Kürt sorununa Bediüzzaman teklifi

SETÜD içinde Said Nursi'nin de görüşlerini yer aldığı Kürt açılımı ile ilgili bir rapor hazırlayarak yetkili kurumlara gönderdi

Ahmet Bilgi'nin haberi:

Risale Haber-Sosyal Etüdler Derneği (SETÜD) içinde Bediüzzaman Said Nursi'nin de görüşlerini yer aldığı Kürt açılımı ile ilgili geniş bir rapor hazırlayarak yetkili mercilere ve kurumlara gönderdi.

Konuyla ilgili Risale Haber'e konuşan SETÜD Başkanı Mehmet Ali Kılıç, Kürt açılımı ile ilgili her türlü görüş ve önerinin değerlendirilmesinin sorunun çözümüne büyük katkı sağlayacağını ifade etti.

Alanında uzman bir grup tarafından hazırlanan raporda geçmişten günümüze Kürt sorunun ele alındığını ve somut çözüm önerilerinin sunulduğunu belirten Kılıç, "hamasatten ziyade uygulanabilirliği olan çözüm önerilerini ele aldık. Özellikle Bediüzzaman Said Nursi'nin yaklaşık 100 yıl önce dile getirdiği tespitlerden yararlandık. Çünkü Bediüzzaman, daha sorun ortada yokken önlemek için çırpınmış ve gerekli uyarıları yapmış. Bugün bile güncelliğini koruyan bu tespitlerin devlet yetkilileri tarafından dikkate alınması gerektiğine inanıyoruz" dedi.

Kürt Meselesinin, her ne kadar bazıları tarafından farklı şekillerde isimlendirilmiş olsa bile, Cumhuriyetin ilan edilmesi ile birlikte ülkenin en önemli problemlerinden biri olarak bir karşımızda durduğunu hatırlatan Kılıç, "Bu meselenin çözümü için her zaman akla güvenlik tedbirleri gelmiş, meselenin demokratik bir zeminde, insan hak ve hürriyetleri bağlamında çözülmesi gerektiği konusu, nedense hep görmezlikten gelinmiştir. Yüz yıla yakın bir süredir kanayan bir yara olarak karşımızda duran bu büyük ve önemli meseleyi kalıcı bir şekilde çözmek ve tekrar bir problem olarak ülke gündemine girmesini engellemek için çok dikkatli olunmalı, hassasiyetler göz önüne alınmalı, geçmiş tecrübelerden ön yargısız yararlanılmalıdır. Bu ülkenin bütün insanlarının dünya durdukça beraber ve barış içinde yaşamalarını temin edilmeli ve bunu sağlam ve kararlı bir irade ile ortaya koyulmalıdır" şeklinde konuştu.

SETÜD tarafından hazırlanan raporda yer alan çözüm önerileri şöyle sıralandı:

1-TELEVİZYON YAYINI

Devletin resmi dili Türkçedir ve bu Anayasa ile güvence altına alınmıştır. Buna kimsenin bir itirazının olması elbette söz konusu olamaz. Fakat bu durum, ülkede yaşayan diğer insanların dillerinin kullanılmasına elbette engel bir durum değildir.

Fakat bu çalışmanın çeşitli yerlerinde ifade edildiği gibi, Cumhuriyet tarihi boyunca bu konuda çok katı ve ırkçı uygulamalarda bulunulmuş ve diğer diller ve özellikle Kürtçe üzerinde çok katı ve radikal yasaklamalara girişilmiştir. Bu uygulamaların sonucu olarak çok sayıda insan mağdur edilmiş, çok sayıda trajikomik olay yaşanmıştır. Bu durumun elbette sonsuza devam etmesi mümkün değildi ve öyle de oldu.
TRT Şeş ile çok cesur ve gerçekçi bir adım atılmıştır. Bu önemli ve kararlı adım ile kıyamet kopmamış ve ülke bölünmemiştir.
Milyonlarca vatandaş, vergilerini verdikleri, askere gidip gerekirse canlarını verdikleri devletlerinin kendilerine sağladığı böyle bir imkan sonucu anadilleri ile televizyon yayını seyretme imkânına kavuşmuşlardır. Bu adımı takviye edecek yeni adımların da cesaretle atılması gerekir. TRT Şeş ile atılan bu önemli adım kanuni düzenlemeler ile sağlam ve kalıcı bir zemine oturtulmalıdır. Özel TV’lere de makul bir süre ile Kürtçe yayın izni verilmeli, aynı izin özel radyolar için de sağlanmalıdır.

