7-8 Mart tarihlerinde Diyarbakır’da çok önemli bir çalıştay yapıldı. Böyle bir çalıştay yapmak için epey geç kalınmış olmakla birlikte yapılmış olmasını önemsemek gerekir. Bu çalıştaya Türkiye genelinde faaliyet gösteren yüzlerce Sivil Toplum Kuruluşu destek verdi.
Program için bölge illeri başta olmak üzere birçok yere gidildi. Konu anlatıldı ve destek istendi. Programların icra edildiği salon, çok yoğun bir katılıma, aktif ve dikkatli bir dinleyici kitlesini misafir etti.
Silahların gölgesinde böyle hayati bir meseleyi konuşmanın zorluğu inkâr edilemez. Gecikmiş olmasının en önemli sebebi çatışma ortamı olmakla birlikte, İslami camianın bugüne kadar böyle önemli bir meseleye hak ettiği kadar ilgi göstermediğini de ifade etmekte yarar vardır.
Bu önemli meselenin yıllarca ‘’Marksist-Leninist’’ zihniyet sahipleri tarafından sahiplenmesi ve çoğu zaman da istismar edilmesi, böyle bir isteksizliği de beraberinde getirmiş. Fakat bu durum asla haklı ve geçerli bir mazeret değildir.
Müslümanlar ve İslam’a hizmet dava edenler, nerede olurlarsa olsunlar ve hangi millet ve ülkeye mensup bulunurlarsa bulunsunlar, bütün ehl-i imanın problemlerine eğilmeli, onların dertlerine çare üretmeli, acı ve sıkıntılarına ortak olmalıdırlar. ‘’Mümin kardeşlerinizin dertleriyle dertlenin’’ diyen bir dinin mensubu olmak bunu zaruri kılar.
Bununla birlikte Risale Akademi ve Akademik Araştırmalar Vakfı’nın birisi Kızılcahamam’da, diğeri de Artukoğlu Üniversitesi ile birlikte Mardin’de düzenlediği ‘’Münazarat Ekseninde Kürt Meselesi’’ Sempozyumlarının da hakkını teslim etmemiz gerekir.
Bu Sempozyumlar elbette farklı formatta olmakla birlikte, bu çok önemli meseleye ciddi bazı bakış açıları kazandırmak ve konunun, İslami hassasiyetleri olan kişi ve kuruluşlar tarafından daha açık bir şekilde gündeme getirilmesi cihetinde çok faydalı ve cesaret verici olmuştur.
Müslüman camianın bu konuya yeterli bir şekilde eğilmemelerinin en büyük sebebi, doksan yıldır uygulanan eğitim sistemi ve pompalanan korku ile kafalarda ve zihniyetlerde az veya çok yerinin bulan ulusçuluk anlayışı, devletin kutsanması ve bölünme paranoyasıdır.
Irkçı eğitim sisteminin kafalarda bıraktığı tortuları temizlemek o kadar da kolay değildir. Bunun biraz daha zaman alacağını söylemek gerekir. Her şeye rağmen ülkeyi idare eden siyasi iktidarın, bu meselede birçok İslami camiadan daha ileride ve daha cesur olması, ilginç olduğu kadar aynı zamanda şaşırtıcıdır.
Şunu öncelikle belirtmek gerekir. Kürtler, bu toprakların en kadim Müslüman topluluğudur. Mayaları İslam ile yoğrulmuş, sosyal hayatları ile birlikte hasletlerinin büyük bir ekseriyeti, İslam ile yekvücut haline gelmiştir.
Kürtlerin kahir bir ekseriyeti bugün için de aynı düşüncededir. Fakat şunu üzülerek belirtmek gerekir ki, son yıllarda özellikle yeni yetişen gençler üzerinde, bu değerlerin belirgin bir şekilde zayıfladığı ve aşınmaya başladığı görülmektedir. Bu durum geleceği çok olumsuz yönde etkileyebilecek vahim bir durum arz edebilir.
PKK’nin dini devre dışı bırakan, bütünüyle ırk esasına dayanan, tamamen seküler-dünyevi yaklaşımını benimseyen gençlerin oluşturduğu bu görüntü, aslında Kürtlerin de bin dört yüz yıllık hakiki yapılarını da kabul etmeyen ve red eden bir anlayışa sahiptir.
