Said Nursî Hazretleri'nin, eserlerinde yüz küsur yerde bu küresel güç odaklarından gizli zındıka komitesi olarak bahsetmesi, talebelerini ve Müslümanları o gizli komiteye karşı uyanık ve tedbirli olma konusunda uyarması günümüz olaylarıyla irtibatlandırıldığında ne kadar da örtüşmektedir.
“Dikkat ediniz, küfrü mutlakı müdâfaa eden gizli komite içinize parmak sokmasın.” (Şualar, 13. Şua)
Üstad’ın bu ikazından, bu sinsî komitenin her tarafa parmak karıştırabileceğini anlıyoruz.
Gizli ifsad komitesinin içtimaî, hukukî, ekonomik, siyasî ve asayiş sahalarındaki muhtelif ifsadatı devam etmektedir.
1909 tarihinde Yahudi bir gazetecinin bir Alman gazetesinde yazdıkları dikkat çekicidir. Bu yazıda, o komitenin bir nevi hükûmet tarzında görevini yaptığını, üç yüz kişiden ibaret olduğunu, kendilerinden başka hiç kimsenin onları tanımadıklarını, bütün dünyanın geleceği hakkında hüküm verdiklerini, dünya ticaretini ve maddî imkânlarını ellerinde tuttuklarını, bu maddî güçle ülkeler üzerinde kültürel tahribat yaptıklarını, toplumların inanç ve değerlerini dejenere ettiklerini, zehirli bir ejderha gibi, kuyruğunun Filistin’de olduğunu, gerekli tahribatı yapıp âlemi ifsat ettikten sonra Kudüs’te bu Siyonist birliğini kurarak başla kuyruğun birleşmesi amacıyla plânlı bir çalışma içerisinde bulunduklarını ifade etmektedir.
Bu menhûs millet; başkalarının kanını dökmeden önce, maddî açıdan onlara üstün gelir, bu güçlerini kullanarak insanları satın alır ve figüran olarak kullanırlar. O milletin edebî ve kültürel damarlarını tahrip eder, sanat adı altında fikirlerini empoze ederek; gerek sinema, tiyatro, medya ve diğer araçlarla, gerekse dinî ortamlara ve din tedrisatı veren müesseselere sızarak inanç, ibâdet ve ahlâk temelleri üzerinde şüpheler ortaya atıp onların hayat damarlarını ve geçmişle olan bağlarını keserek mânevî açıdan kısırlaştırıp zayıf ve zelil duruma düşmelerini sağlamış olurlar.
Bugün dünya medyasına hükmeden ve ticareti elinde bulundurarak zayıf milletleri sömürge haline getiren bu habis ruh; savaşların, kargaşa ve terörün, ifsat ve bozgunculuğun öncü rolünü üstlenmiş ve değişik kanalları kullanarak emellerine ulaşmıştır.
Suriye, Irak, Afganistan, Filistin, Mısır v.b ülkelerin perişan hâli bu durumun acı örneklerinden sâdece bir kaçıdır.
Her türlü ihtilâlin, kışkırtıcılığın plânlanması ve uygulamaya konulması, insan hakları ihlalleri, ırkçılık hareketlerini organize, bölücülük ve anarşi odaklı çalışmaların kod ve şifreleri de yine bu menhûs ruhun plânlarında yer almaktadır.
Gücünü yahudi kuvvetinden alan süfyanizmi genç nesle şirin gösterip bu yolla dinden ve Kur’ân’dan uzaklaştırmak gibi önceden kararlaştırılmış plânlarını uygulamaya devam etmektedirler.
İnşâallah Kur’ân nuruyla gönlü ve gözü aydınlanmış olanlar, bu tuzağa düşmeyecekler ve sinsî plânları Allah’ın yardımıyla tesirsiz bırakacaklardır.
Cemaatler arası ve cemaat içi ihtilaflar icad edip körükleyen, çeşitli va’dlerle taraftar toplayan, ırk, bölge ve dil istismarcılığıyla fitne tohumları eken, her türlü gelişmenin ve kalkınmanın önüne farklı bahanelerle engeller koymaya çalışan, bunun için de farklı kesimleri kışkırtan yine bu komitedir.
Abdülhamit Han Hazretlerini tahttan indiren, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali (R.anhüm)’ün şehid edilmelerinde büyük rol oynayan ve Hilâfet-i İslâmiyeyi kaldırarak, süfyânî bir gücün hâkimiyetine yardım eden yine Yahudi milletinden müteşekkil o gizli komitedir.