2- KORUCULUK SİSTEMİ

PKK Terörünün artması ile birlikte alınan tedbirlerin en dikkat çekeni ‘’Koruculuk’’ sistemidir. Bu sistemin terörle mücadelede ne kadar başarılı olduğu konusunda bugüne kadar kapsamlı bir araştırma yapılmamıştır. Yetmiş bin civarında insana silah verilmiş, maaş bağlanmış ve bunlardan kendi köylerini, kasabalarını PKK’ya karşı korumaları istenmiştir. Bazı aşiretler bunu geçim ve rant kapısı yapmış, bazıları da hiç istemediği halde devletin baskısı sonucu bu silahları kabul etmek zorunda kalmıştır. Şüphesiz ki bu insanların olumlu sayılabilecek çok hizmetleri olduğu göz ardı edilemez. Ancak hiçbir askeri eğitimleri olmayan, böyle bir mücadeleye girişebilecek bilgi ve özelliklere sahip olmayan bu insanların, bölgede var olan problemlere bir başka problem daha eklediği, bugün hemen hemen herkes tarafından kabul edilmektedir. Silah ve maaşı kabul eden bazı aşiret ve şahısların, bunları ve devlet gücünü, düşman oldukları, ancak PKK ile hiçbir organik bağı olmayan insanlara ve aşiretlere karşı da kullandığının çok sayıda örneklerinden bahsedilmektedir. Sultan Abdülhamid tarafından doğuda sükûneti, barışı korumak ve Ermeni çetelerin vermiş oldukları zararları önlemek ve bertaraf etmek maksadıyla kurulan Hamidiye Alayları için de aynı şeyi söylemek mümkündür. Bazı aşiret alayları bölgede büyük zulümlere sebebiyet vermiş, halkın mal ve can güvenliği büyük zarar görmüştür. Bunlar ‘’var olan iltihabı ziyadeleştirmekten’’ başka bir iş yaramamış, adeta ‘’aç olan birisine hazım ilacı vermek kadar’’ bünyede tahribata neden olmuşlardır.

Korucuların sebep olduğu çok sayıda trajik olayın en son ve en hazin örneği 5 Mayıs 2009 tarihinde Mardin’in Mazıdağı İlçesine Bilge Köyünde yaşanan ve 44 kişinin ölümüyle sonuçlanan vahşi ve barbarca katliamdır. Akraba olan insanların birbirlerini devletin verdiği silahlarla hiçbir acıma hissi taşımadan öldürmelerine sebep olan olayların perde gerisinde hangi sebeplerin yattığı tam olarak anlaşılmamış olsa bile, böyle bir olay bile tek başına ‘’Koruculuk’’ müessesesinin çok esaslı bir incelemeye tabi tutulması için yeterli bir sebep olarak karşımızda durmaktadır.
Olayların da bitme noktasına geldiği böyle bir aşamada, bölge insanı tarafından da gönülden benimsenmeyen ’’Koruculuğun’’ olumlu yanları ve etkisini başka yollarla sağlayarak suistimalleri önleyecek şekilde tedrici olarak kaldırılması için gerekli çalışmalar derhal yapılmalı ve daha fazla gecikilmemelidir.