Bu meseleye kafa yoran, kalıcı ve gerçek bir çözüm isteyen herkes şunu asla aklından çıkarmamalıdır: Kürtlere huzur verecek, onları mutlu edecek, kalplerine inşirah ve sükûnet getirecek yegâne hakikat İslam’dır. İslam dışı bir yapılanmanın ve bir çözüm anlayışının onları mutlu etmesi ve vicdanlarında ma’kes bulması asla mümkün değildir.
Bu çalıştayda çok farklı dernek, cemaat ve vakıflara mensup Müslümanların ilk defa bu kadar geniş çapta bir organizasyon ile araya gelmeleri ve Kürt Meselesinin çözümü için görüş ve tekliflerini çok rahat bir ortamda sunmaları, son derece önemli ve takdire şayan bir adım olarak değerlendirilmelidir. Ayrıca her konuşmacının görüşünün de dinleyiciler tarafından aynı olgunluk ve nezaketle dinlenmesinin de altını önemle çizmemiz gerekir.
Farklı bazı sebeplerden dolayı böyle önemli bir organizasyona katılmayan bazı vakıf ve derneklerin de mutlaka bundan sonra yapılacak çalışmalara iştirakinin sağlanması gerekir. Yalnız Türkiye’nin değil, bütün İslam Âleminin önemli meselelerinden birisi olan Kürt Meselesinin, İslami hassasiyetler göz önüne alınarak çözülmesi ve bu önemli konunun çözülmesinde söz sahibi olunabilmesi için ‘’İttihad ve tesanüd’’ iradesinin tereddütsüz bir şekilde ortaya konulması gerekir.
Yapılan davet üzerine biz de ‘’Kürt Meselesi ve Said Nursi’’ başlıklı tebliğimizi sunmak üzere bu çalıştaya katıldık. Son oturum olmasına rağmen son derece canlı ve dikkatli bir topluluğa Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin, bu önemli meselenin çözümü noktasında birer kılavuz niteliğinde olan görüşlerine zaman yetersizliği münasebetiyle çok özet bir şekilde ve ana başlıklar halinde değinme fırsatı bulduk.
Üstad’ın bu konudaki görüşleri esas itibariyle ‘’Reçete-ül Ekrad-Kürtlerin Reçetesi’’ ismini de verdiği Münazarat’ta yoğun bir şekilde ifade edilmekle birlikte, meselenin bir bütün halinde ve İslam âlemi ile birlikte çözüm yolunun Divan-ı Harb-i Örfi, Hutbe-i Şamiye ve Münazarat kitaplarının beraberce değerlendirilmesi ile mümkün olabileceğini ifade etmeye çalıştık.
Çünkü bugün gelinen nokta itibariyle, bu meselenin sadece ve münhasıran bir Kürt Meselesi olmanın çok ötesine geçtiğini de, Suriye ve Irak’taki gelişmelerle birlikte bütün bir İslam âlemi olarak müşahede etmenin acı ve can yakıcı tecrübelerini yaşamaya devam ediyoruz. Irak ve Suriye’yi nazara almadan bu meselenin köklü ve tam kalıcı bir çözüme ulaşabilme şansı maalesef bulunmamaktadır.
Kürt Meselesi, gelinen nokta itibariyle bütün bir İslam dünyasının meselesi haline gelmiş, çözümün de ancak kollektif bir anlayış ve çalışma ile mümkün olabileceğinin işaretlerini son gelişmelerle birlikte herkes az veya çok müşahede etmiştir.
Biraz hamaset, biraz heyecan ve biraz da bir ilke şahitlik etmenin sevinci ile bu görüşlerimizin çalıştay ortamında ne kadar ma’kes bulduğu konusunda elbette bir kanaat izhar etmemiz mümkün değildir.
Bediüzzaman Hazretlerinin ‘’Cemahir-i müttefika-i İslâmiye’’ diye formülüze ettiği ve nihai hedefini gösterdiği, içinde Kürtlerin de bulunduğu topyekûn İslam âleminin huzur ve saadetinin yolu, elbette Kur’ani anlayışta mevcuttur ve hakiki çıkış yolu da ancak bu şekilde bulunabilir.