Sultan Abdülhamid’e gönderilen Karaso şöyle alçakça bir teklif götürür: “Ben, mason cemiyeti tarafından zât-ı âlinize bir teklif ile geldim. Teklifimiz şudur ki: devletçe borçlusunuz. Borcunuzu ödemek üzere 5 milyon altın lira devletinizin hazinesine hediye ediyoruz; yüz sene sonra ödemek üzere 100 milyon altın lira da faizsiz borç veriyoruz. Buna karşılık bize Filistin’den az bir arazi hakkı tanıyınız.”
Cennetmekân Abdülhamid’in : “Ey alçak, huzurumdan çık git” şeklinde yerinde ve onurlu bir cevap verdiği tarîhen sabittir.
O cemiyet yılmadı, daha sonra 1901-1902 yıllarında Herzl’i gönderdi. O yüce Hâkan, Filistin’den verebileceği bir karış arazinin olmadığını, bu toprakların İslâm ümmetinin toprakları olduğunu haykırdı. “Saltanatın tehlikeye girdi” tehdidine de aldırmadı.
Ancak o gizli komite üçüncü kez bir atak yaptı, bu sefer İttihad ve Terakki Cemiyetini devreye soktu. Bir şey koparamayacaklarını anlayınca, Halifelik vazifesinden azletme konusunda ittifak ettiler. Bu amaçla Arap âlemindeki şer güçlerden ve İslâm Âlemini parçalamayı gözüne kestirmiş kişilerden yardım istediler. Neticede II. Abdülhamit Han’ın hilâfeti sona erince, hâkimiyet İttihad ve Terakki Cemiyetinin eline geçmiş oldu. Bundan sonra musibetler birer birer İslâm devletinin başına dökülmeye başladı ve önceden plânlanmış icraatlar tek tek uygulamaya konmuş oldu.
Kapitalizm ve komünizmin temelinde de bunlar vardır. Komünizm, dünyaya hükmeden bu gizli komitenin eseridir.
Ve aynı zamanda mason ve komünist işbirliğinin bir yansımasıdır.
Komünizmi yaymaya çalışan komünist komitesinin gizli ifsad komitesiyle beraber hareket edebileceklerini ve hükümetin de onlara ses çıkarmadığını 1948 yılında Afyon Hapsinde bildiren Bediüzzaman Hazretleri der ki:
«Hükûmet beni tam himaye ve bana yardım etmek, milletin maslahatına ve vatanın menfaatına çok lüzumu varken, beni sıkması îma eder ki; kırk seneden beri benim ile mücadele eden gizli zendeka komitesiyle şimdi onlara iltihak eden komünist komitesinden bir kısmı, ehemmiyetli birer resmî makam elde ederek karşıma çıkıyorlar. Hükûmet ise, ya bilmiyor veya müsaade ediyor diye çok emareler bana endişe veriyor.» (Şualar )
Birinci ve İkinci dünya savaşlarını bu komite tetiklemiş, Büyük Fransız İhtilalinin arkasında bu masonik oluşum durmuş, Arap ve İslâm Âlemine ırkçılık tohumlarını yine bunlar atmış, İslâm Devletlerinin parçalanmasını ve aralarında ihtilafların çıkmasını bunlar plânlamış, savaş kışkırtıcılığı yaparak İslâm ülkelerini birbirine düşürmüş, Ortadoğuda oynadıkları sinsî oyunlarla silah ticaretinden en büyük payı kapmışlardır...
İslâm âleminde dünden bu güne akıtılan kanların, yapılan zulümlerin, öldürülen çocukların, el konulan yer altı ve yer üstü kaynakların menfur emelleri ve Siyonist hedefleri için peşkeş çekilmesinin zâlim aktörleri de bunlardır.
Münafıkane tavır sergileyerek bazen Müslüman, bazen Hıristiyan görünüp, mezhep ve din ayırımcılığını körüklemek suretiyle halkları birbirine düşürmüşlerdir.
İslâm âleminde ırkçılık fikrini yayarak geri kalmışlığın sebebinin İslâmiyet olduğunu, ilerlemek ve güzel bir hayat yaşamak için İslâmiyeti terk etmeleri yönünde telkinlerde bulunmuş ve büyük fitnelere sebebiyet vermişlerdir.
Bediüzzaman Hazretleri de, insanlığın içtimâî hayatını sarsan faiz ve banka sistemini tesis eden, her çeşit bozguncu komitelerine karışan ve her türlü ihtilâle parmak karıştıran yine o millet olduğunu (Sözler, 25.söz, 2.şua; 5.Lem’a, 4.ışık) ifade buyurmuşlardır.
