Konu ile ilgili olarak farklı bir bilgi veya belgeye ulaştığımızda, elbette bunları da çalışmamıza ilave edeceğiz. Hatta bu konuda bir belge veya bilgiye ulaşan arkadaşlarımızın da yardımını beklediğimizi ifade etmeliyim.
Risale-i Nur’un bütünü üzerinde objektif bir nazarla yapılacak bir araştırma, elbette Said Nursi hakkında en doğru ve gerçekçi neticeye ulaştıracaktır. Çünkü Said Nursi hakkında varılabilecek en gerçekçi kanaatin, kendi eseri olan Risale-i Nur kaynaklı olması da en doğrusudur. Bu başka kaynakların güvenilir olmadığı anlamına gelmez. Biz de çalışmalarımızda farklı bazı kaynaklara dayanarak, bazı konulara temas ediyoruz.
Ancak başka bir bilgi, belge veya kaynak bulunmadığı durumlarda, bu konuda dayanabileceğimiz en doğru kaynağın da Risale-i Nur olduğu konusunda bir şüphe olmamalıdır.
Said Nursi’nin ‘’Osmanlıyı yeniden ihya etme’’ konusundaki görüşlerine de kısaca temas etmekte yarar vardır. Osmanlı Devleti elbette mükemmel bir devlet değildi. Gerileme dönemi ile birlikte, değişen ve gelişen dünyaya ve şartlara ayak uydurmakta yetersiz kalınmış ve bu durum neticesinde Osmanlı Devleti büyük sıkıntılarla boğuşmak zorunda kalmıştır. Osmanlının gerilemesinin elbette birçok sebepleri bulunmaktadır. Belki bu vahim durumu, ‘’Mukteza-yı hale mutabık hareket etmemek’’ olarak formüle edebiliriz.
Said Nursi, Osmanlıdaki Meşrutiyet çalışmalarını ve yönetimde yapılmaya çalışılan reorganizasyon gayretlerini ‘’Eski hal muhal, ya yeni hal ya izmihlal’’ sözleri ile desteklemiştir. Fakat Osmanlı yönetimi ‘’yeni halin’’ tesisinde hem çok geç davranmış, hem başarısız olmuş, hem de içte ve dışta Osmanlıyı yıkmak için gayret gösteren ard niyetli teşebbüslerle mücadele etmekte de yetersiz kalmıştır.
‘’Osmanlıyı yeniden ihya etmek’’ fikri, elbette bütün bu arızalardan arındırılmış, değişen ve gelişen şartlara ayak uydurabilmiş, ‘’yeni hal’’ tesis edebilmiş bir anlayışı ifade etmektedir. Said Nursi’nin ihya etmek istediği Osmanlı anlayışı, Meşrutiyeti tam ve mükemmel bir şekilde uygulama becerisi gösteren, kâmil manada hürriyetlere sahip çıkan ve uygulayan, herhangi bir ırkın üstünlüğüne dayanmayan, hangi ırktan olursa olsun bütün Müslümanları bir ve eşit sayan bir düşüncenin tezahüründen başka bir şey değildir.
Said Nursi’nin eski Said döneminde yazmış olduğu eserlere ve özellikle Münazarat’a bakıldığı zaman, bu manalar açık bir şekilde görülecektir. İhya edilecek Osmanlı düşüncesinde, İslam’la barışık olan evrensel hukukun bütün umdelerinin de uygulanacağı konusunda bir tereddüt olmamalıdır. Sair din mensuplarına gereken azami anlayış ve hoşgörünün gösterileceği bir anlayış içinde, inanç, ibadet ve ticaret hürriyetinin İslam’ın ruhuna uygun bir şekilde uygulanacağı bu düşünce, elbette çağın bütün ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde dizayn edilecekti.
Bu konuda izhar edilen bazı tereddüt ve kaygılara hiç yer olmadığı kanaatindeyim. Osmanlılık düşüncesi bu şekilde anlaşılmalıdır. Yoksa herhangi bir ırkın üstünlüğüne dayanan bir yönetim anlayışını bir mümin olarak hiçbirimizin kabul etmesi mümkün değildir. Hatta Said Nursi’nin ihya etmek istediği düşünce, herhangi bir ismin etrafında şekillenen bir anlayış da değildir. Bunun isminin ‘’Osmanlı’’ olması de gerekmez. Ayrıca meseleyi değerlendirirken de ‘’saltanat’’ ve hilafet’’ kavramlarını da birbirinden ayırarak değerlendirmek gerekir. Ülkede yaşayan ve eşit şartlara sahip herkesin mutabakatı ile ‘’ihya’’ edilecek bu anlayış, geleceğe ümitle bakmanın da adresi olacaktı. ‘’Çünkü tebeddül-ü esma ile hakaik tebeddül etmez.’’
Osmanlıyı ihya etmek, bu düşünceler çerçevesinde, İslam birliğini ve kardeşliğini yeniden ihya etmek manasını taşır. Zaten bu mana ‘’fıtratın’’ da sesine kulak vermektir. Ülkelerin belli bazı sınırları da olabilir. Hatta bu ülke içinde bazı ülkeciklerin de belli bazı sınırları ve farklı uygulamaları olabilir. Bu genel sınırlar içinde birbiri ile her türlü işbirliği, hoşgörü ve yardımseverlik duyguları içinde yaşayan insanlar, herhangi bir rekabet ve düşmanlık duygularına hiç yer vermeden başarıya birlikte de ulaşabilirler.
Bu durum elbette bir hayal gibi gelebilir. Fakat biz Müslümanlar olarak bütün müminlerin bir ve beraber yaşayacağı, kardeşlik duygularının en üst noktalara taşınacağı, komşusu aç iken yok yatmanın ıstırabının duyulacağı, bırakın herhangi bir insana zarar vermeyi, bir karıncaya bile bilerek ayak basmamak için azami dikkat gösterilecek bir dünyayı elbirliği ile gerçekleştirmekle vazifeli değil miyiz? Böyle bir dünyanın gerçekleşme şansı çok düşük olsa bile, biz bu yolda gayretlerde bulunmaya devam etmek durumundayız. ‘’Celaleddin-i Harzemşah’ın dediği gibi, ‘’biz İla-yıkelimetullah yolunda cihad etmekle vazifeliyiz. Biz görevimizi yaparız, Cenab-ı Allah’ın vazifesine karışamayız.’’
Bütün bunlarla birlikte, Said Nursi Kürt Teali Cemiyeti kurucuları veya üyeleri arasında bulunmuş olsa bile herhangi bir şey değişmeyecektir. Çünkü Kürt Teali Cemiyeti kurucuları arasında çok farklı görüşlere sahip Kürt kökenli insanlar mevcuttu. Bunların kendi milletlerine ve yakınlarına herhangi bir şekilde hizmet etmek amacıyla bu cemiyete girdiklerini kabul etmek gerekir.
Bu yazı ile birlikte Kürt Teali Cemiyeti ve Said Nursi konusunda yazdığımız yazıları şimdilik noktalıyoruz. Konu ile ilgili olarak yeni bir durum ortaya çıktığında elbette konuyu takip etmeye devam edeceğiz. Said Nursi’nin eseri olan Risale-i Nur Külliyatının, Türklerin ve Kürtlerin kardeşliğini sağlam zeminlerde tahkim edecek ve eskisinden daha kuvvetli bağlarla sürdürebilecek sağlam bir muhtevaya sahip olduğunu ve kabul edilebilir bir referans özelliği taşıdığını da bir kez daha belirtmek istiyoruz.