Dünya hayatı insanları özünden uzaklaştırdıkça, eşya üzerinde sebeplerin hakim olduğu vehmi ön plana çıkıyor ve buradan kaynaklanan güven duygusu kaybı fertleri stres ve gerginliğe sürüklüyor. Buna, ontolojik güvensizlik kaynaklı anksiyete diyebiliriz. Bu da günümüz insanının temel problemi ya da problemlerinin temel kaynağı olarak önümüze çıkıyor. Son dönemlerde ön plana çıkan ekonomik söylentiler karşısında insanların yaşadıkları kaygı ve endişe halleri de, bu durumun uzantısında ortaya çıkan kaygı ve endişe halleri de benzer bir psikolojik alt yapının uzantısında yaşanıyor olmalıdır. Bu aslında Batılı bir varlık algısının ruh dünyalarında yerleşmiş olması sonucu oluşan bir algı kırılması, varlığın Yaratan ile bağlantısının algı dünyalarında kopmasıdır.
Doğu ile Batı medeniyetlerini ayıran en önemli özelliklerden biri, Batılı anlayışın daha maddî ve eşya eksenli bakışı sebebiyle sistemi ön planda tutuyor olmasıdır. Doğu medeniyetinin şekillendirdiği insan tipinde ise varlığa daha geniş bir bakış, her şeyi bir arada kuşatan bir anlayış, kadirşinaslık, feragat, fedakârlık gibi üstün hasletler gözlenmekle birlikte, bunların beraberinde bir dağınıklık ve sistemsizlik hali izlenmektedir. Zaman zaman ana kaynağında müsbet ve iyi özelliklerden kaynaklanan tavırlar neticede yanlış mecralara sürüklenebilir ve günlük yaşantıda ferdin başını ağrıtacak sonuçlar doğurabilir. Meselâ karşılıklı güven çok iyidir, ancak ticarette ve başka tür akitlerde senet yapmamak veya akdi yazılı hale getirmemek fıtrî şeriata itaatsizliktir. İşleri karşılıklı anlayış halinde götürmek iyidir, ancak oturtulmamış bir sistem içinde hatır ve gönül ilişkileri ile işleri yürütmek her türlü organizasyonda sıkıntılara yol açacak sonuçlar doğurabilir. Doğulu insan tipinde sevgi, saygı, muhabbet ön plandadır ve ticarî, siyasî, sosyal ilişkilerde bu münasebetler üzerine tesis edilmiş bir yaklaşım hakim olur. Sistemin olmadığı yerlerde işleyişler kişiliklerden doğrudan etkilenecektir. Her kişiye göre değişen ve sürekliliği olmayan bir işleyiş hakim olacaktır. Bu ise istibdatlara ve zulümlere kapı açan önemli problemlerdendir. Sistemlerini kurmuş topluluklar ve işleyişler zaman, mekân ve kişilerden etkilenmeksizin sürekliliklerini korurlar. Günümüzde maddî güç ve teknolojik açıdan bizden çok ileride olduklarını düşündüğümüz Batılıların elde ettikleri başarılarda her işi sistemli bir şekilde ve belirli kurallarla yürütüyor olmalarının büyük payı vardır.
Bu gün İslâmı ya da hakikî insanlığı, insanlara anlatabilmenin en güzel yolu onun hayata, ruha hitap eden güzelliklerini yaşayarak ortaya koyabilmektir. Canım!..., Evet ama!..., Öyle de!... türünden başlangıçları olan cümlelerle doğrulukta oluşturulan eğilmeleri bir tarafa bırakıp tam inandığımız gibi yaşamamız şarttır. Yine varlık âlemimizde Kadir-i Zülcelalin eşyanın işleyişi tarzında koyduğu kanunlara riayet de bu tarz yaklaşımın diğer bir yönünü temsil etmektedir.
Saygıdeğer, Yusuf Kaplana göre Çinde de olsa alınacak olan veya alınması tavsiye edilen ilim bağlamında Asr-ı Saadette Çin ile bu günün Batısı benzer anlamları karşılamaktadırlar. Terakki yolunda kâinat kitabını iyi okumuş ve buradan elde ettiklerini sistematize etmiş Batıyı bu yönlerden örnek olarak görmek ve onlarda işleyen sistemlerin kendi yitik malı olduğunu kabullenerek almak şarttır. Doğunun Batıdan öğreneceği en iyi şey sistem ya da işlerde sistemin gerekliliğini idraktir. Bu İslâm inancı içinde yaşamaya çalışan ferdin günlük hayatında olduğu gibi ila-yı kelimetullah ve İslâm dâvâsının insanlara ulaştırılması konusunda da çok büyük önem arz etmektedir.
Şu an kâinat kitabı ile kelâmullah arasında, kâinat kitabının kelâmullah ışığında okunmamasından kaynaklanan bir kopukluk yaşanmaktadır. Oysa istikbalde hakim olacak Kurân medeniyeti hakkıyla zuhur etmek için bu ikisi arasındaki âhengin sağlandığı zamanları beklemektedir. Varlık âleminin sırlarını açacak olan bütün varlık kelimelerini okumak ve bunun gerçek anlamına ulaşabilmek için Kurânı bir anahtarlığı ve şifre çözücülüğüne inanıp, sığınmaktır. Kâinat kitabının bilimler tarafından okunması ile varlık âleminin pek çok sırları açılmış ve madde kendi açılımı ile yalnızca maddî plandaki izahların yeterli olmadığı bir noktaya gelinmiştir. Yani maddeci anlayış ya da bilimin ilâhlaştırıldığı ekoller kendi kendilerini yok etmişlerdir. Bu noktadan sonra beklenen gelişme bilimin içinden çıkamadığı ve tam anlamı ile aydınlatamadığı sırlara semavî izahların ışık tutmasıdır. İstikbalde hüküm sürecek ise bütün semavî izahları içinde bulunduran Kurân olmalıdır. Bütün işaretler bu yönü göstermektedir. Kurânın yolunda olanlara düşen ise bir sistem dahilinde ve sistematize edilmiş tarzda Kurân hakikatlerini insanlığa anlatmaktır. Yani, kâinat kitabının verileri ile Kurânın verilerini buluşturmaktır. Bunu yaparken anlattıkları hakikate gerçek anlamda ayine olabilmek en önemli vazifeleri olarak algılanmalıdır. Bu maksatla İslâmiyetin doğruluğunu ve doğru İslâmiyeti Kurân medeniyeti adı altında insanlığa ulaştırmak her Müslümanın daha geniş anlamı ile Allaha inanan herkesin birinci ve en hayatî vazifesidir.
Tam da gelinen nokta bu anlamda böyle bir fırsat yakalanmış olarak kabul etmek ve Batının birikimleri ile Doğunun eşyayı iki boyutlu algılayan ve madde ve mânâyı birlikte değerlendiren zenginliğinden kuşatıcı bir varlık algısına ulaşacak zeminler hazırlamak ve krizi fırsata dönüştürmek gerekiyor. Bu anlamda aklın nuru ile vicdanın ziyasından asrı nurlandıran hakikatlere ulaşmış olanların üzerine büyük bir sorumluluk düşmektedir. Âlemlerin Rabbinin nazarları mânâya çevirdiği şu dönemde ortaya çıkan münbit zemin bu sorumluluğu daha da arttırmıştır.
Yeni Asya