3- KÖY-KASABA VE ŞEHİR İSİMLERİ

Binlerce yıldan beri kullanılan yerleşim yerlerine ait isimler çeşitli zamanlarda alınan kararlar ile peyderpey değiştirilmiş ve buralara Türkçe isimler verilmiştir. Aradan bunca yıl geçmesine rağmen yeni verilen Türkçe isimler sadece resmi işlemlerde kullanılmış ve halk kendi arasında buraları esas isimleri ile anmaya devam etmiştir. Asimilasyon politikalarının sonucu olarak değiştirilen köy, şehir ve bölge isimleri tekrar geri verilmeli ve halkta güven duygularının yeniden oluşması için katkıda bulunulmalıdır.

4-EĞİTİM KONUSU

Cumhuriyet ile birlikte çıkarılan Tevhid-i Tedrisat Kanunun gereği olarak din ve fen ilimleri birlikte okutulması gerekirken maalesef uygulamada eğitim sistemimizden din ile ilgili müspet konular çıkarıldı. Daha çok ateizmi çağrıştıran bir eğitim sistemi uygulanmaya başlandı. Uzun yılar süren bu yanlış ve manevi değerlerden yoksun bir eğitim sonucu yetişen insanlar birçoğu, ülkenin birlik ve beraberliği ile barış ve huzuru için potansiyel birer tehlike haline geldiler. Anarşi ve terör olayları zaman zaman dış unsurların da karışması ile çok ciddi boyutlara ulaştı. Ülke bu olaylar sonucu büyük enerji ve moral kayba uğradı. Ekonomik kayıplar çok ciddi rakamlara ulaştı.

Ülkenin genelinde olduğu gibi bu uygulamanın Kürtler üzerindeki etkisi de çok büyük oldu. Böyle bir eğitimden geçen ve materyalist düşünceleri benimseyerek yetişen bu insanlar, İslam kardeşliği düşüncesinden koparak, ayrılıkçı fikirler taşımaya ve bu düşüncelerin paralelinde ideolojileri benimsemeye başladılar. Bu amaca hizmet eden çok sayıda örgüt kuruldu. Bu örgütlerde kendilerine yer bulan gençler, birleştirici unsurların yokluğu veya bu düşüncelerin tahrip edilmiş olması sonucu devlete yabancılaştılar. Devlet, bir bakıma bu yanlış eğitim sistemi ile kendi kendine büyük bir zarar vermiş oldu.

Doğu’daki şehir ve kasabaları uzun yıllar gezdikten ve medreselerin durumunu inceleyen Bediüzzaman Türkçe, Arapça ve Kürtçe dillerinin okutulacağı ve bütün Orta Doğu, Orta Asya ve Kafkasya’ya hitap edecek ve Mederesettüzzehra adının verdiği Dar-ül Fünun’ların kurulması için hazırladığı projeyi Sultan Abdülhamid’e sunmak ve onayını almak için 1907 yılının sonunda İstanbul’a gider. Projesinin gerçekleşmesinin o kadar kolay olmadığını görür, fakat mücadeleden vazgeçmez. Çok büyük sıkıntılara ve baskılara maruz kalır. İstanbul’u gördükten sonra bu durumu şu şekilde izah eder: "Evvel Kürdistan'da fenalığın sebebi, Kürdistan'ın uzvu hastalanmış zannediyordum, Vakta ki, hasta olan İstanbul'u gördüm… teşrih ettim (açtım baktım) anladım ki, kalbindeki hastalıktır her tarafa sirayet eder. Tedâvisine çalıştım; bir divanelikle taltif edildim."