250 sene öncesine kadar dayanan bu menhûs komite; “medeniyet, demokrasi, insan hakları, hürriyet, eşitlik, kadın hakları, işçi hakları” gibi isimler altında kelime oyunlarıyla âlemi bozdular, özellikle Hıristiyan âlemi üzerinde etkili oldular. Bugün de o gizli komite, Evangelist adı altında başka bir cemiyeti bütün dünyanın başına musallat etmiştir. “Kutsal kitaba yönelmek” anlamına gelen bu tabir, ilk defa Protestan Reformu sırasında Luther ve onun bağlıları için kullanılmıştır. Bugün için Evangelizm, Amerika’daki Hıristiyan toplumunun tutucu kanadını ifade etmektedir. 20. Yüzyıl başında ABD’de Protestanlar arasında liberaller ve tutucular diye iki kanat ortaya çıkmış, “fundemantelist” (köktendinci) diye önce kendilerini isimlendirmiş, sonra da Evangelistler olarak tanımlanmaya başlamışlardır.
Yani bu komite şekilden şekle girmekte, yüzünü farklı din ve ırkları arkasına ve desteğine alarak tahribatına devam etmektedir.
Yine o komitenin kendi dâvaları için en büyük engellerden biri olarak gördükleri ve on dokuz defa zehirledikleri Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin şu ifadeleri tezimizi tavzih etmektedir:
“Efendiler! Otuz-kırk seneden beri ecnebi hesabına ve küfür ve ilhâd nâmına bu milleti ifsâd ve bu vatanı parçalamak fikriyle, Kur’ân hakîkatına ve imân hakîkatlarına her vesile ile hücum eden ve çok şekillere giren bu gizli ifsâd komitesine karşı, bu meselemizde kendilerine perde yaptıkları insafsız ve dikkatsiz me’murlara ve bu mahkemeyi şaşırtan onların Müslüman kisvesindeki propagandaclarına hitâben, fakat sizin huzurunuzda zâhiren sizin ile birkaç söz konuşacağıma müsâde ediniz.” (Şualar,12. Şua)
Kökü dışarıda olan o gizli zındıka komitesi, dîne dayalı devletleri ilga edip yerine laik sistemler kurdurmak suretiyle, İslâm ülkelerinde misyonerlik faaliyetlerini desteklemiş, İslâmiyet aleyhine konuşmaları teşvik etmiş, yeni kiliseler açılmasını, diğer din mensuplarının da ehl-i cennet ve ehl-i necat oldukları fikrini yayarak hoşgörü kültürünün yanlış yönlendirilmesine sebep olmuşlardır.
O gizli komitenin tahrik ve teşvikiyle, Kur’ân’a aykırı bütün metod, propaganda ve çalışmalar bütün hızıyla devam etmektedir.
Kur’ân’ın yeterli olduğunu (aslında Kur’ân’a inandıklarından değil), hadislerin zaten (hâşa yüzbin defa hâşa) uydurma olduğunu, dini yeniden yorumlamak gerektiğini, bu günün ihtiyaçlarına cevap vermediğini, İmam-ı Âzam gibi mezhep imamlarının ve müçtehidlerin de birer insan olduklarını, kendilerinin de yorum yapabileceklerini ileri süren zamanımızın ulemâussû’ denen figüranlarını medya organları, özellikle TV’ler vasıtasıyla halkın önüne çıkartıp Müslümanların akidelerini ve 1400 yıllık İslâmî düşüncelerini ve dinin dört ana kaynağını yıkmak amacıyla sürdürdükleri tahripkâr çalışmaları, Müslüman milletimiz ve Kur’ân’a bağlı halkımız ve özellikle gençliğimiz için büyük tehlike arz etmektedir.
Bu gün okullarda ve üniversitelerde yürüttükleri faaliyetler, gençliğin istikbalini derinden tehdit etmektedir.
Süfyaniyet rejimi, o komitenin ürünüdür. Ve tavrını açıkça koyan bir mücahit Said Nursî:
“Ayasofya’yı puthane ve Meşîhatı kızların lisesi yapan bir kumandanın keyfî kanun namındaki emirlerine fikren ve ilmen taraftar değiliz. Ve şahsımız itibarıyla amel etmiyoruz.» (Şualar ) diyerek tepkisini koymuştur.
Bu küresel güç odaklarına karşı dikkatli ve duyarlı davranılması ve mücadele edilmesi hususunda mü’minlere büyük vazifeler ve mes’ûliyetler düştüğünü tekrâren ifâde etmem gerekir diye düşünüyorum.