuz güzellik ile mi temas kuruyor?
Kalbim aslında çocuk aynasında gözüken bu sonsuz özelliklere aşık… Rahman, Kuddüs, Cemil… Bütün güzel isimler Allah’ındır. Kalbim aslında hep bu isimlere aşık. İste Hz. İbrahim (as) fıtratımızda olan kalbin özünü çıkartıyor ortaya…
Kalbimiz sonsuz özelliklere aşık. Fakat biz kalbin bu sesini tıkamak için bir sürü perde koymuşuz. Sevgilerimizi başkalarına değil, kendimize bile itiraftan çekiniyoruz.
Hz. İbahim putları kır diyor, perdeleri bir bir indir diyor. Perdeler nedir?
Çocuk ve sevdiklerimiz özelliklerinin sahibi. Ve çocuk, ve sevdiklerimiz büyüyecek, bir gün benden ayrılacak vs. Ne kadar acı, hem sevmek istiyorum, hem ayrılacak benden!
Ben kendi özelliklerimin sahibiysem… Nasıl muhafaza edeceğim? Herkese bunu nasıl kabul ettireceğim? Herkese kendimi beğendirme putunu fark ettik mi hiç?
Bu limitleri sonradan koyuyoruz. Kalbimizin sesi değil bu… Bu perdeler ile kendi cehennemimizi oluşturuyoruz. Kalbimiz ağlıyor, biz depresyona buhrana giriyoruz. Aslında depresyon bir mesajdır, susturma onu, ne dediğini dinle. Sana kalbinin aynasındaki Rabbinden bir mektuptur. Açıp okumamız gerekiyor. Ama biz ne yapıyoruz? Susturmak için her şeyi!
Kur’an kalbinizle tefekkür etmez misiniz diye soruyor bize. Bu ayetle İbrahim putları kırıyor. “Ben batıp sönenleri sevmem.” Hangi putları? Hayalimde kurduğum ve taptığım putları… Çocuğum, çocuğumun geleceği, bizim geleceğimiz, gururum, hedeflerim, imajım, sevdiklerim, kazanacaklarım….
Bunu fark edince, sakin bir şekilde kırarız putları. Putların büyüsü bozulur, Rabbin nuru girer ve karanlık gidiverir. Hz. Muhammed (asm) gibi. Kabe’deki putları nasıl kırdıysa, bende iç dünyamın Ka’besi olan kalbimin etrafındaki putları öyle kırmalıyım… İste Hac bu olayı yaşamak içindir… Kurban da bu olayı yaşamak içindir.
Sonra ne kalır geriye? Abdlik. Başka bir kimlik yok.. Saf, duru, aciz, fakir. Her şey O’nu gösteriyor, Herşey O’ndan geliyor. O zaman artık huzurdayızdır.
Peki çocuğumu, aşklarımı, güzel şeyleri sevmeyecek miyim? Rabbimin esmasının cilvesidir o çocuk, aşkım, güzellikler Rabbimin esmasının en güzel cilvelerindendir, başka bir şey değil. O zaman o çocuğu ve güzellikleri doyasıya sonsuz severim… Çünkü çocuğu, aşklarımızı, güzellikleri Allah’ın adıyla severiz…
O zaman O sonsuz, çocuğu öbür dünyaya gönderse, bizi sevgiliden ayırsa kabullenir miyiz? Neye bağlı olduğumuzu anlamak için önemli bir imtihandır bu. İste, İsmail’in kurban edilme meselesi. Bunu fark eden İbrahim çocuğuna mana-i ismi cihetiyle, yani kendine bakan yönünü, putunu kırmıştır. Tam o sırada Rabbi, oğlunu ona bağışlıyor, fakat aynı şekilde değil, mana-i harfiyle, yani Rabbinin özelliklerinin bir aynası olarak…
Kurban, Allah’a yakınlık, bunu simgeleyen bir ibadettir. Kurban edebilirsek bağımlı olduğumuz putları, her şey Dost’un aynası olur, Dost ile mahmur olur her yer, her şey, aşklarımız, sevdiklerimiz Dost ile Ruhdaş olur… İste bayram budur.. O zaman tekbirler gelsin, salavatlar okunsun. Tespihlerle hamdlerle yaşanan yeni bir hayat gelsin.
O zaman sonsuz şükürle, Dostla, Ruhdaşla bayram etme zamanıdır şimdi.
Kurban bayramınız, nefislerimizi kurban edişimiz kutlu olsun.