Bediüzzaman, bütün hayatı boyunca bu tehlikelerin önüne geçmek maksadıyla bölgenin dertlerine bir çare olarak gördüğü Medresetüzzehra projesinin takipçisi olmuş ve bu projenin aşağıda belirtilen büyük faydaları netice vereceğini ifade etmiştir. Öncelikle bu üniversite İran, Arabistan, Kafkasya, Türkistan, Mısır, Afganistan, Pakistan gibi İslâm merkezlerine yakınlığıyla beraber, aynı zamanda Doğu Anadolu'nun merkezinde bir kalp hükmüne geçecek; bir merkez olarak, bütün Asya ve İslâm âlemini alâkadar edecek bir mahiyet ve ehemmiyette olacak; bu eğitim kurumunun gerçekleşmesi sonucu İslâm kavimlerini ırkçılık illeti ifsad etmeyecek; burada din ve fen ilimleri beraberce okutulurken, aynı zamanda hürriyet ve demokrasinin güzellikleri de ilân ve ispat edilecek; özellikle İslâmîyet, paslandırıcı hurafe ve taassuplardan tamamıyla temizlenecek ve burası bir mektep olduğu kadar, aynı zamanda medrese ve tekke vazifesini de görecektir. Bütün bu muhteşem neticeler için bu büyük projenin gerçekleşmesi için büyük gayret gösteren Bediüzzaman, resmi olarak buna muvaffak olamamış olsa bile, Risale-i Nur Hareketi ile kurduğu Nur Mekteb-i İrfanı’nın neticesi olarak, milyonlarca insanın yanlış ideoloji ve düşüncelere yem olmasını engellemiş, bu vatanın ilim ve irfanı ilr birlik, beraberlik ve huzuruna baha biçilmez bir hizmette bulunmuştur.

Bediüzzaman Hazretlerinin büyük bir öngörüde bulunarak 1907 yılından itibaren defalarca dile getirdiği, ana dilde eğitim konusuna demokratik hak ve özgürlükler çerçevesinde mutlaka bir çözüm getirilmelidir. Medresetüzzehra modeli mutlaka hayata geçirilmelidir. Bölge dillerinin eğitim dili olarak kabul edildiği bazı Üniversiteler, bölgenin önemli merkezlerinde kurulmalıdır. Veya mevcut bazı Üniversitelerde kurulacak Kürtçe Ana Bilim dalları ile de aynı ihtiyaç karşılanabilir. Bu durum ayrıca ülkenin diğer komşu ülkelerle ile bir büyük kültür ve kardeşlik köprüsünün kurulması demektir. Bediüzzaman’ın Van, Bitlis ve Diyarbakır illeri için düşündüğü ve önerdiği Medresetüzzehra projesi yeni bir anlayışla ele alınmalı ve bu vesile ile İslam Âlemi düzeyinde bir dayanışma ve işbirliği yolunun açılabileceği unutulmamalıdır.

5- EKONOMİK KALKINMA

Bölgeden Batı bölgelerine uzun yıllardan beri ekonomik sıkıntılar ve terör olayları nedeniyle büyün bir göç yaşanmıştır. Bölgedeki bazı şehirlerin de nüfusu büyük oranda artmış ve adeta büyük köyler meydana gelmiştir. Bölgenin en büyük geçim kaynağı olan tarım ve hayvancılık, köylerin boşalması ve göç olayları nedeniyle bitme noktasına gelmiştir. Yeterli bir güven ortamının olmaması yüzünden sermaye akışı çok yetersiz düzeyde kalmış, istikrarsız ekonomik politikalar sonucu bölge istenen düzeyde gelişmemiştir. Bölgedeki gelişmişlik göstergeleri Türkiye’nin ortalamasının çok altında bulunmaktadır.

İşsizlik oranının da Türkiye ortalamasının çok üstünde olması nedeniyle, yanlış yönlere kanalize edilebilecek bu büyük kitlenin çalışabileceği iş alanları mutlaka açılmalıdır.

Bölge insanının belini büken ekonomik sorunlara mutlaka en kısa sürede çözüm getirilmeli, ‘’pozitif ayrımcılıkla’’ yılların ihmalleri kısa sürede giderilmeye çalışılmalıdır. Zaman zaman çeşitli hükümetler tarafından bölgenin ekonomik yönden kalkınması için bazı tedbirler ve teşvikler alınmış olsa bile, bunların doğu ile batı arasındaki gelişmişlik farkını makul bir düzeye indirmek için yeterli olmadığı ortaya çıkmıştır. Bu konuda uzun vadeli ve gerçekçi bazı tedbirler alınarak bölge insanının refah düzeyinin yükseltilmesi için gerekli tedbirler mutlaka alınmalıdır. Bu meselenin çözümü için Irak ile sınır ticareti geliştirilmeli, daha fazla ticaret imkânları araştırılmalıdır.

