23 Mart 2014 tarihi itibarıyla Türk kanallarını açınca Bediüzzaman’ın vefat yıldönümüyle alakalı olarak çeşitli anma etkinlikleri ve değinilerle karşılaştım. Ben unutsam bile kanallar vefat yıldönümünü unutmamıştı. Son olarak yaşadığımız çekişmeler Bediüzzaman ismini öne taşıdı. Tali faktörlerin öne çıkması Bediüzzaman’ın ismini veya misyonunu küllemese bile perdelemişti. Bediüzzaman adına kimileri Bediüzzaman ismini veya anlayışını perdelemişlerdi. Çekişmelerin hayırlı tarafı burada gizlenmiş olmalı. Elbette çekişmeye taraftar değiliz ama dolaylı olarak bu çekişme örtülmüş ve baskılanmış değerleri yüzeye çıkarması açısından da dolaylı olarak hayırlı gelişmelere vesile olmuştur. Cihat emri gelince Cenab-ı Hak Müminler tarafından bunun istenmeyen (kürh) bir durum olarak karşılandığını lakin bunun hayırhah bir başlangıç ve milat olduğunu beyan etmiştir. Nitekim, Bakara Suresinin 216’ıncı ayetinde bu husus netlikle şöyle ifade edilmektedir: “Savaş, hoşunuza gitmediği halde üzerinize yazıldı (farz kılındı). Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz…”
Bediüzzaman’ın vefat yıldönümüyle ilgili değini ve değerlendirmelerle alakalı Türk kanallarındaki yayınlar dikkat çekerken benim çaprazdan dikkatimi çeken başka bir husus daha oldu. Bu da Şeyh Ahmet Yasin’in 10 yıl önce aynı gün yani 23 Mart tarihinde İsrail tarafından suikastla öldürülmesidir. Cezire gibi Arap kanalları da Şeyh Ahmet Yasin'le ilgili anma programlarını haberleştirmişlerdi. İsrail savunmasız nice insanlara kıydığı gibi tekerlekli sandalyeye mahkum Şeyh Ahmet Yasin’e de kıymıştır. Vefat günleri Bediüzzaman ile Şeyh Ahmet Yasin’i buluşturmuş ve bir araya getirmiştir.
*
Vefat yıldönümünden bir gün sonra yani 24 Mart (2014) tarihinde ise Selim Başol’a özenen Mısırlı bir yargıç tersinden tarih yazdı. Kötü şöhrete haiz Selim Başol, 27 Mayıs mağdurları için ‘sizi buraya tıkan güç böyle istiyor’ diyerekten tarihe geçmişti. Galiba Mısırlı yargıç Said Yusuf da böyle birisi olmalı. Haman, Belam ve Karun ve Firavun dörtlüsüne bir de yargıç bazında Said Yusuf eklendi. Haman mimar, Karun zengin, Belam ilim adamı ve Firavun devlet adamı idi. Bu dörtgeni yargıç Said Yusuf’la birlikte beşgen yapabiliriz. Bunlar Firavun'un sırdaşları. Mısır’da Fransız Devrimi ters yönde işliyor. Devrimciler kansız bir devrim yaparken darbeciler kanlı bir darbe yaptılar ve Adeviye ve Nahda meydanlarını kana buladılar. Böylece Jakobenlerin sünnetini yerel düzeyde 'hukuk baltacılığıyla' ihya etmiş oldular. Türkiye ile diplomatik ilişkilerini kesme biçimi diplomatik seviyede baltacılıklarını gösterirken toplu idam rekoruyla da yargıda bu baltacılıktan nasıl pay sahibi olduklarını gösterdiler. Said Yusuf, yargıç değil kasap olduğunu ortaya koymuştur. Merd-i Kıpti yargılarken baltacılığını izhar etmiştir. Mısır’da karşı devrim, Robespierre’lerin Pinochet'lerin geleneğini sürdürmektedir. Bizde de inkilap günlerinde sindirme amaçlı olarak takrir-i sükun hayata geçirilmişti. Aynı şey. Mısır’da bir adil bir yargılamadan veya muhakemeden bahsetmek mümkün değil. Yapılan, sindirme amaçlı yargılama suretinde bir infazdır. Önce infaz edip sonra da yargılayabilirlerdi. Bu işlem tamamen devrim cezvesini ve ateşini söndürmeye matuftur. Yargı istiklaliyetini kaybetmiş ve darbenin sesi olmuştur. Nitekim The Guardian gazetesi de yargının tamamen darbenin emrine ve kontrolüne girdiğine parmak basmıştır (http://almesryoon.com/صحافة-عربية-وعالمية/423189-تعليق-ناري-لـ-الجارديان-ضد-قاضي-إعدام-الإخوان )
Darbeciler halkı katliamlarla ve idamlarla susturarak, sindirerek kendileri için dikensiz bir gül bahçesi meydana getirmek istiyorlar. Halbuki, serkeşlik ederek bu fırsatı meşru başkan ve yasal lider Muhammed Mürsi’den esirgemişlerdi. Lakin maksatlarının aksiyle tokat yiyebilirler. Bu idam furyası aksine yangını daha da büyütebilir. Nitekim, Mürsi’nin oğullarından Üsame darbeye ve iradesine karşı direnişi sürdüreceklerini ifade etmiştir. Darağacını boylamaktan zerrece korkuları olmadığını ifade etmiştir. Darbe rejimi Üsame Mürsi gibi Muhammed Mürsi yakınlarına yurtdışı yasağı getirdiği gibi Mürsi ile ailesinin görüşmesine de engeller çıkarmaktadır. Evet! Muhakkak ki, meşruiyete gönül verenler darbeye karşı olmanın bedelini ödüyorlar. Esma Biltaci de bu bedeli ödeyenlerdendi. Körpecik yaşına rağmen acımadan hayatını söndürmüşlerdi.
