Resmi ideolojinin temsilcileri olan merkezci elitler kendi rantlarını muhafaza adına “muteber vatandaş tiplemesi” oluşturma yoluna gitmiştir. Resmi ideolojinin muteber vatandaş tiplemesinde belirgin olan kavram “itaat” olmuştur. Merkezci elitler toplumda itaat kavramının yerleşmesi için herkesin kutsallarından deliller getirerek vatandaşı itaate alıştırmış ve bunu büyük ölçüde başarmışlardır. İtaat sınırlarını aşan kişileri etnik kimliğine ve inancına göre farklı sıfatlarla itham etme yolunu tercih etmiştir. Bölücülük, irtica ve komünistlik en çok kullanılan sıfatlar olmuştur.
Yaşadığı üç farklı dönemde şeriata uygun olan sabitelerinden vazgeçmeyerek ahlaki ve İslami mücadelesini vermiş olan Said-i Nursi’nin “muteber vatandaş!” formatında olmadığı yaşadığı dönemde maruz kalmış olduğu haksızlıklar şahadet etmektedir. Nursi, kendisi yerine davasını savunduğu mahkeme salonlarındaki beyanatlarına bir projeksiyon tuttuğumuzda önemli hakikatlere ulaşmaktayız. Nursi’nin, İslamı kalplere hapsetmek isteyen merkezci elitlere vermiş olduğu cevap anlamlıdır. “İslamda, imandan sonra ikinci önemli cüz’ün amal-i salih” olduğunu vurguladıktan sonra amel-i Salih kavramına getirmiş olduğu tanım diğer İslam müfessirlerine göre çok daha geniş ve anlaşılır bir tanımdır. Amel-i salihi “hukuku ibada tecavüz etmemek ve hukukullahı da bihakkın ifa etmektir” diye tanımlayan Nursi, “imansız İslamiyet sebeb-i necat olmadığı gibi, İslamsız imanın da sebebi necat olamayacağı” tespitini yapmıştır.
Nursi bu ilkelerden yola çıkarak yaşadığı üç farklı dönemde de İslamın ruhuna uygun olmayan uygulamaların karşısında durabilmiştir. Bundan dolayı bu coğrafyada sivil itaatsizlik yöntemini en güzel şekilde kullanan kişilerin başında gelmektedir. “Padişah ne zaman Peygambere ittiba ederse biz de o zaman ona uyarız. Yoksa padişah Halife de olsa hayduttur” veya mahkeme salonlarındaki savunmalarında, idari ve siyasi makamlara yazmış olduğu dilekçelerindeki itirazlarını tahlil ettiğimizde Henry Davit Thoreau, Socrates, Antigone, Mahatma Gandhi gibi sivil itaatsizliğin öncüleriyle buluştuğunu görmekteyiz. “İman hem nurdur hem kuvvettir. Hakiki imanı elde eden kainata meydan okuyabilir” iddiasını hayatı ve duruşuyla ispatlayan Nurs’lu Said sosyal ve siyasal meselelerde temel referansı doğru İslamiyet ve islamiyete layık doğrular olmuştur. Bundan dolayı Said Nursi sonu ölüm dahi olsa Kel Mustafa’nın, Rus komutanın, sultan Abdulhamid’in hafiyelerinin, Mustafa Kemal’in haksız uygulamalarına karşı çıkarak onları doğruluğa ve adalete davet etmiştir.
Onun için Kürt sorunu, Alevi ve Ermeni sorunları konusunda en evrensel ve geniş düşünmesi gereken Nur talebeleri olması gerekir. Çünkü Üstad kabul ettikleri erdemli şahsın reçeteleri iradesine hakim ve vicdanına esir olmuş her insan için bulunmaz bir cevher niteliğindeydi. Nur talebelerinin önemli bir kısmı maalesef bu mesajları ve reçeteleri doğru okumayarak zamanın ilcaatına yenik düştüler. Bundan dolayı bugün gündemde bulunan Kürt açılımına resmi söylem sınırları içerisinden hareket ederek muteber vatandaş kimliğinde bir çözüm önerisi sunulamıyor.
Ancak evrensel mesajın dellalı olan Nursi’nin ümmet bilinci içinde sunduğu reçete halen güncelliğini devam etmektedir. Hatta gün geçtikçe üretmiş olduğu reçeteler daha anlaşılır hale gelmektedir. Bu reçeteleri doğru anlayabilmek için, öfke yerine aklımızı kullanarak irademize hakim olunarak vicdanımızın esiri olmalıyız. Ancak böyle bir ruh haline sahip insanlar zamanın istidadı üstünden söz ve eylemlerde bulunurlar. Aksi bir ruh hali bizleri haktan uzaklaştırıp resmi söylemin pençesine iter.