6- İSLAMİ KONULARDA GEREKLİ HASSASİYETİN GÖSTERİLMESİ

Kürtlerin en bariz vasıflarının başında dini ve İslami konulara olan bağlılıkları ile bu konuda gösterdikleri hassasiyettir. Bu hassasiyetler göz önüne alınmadan, din ve İslamiyet’ten sarf-ı nazar edilerek atılacak hiçbir adımın istenen neticeyi vermeyeceği tecrübelerle sabit bir hale gelmiştir. Kürtler İslamiyet’i kabul ettikten sonra, sosyal hayatlarının en belirleyici unsuru İslamiyet olmuştur. ‘’Kürtler, çoğunluk itibariyle Sünnî'dir ve İmam–ı Şafiî (ra) mezhebine bağlıdır. İslâm şeriatıyla hareket etmekte, yaratılmışların efendisi olan Hz. Muhammed'in (ASV) sünnetine ve doğru yolu gösterici büyük halifelerin yoluna uymakta sağlam azimleri vardır. "Bundan dolayı, onlar namaz, hac, zekât ve oruç gibi dinîn esaslarını kendilerine öğreten İslâm âlimlerinin nasihatlerine uyarlar. Çünkü, onların bu işlere tam bir teslimiyet ve sağlam bağlılıkları vardır. "Kürtler, birbirlerinin sözlerine uymazlar, aralarında ittifak ve işbirliği yoktur. Sultan 3. Murad Hanın müderrisi olan Mevlânâ Saadeddin, Tacüttevarih adlı eserinde bu duruma işaret ederek, Kürtlerin karakter ve fıtrî hallerini şöyle anlatır: 'Her biri dağ doruklarında ve vadi derinliklerinde, tek başına ve hür olarak yaşamayı tercih eder, keyfince ve münferit yaşama bayrağını kaldırır. Allah'ın birliğini ifade eden Müslümanlıktaki Kelime-i Şehadetten başka, onları birbirine bağlayan sağlam bir bağ yoktur.’’ Yüzyıllar boyunca insanlarımızı bir arada tutan en sağlam bağın İslam kardeşliği olduğu unutulmamalı, İslam terbiyesinin zedelenmesi ile büyük yara alan bu kardeşlik duygularının yeniden canlanması için eğitim çalışmalarına önem verilmelidir.

1922 yılının Kasım ayı sonlarında kendisine yapılan müteaddit davetleri kırmayarak Ankara’ya gelen ve Büyük Millet Meclisi tarafından resmi bir tören ile karşılanan Bediüzzaman Said Nursi, ülkenin geleceğinin şekilleneceği bu Meclis’te bir beyanname hazırlar ve milletvekillerine dağıtır. Bu beyannamede ülkenin geleceğini kurtarmaya çalışan bir münevverin basiretli ikazlarını görmek mümkündür. Özellikle doğu ile ilgili tespitler çok önemlidir. Bunlar şu şekilde ifade etmek mümkündür: ‘’Bu millet-i İslamın cemaatleri, her ne kadar bir cemaat namazsız kalsa, hatta fasık da olsa, yine başlarındakini mütedeyyin(dindar) görmek ister. Hatta, umum Şarkta, umum memurlara dair en evvel sordukları sual bu imiş: 'Acaba namaz kılıyorlar mı?" derler. Namaz kılarsa, mutlak emniyet ederler, kılmazsa, ne kadar muktedir olsa, nazarlarında müttehemdir. (suçludur) Bir zaman, Beytüşşebap aşairinde isyan vardı. Ben gittim, sordum: "Sebep nedir?" Dediler ki: "Kaymakamımız namaz kılmıyordu; öyle dinsizlere nasıl itaat edeceğiz?" Halbuki, bu sözü söyleyenler de namazsız, hem de eşkıya idiler. Enbiyanın ekseri Şarkta ve hükemanın ağlebi(filozofların çoğunun) Garbda gelmesi Kader-i Ezelinin bir remzidir ki, Şarkı ayağa kaldıracak din ve kalbdir, akıl ve felsefe değildir. Madem Şarkı intibaha getirdiniz; fıtratına muvafık bir cereyan veriniz. Yoksa, sa’yiniz ya hebaen mensura gider veya sathî kalır.