Kanun perdesi altında kanunsuzluk yapılıyor ve adaletin idamı yaşanıyor. Sanki Bediüzzaman’ın şu sözleri yeni dönemde Mısır’da yankılanıyor: “Ve sizi iğfal eden ve adliyeyi şaşırtan ve hükümeti bizimle vatana ve millete zararlı bir surette meşgul eyleyen muarızlarımız olan zındıklar ve münafıklar, istibdad-ı mutlaka "cumhuriyet" nâmı vermekle, irtidad-ı mutlakı rejim altına almakla, sefahet-i mutlaka "medeniyet" ismi vermekle, cebr-i keyfî-i küfrîye "kanun" ismini takmakla hem sizi iğfal, hem hükümeti işgal, hem bizi perişan ederek, hâkimiyet-i İslâmiyeye ve millete ve vatana ecnebi hesabına darbeler vuruyorlar…”
Said Yusuf denilen baltacı yargıç daha önce 25 Ocak Devrimi sırasında halka ateş açan ve öldüren polisleri bir çırpıda serbest bırakarak hukuk tarihine arka kapıdan girmişti. Şimdi ise idam furyasıyla tüy dikiyor. Canavar ruhlu herif hukuk tarihinde zulüm rekoru kırarak 20 dakikada 529 kişinin idamına karar vermiştir. Daha önce de benzeri yargıçlar, 18 yaşından küçük kızlar için akla hayale gelmedik sindirme cezaları vermişlerdi.
Kurgu ve roman gerçek oluyor
Batılıların fiction dedikleri kurgu türü yazılar ve kitaplar Mısır’da nonfiction dedikleri tarza yani gerçeğe büründü. Mısır’da kurgu gerçeğe inkilap etti. Bu gerçeklerden birisi Minyelilerin romandan fışkırarak adeta birer Minyeli Abdullah haline gelmeleridir. Bilindiği gibi, Hekimoğlu İsmail (Ömer Okçu), heyecan dalgaları estiren bir zamanların hit kitaplarından birisi olan Minyeli Abdullah'ı kaleme almıştı. Bununla bir nesli etkilemişti. Roman ilhamını Türkiye’den alsa da konuları Necip Mahfuz’un ülkesi Mısır’da geçiyordu. Daha doğrusu, ‘kızım sana söylüyorum gelinim sen anla’ misali Mısır’a konuşuyor Türkiye’yi muhatap alıyor ve kastediyordu. Minyeli Abdullah Mısır’da dininden dolayı çilekeş bir hayat yaşıyor ve itilip kakılıyordu. Adeta Hıristiyanlık döneminde çöldeki perhizkar/riyazatkar keşişler, İslam sonrasında da Müslüman sufiler Seyyid İbrâhim Düsûkî, Ahmed Bedevi veya Zünnün gibi teslimiyet dersleri veriyordu. Bugün Mısırlı Müslüman Kardeşler üyeleri adeta tarihin sonunda bir kez daha Roma’nın güncellenmiş zulmüyle karşı karşıya bulunuyorlar. Onları Roma’nın zulmünden kurtaran Amr Bin As komutasındaki İslam orduları olmuştur. Nasıl ki, Reb-i Bin Amir gibi sahabeler ordusu Sasanileri diğer dinlerin cevrinden kurtarmışlarsa Amr İbnü’l As ve beraberindeki sahabe ordusu da Mısırlı Kıpti Hıristiyanları Roma'nın tasallutundan kurtarmıştır.
Nur şakirtleri ve Müslüman Kardeşler mensupları yirminci yüzyılın mazlum kardeşleridir. 1954 yılında Müslüman Kardeşler için giyotin haline gelen tarih, Sisi ile birlikte geri dönmüş ve yeniden hortlamıştır. Minye bu suretle kurgudan gerçeğe dönmüştür. Nahda ve Rabia meydanlarıyla eşzamanlı olarak Minye’nin Metay merkezinde yapılan gösterilerde bir arbede yaşanmış ve bir subay ölmüştü. Metay hadisesiyle ilgili yapılan yargılamada görüldüğü gibi maznunlara rekor bir zaman dilimi içinde tarihin en büyük cezasına çarptırıldı. Fehmi Koru, Minyeli Abdullah ile ilgili bir başka yazıyı 1987 yılında merkezi Ankara’da iken Zaman gazetesinde kaleme almıştı. Zulüm de, tarih de tekerrür edip gidiyor.
Şule Yüksel Şenler’in Huzur romanı ve Hekimoğlu İsmail’in Minyeli Abdulah ve Maznun romanları bizim nesle yürüdüğü yolda azık olmuş ve hayata ufuk ötesinden farklı bir gözle bakmalarını sağlamıştı. Anlayacağınız; Minye yeni Minyeli Abdullah’larla destanını yazıyor. Kurgu Minye’de gerçeğe dönüyor.