Bu düşüncelerin ışığında bölgeye gönderilecek memurların ve özellikle idarecilerin, bu konulara çok dikkat etmesi gerekir. Bölge sürgün yeri olmaktan mutlaka çıkarılmalıdır. Halkın dini inançlarına saygılı, demokrasiyi özümsemiş, işinin ehli, kabiliyetli, adil, müşfik ve vatandaşlar ile sağlıklı diyalog kurabilecek vasıflara sahip görevlilerin atanması ile halkta devlete karşı güven duyguları gelişecek, problemlerin çözümü kolaylaşacaktır.

7- DEMOKRATİKLEŞME

Türkiye’de demokrasinin gelişimi, çok sıkıntılı bir süreç geçirerek devam ediyor. Bu sıkıntılı süreç aslında Meşrutiyet ile başlamış ve birçok engellemeler, savaşlar, darbeler ve askeri müdahaleler ile çok yavaş bir seyir izlemiştir. ‘’Müsavat, hürriyet, adalet’’ kavramlarını kullanarak yönetimi ele geçiren İttihat ve Terakki Cemiyeti, gerekli olan basiret ve toleransı gösterecek kabiliyet ve iradeyi gösterememiş ve daha sonra yönetim İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin İstibdadına dönüşmüştür.

Burada yeri gelmişken önemli bir hususa da işaret etmekte fayda görüyoruz. İttihat ve Terakki Cemiyeti, kurulurken çeşitli milletlere mensup birçok aydını bir araya getirmiş ve ‘’Osmanlılık’’ kavramının etrafında bir araya gelerek, devletin kurtuluşunun ancak bu görüş ile mümkün olabileceği tezi ileri sürülmüştür. Bu tez etrafında birçok millete mensup aydınlar bu harekete kuvvet vermiş ve örgütlenmesinin de büyük oranda bu sayede gerçekleştirmişti. Ancak yönetimi ele geçirdikten sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti’nde bir dönüşüm yaşanmış ve Türkçülük fikrinin ağır basmaya başladığı görülmüştür. Bu değişim ile birlikte ‘’Türkçülük’’ düşüncesi devletin resmi bir politikası haline gelmiş ve Cumhuriyetin kurulması ile birlikte bu politika daha da şiddetlendirilerek katı uygulamalarla sürdürülmüştür. Bu dönüşümün sonucu olarak tepkiler de ortaya çıkmış, birçok aydın cemiyetten ayrılmış, diğer milletlere mensup aydınların bir araya gelmesi ile tepkisel milliyetçilikler ortaya çıkmıştır. Kürt milliyetçiliğinin ortaya çıkması da bu döneme rastlamaktadır.

Ancak Meşrutiyetin ilanından sonra İslamiyet namına Meşrutiyete sahip çıkan Bediüzzaman, İstanbul’da bulunan ve gelişmelerden tedirgin olan Kürtleri ikna etmek ve aydınlatmak için çok yoğun faaliyetlerde bulunmuş, daha sonra Şark’a giderek aşiretleri dolaşmış ve onların sorularına cevap vererek, bu konudaki tereddütleri izale etmeye çalışmıştır. O dönemde İstanbul’da çok sayıda Kürt hamal bulunmaktadır. Bunların yanlış bazı maksatlara alet edilmesi mümkün olduğundan bunlara hitaben bir konuşma yapan Bediüzzaman ekilmek istenen ayrılık tohumlarına karşı şunları söylemektedir:

"Altı yüz seneden beri, bayrak–ı tevhidi umum âleme karşı ilân eden; ve istibdada şiddet–i itaat ve terki adeti milliye ile ihtiyarlanan bizim şanlı Türk pederlerimize kuvvet ve cesaretimizi peşkeş ve hediye edelim. Ona bedel, onların aklı ve marifetinden istifade edeceğiz. Ve asaletimizi de göstereceğiz. Elhasıl: Türkler bizim aklımız, biz de onların kuvveti… mecmuumuz bir iyi insan oluruz. Hodserane yapmayacağız. Bu azmimizle başka unsurlara ders–i ibret vereceğiz. Hem de, istibdat zamanında bir batman itaat etmiş isek, şimdi bin batman itaat ve ittihad farzdır. Zira şimdi sırf menfaatı göreceğiz. Çünkü hükûmet–i meşrûta, hakikî hükümet-i meşruadır.’’

Daha sonra halka hitap eden Bediüzzaman, Kürtlerin ve bütün millet–i İslâmın hayat ve necatının ittihad–ı millette olduğunu söyler ve Meşrutiyet ile Kürtlerin rahata ve huzura kavuşacağını şu sözlerle ifade eder. "Ey bağlı arslanlar gibi efrad–ı Ekrad! Şimdiye kadar iki cihetle esir idinîz. Biri, hükûmet–i müstebidenin tekalif–i zalimanesi ile, diğeri, bazı zalimlerin gasb ve gareti tecavüzatiyle. Şimdi bu inkılâbı azimden sonra azadesiniz. Her biriniz, âleminizde hükûmet–i meşrûta–i meşrûanın tekâlifi adilanesine itaat ve hukuk–u gayra men–i tecavüz şartıyla birer padişah gibisiniz. Bu saltanatı şahsiyeyi muhafaza, teşebbüsü şahsî ile ellerinizden geldiği kadar bu ittihad–ı millete ve meşrûtiyete her cihetle hizmet ediniz. Zira bizim, belki umum milleti İslâmın ve mutlak Osmanlıların necat ve hayatı, bu ittihad–ı milletle kaimdir. Ey umum Ekrad! Gözünüzü açınız, sabah geldi. Ve müteyakkız olunuz. Sizin ihtilâf ve keşmekeşinizden efkâr–ı faside sahibi istifade etmesin. Bu şanlı olan ittihadı milleti fena bir hastalığa hedef etmesinler. Zira o vakit millet ve İslâmîyet size dâvâcı olacaktır. Zaman size sille vurmakla o ihtilâf ve keşmekeşi atacaktır. Namusunuzu isterseniz, tokat yemeden atınız…"

Demokratikleşme çabalarına hız kazandırılması, sorunun temelden çözülmesine en büyük katkıyı sağlayacaktır. Ülkenin tam demokrasiye geçmesi için uzun yıllardır yapılan çalışmaların önü, bu süreci kesintiye uğratan ve ülkeyi geriye götüren darbeler ve müdahalelerle kesilmektedir. Her seferinde halkın oyu ile iktidara gelen hükümetlerin, darbe, muhtıra ve post modern darbelerle düşürülmesi ve arkasından da bu süreci savsaklayacak hükümetlerin şöyle veya böyle iktidara getirilmesi, ülkeye çok büyük zarar vermiş, demokratik sürecin yeniden mecrasına girmesi için uzun yıllar beklemek zorunda kalınmıştır. Artık sürekli ve kesintisiz bir demokratik anlayışın bütün kurum ve kuruluşlarda, hiçbir tereddüte yol açmayacak şekilde egemen olmalıdır.

Anayasa ve kanunlara ustaca serpiştirilen ve demokrasinin ruhuna aykırı olan maddeler ayıklanmalı, sistem bütün tabulardan kurtarılmalıdır. Şiddete başvurmadığı müddetçe bütün düşüncelerin özgürce ifade edilmesinin önündeki bütün engeller kaldırılmalı, Türk Ceza Kanunu bu anlayış ışığında yeniden gözden geçirilmelidir. Yasaklarla bir yere varılamayacağı geçmiş acı tecrübelerle çok iyi bir şekilde anlaşılmıştır. Ülkeye daha fazla zarar verilmesinin önüne geçmek için sağduyulu hareket edilmeli, önyargılardan uzak ve çözüme yönelik reçetelerin uygulanmasından kaçınılmamalıdır. Yazar Atlan Tan’ın ifadesi ile ‘’ Kürt sorununun Irak’ta çözümü tam bir federasyon sisteminin uygulanması, Türkiye’de çözümü ise tam demokratikleşmenin sağlanması’’ ile olacaktır.

Bu çerçevede idari yapılanma yeniden gözden geçirilmeli, tam ve sivil bir Anayasa yapılmalı, mahalli idarelerin yetkileri arttırılmalı, devletin millete tam olarak güvendiğinin işareti olarak gerekli adımlar atılmalıdır. Üniter devlet yapısı içinde halkın yönetime tam olarak katılımını sağlayacak düzenlemeler yapılmalıdır. Uzun yıllardan beri devlet yönetimine hakim olan ırkçı eylem ve söylemlerden vazgeçilmeli, eğitim kurumlarında da aynı hatalar terk edilmeli, birleştirici ve bütünleştirici söylem ve uygulamalar geliştirilmeli, bu konu yalnızca söylemlerde kalmayıp, bunu destekleyecek somut ve güven verici adımlar atılmalıdır.

8-İNSAN HAK VE HÜRRİYETLERİ

Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde Cumhuriyet dönemi boyunca insan hak ve hürriyetleri noktasında büyük hak ihlalleri olmuştur. Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde meydana gelen bazı isyanlar ve olaylar bahane edilerek olaylarla hiçbir bir ilgisi olmayan çok sayıda masum insana zarar verilmiştir. Bu zaman zaman bir devlet politikası halinde uygulanmış, zaman zaman da öne çıkan ve hukuk tanımaz bazı yöneticilerin ve devletin içine çöreklenmiş çetelerin inisiyatifi ile bu zulüm ve haksız uygulamalar başvurulmuştur. Bu durum, kesinlikle inkârı mümkün olmayan bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır.

Koçgiri İsyanı sonrasında, Şeyh Said Hareketi ve Dersim Olaylarının ardından bölgede sürdürülen operasyonlar, masum insanların gördükleri zararlar, yaşanan köy yakma olayları, sürgün ve tehcir hadiseleri bölge insanının hafızasında büyük bir trajedi olarak yer edinmiştir. En son PKK’nin silahlı eylemlere başlamasından sonra geçen yirmi beş sene boyunca bölgede yaşanan olaylar, katliamlar, fail-i meçhul olayların büyük bir bölümü karanlıkta kalmış ve bu olayların bazı devlet görevlileri ve korucular tarafından veya bunların teşvikleri sonucu işlendiğine dair meydana gelen kuşkular giderilememiştir.

Bu konuda son zamanlarda faili meçhul cinayetlerin aydınlatılması için başlatılan soruşturmaların derinleştirilerek sürdürülmesi çok önemli ve olumlu bir adım olarak değerlendirilmektedir. Olayların gerçek yüzü ortaya çıkıp suçluların hak ettikleri cezaya çarptırılması bölgede güven duygusunun tam anlamıyla tesisi ve devam etmesi için en önemli şart olarak görülmektedir. Bundan sonra, bu tür olayların meydana gelmemesi, hukuk ve adaletin tam olarak hâkim olabilmesi için, ucu nereye kadar uzanırsa uzansın, bu soruşturmalar devam etmeli, halkın kafasına yerleşmiş tereddüt ve kuşkular dağıtılmalıdır.

Raporun tamamı için TIKLAYINIZ


 

Özel Haberleri