Geçtiğimiz aylarda muhterem bir siyasetçi (Bülent Arınç) şöyle bir kanaat serdetti: “Kürtçe bir medeniyet dili değildir.” Esasen bu samimane itiraf, çoğu kişinin aklından geçen fakat ifade etmeye siyaseten cesaret etmedikleri yahut Kürtlere karşı teberrüken dile getirmedikleri bir fikirdir. Peki doğru mudur? Cevabını arayalım.
Medyun ve Şükran
İnsan neden medyun-u şükran olur? Kendisine iyilik yapıldığı için. Temastan dolayı. Temas—medeni ihtilat—ile insan borçlu hale gelir, dindar olur. Medeniyet—ki temassızlık anlamında vahşetin zıddıdır—birbirlerine maruz ve muhatap kaldıkları için yekdiğerlerine borçlanmış insanların haline verilen isimdir. Hem din hem de medeniyet insanın bir şükran borcudur.
Dindar ve Deyndar
Din kelimesi ile deyn kelimesi aynı köktendir. Yani din bir borç(lanma) haline verilen isimdir. Dindar insan bu sebeple deyndar bir insandır. Allah “Malik-i yevm’ud-din”dir. Allah din gününün sahibidir. Borcun ödendiği hesapların kapatıldığı gündür din günü. İnsanın bu alemdeki vazifesi mekan (kainat) ve zamanda (tarih) genişlemektir. İnsan kainat ağacı olmak için yaratılmış bir çekirdektir. Beslenerek, temas ederek, nispet ve genişlik kazanan bu kabiliyetli varlığın etrafı nimetlerle çevrilmiştir. “Halık-ı Rahim, nev-i beşere verdiği nimetlerin mukabilinde şükür istiyor.” İnsan “din-len-meli,” yani dindar olmalıdır, çünkü deyndardır. Acz ve fakr ile serpilen bu hayattar çekirdeğin çıkaracağı sesin yankısı, her anında ve karşılaştığı her nimet karşısında tefekkür ve şükürdür. Hem tefekkür (mantık) hem de şükür (nutuk) için dile ihtiyaç vardır. (İhtiyar sahibi olmayan hayvan ve ağaç, lisan-ı hal ile “bismillah” yahut “elhamdülillah” der. İhtiyar sahibi olan insan ise lisan-ı kal ile bismillah ve elhamdülillah demeli. Nebat ve hayvanat nimet karşısında tefekkür ve teşekkür edecek dile sahip degildir. Yani onlara nimet, fikre ve şükre uğramadan gider. Yahut onlarda şükür fıtridir, hal diliyledir, kavli değil. İnsanda ise nimetle karşılaşma dile gelir. Zikir (dil), Fikir (akıl) ve Şükür (hitap) bu sebeple aynı nimete verilen ve birbirlerine bağlı üç nevi fiyattır.
Mükerrem ve Medeni
İnsan ikram edilendir, fıtraten mükerrem ve medenidir. Yalnız kalmamak üzere yaratılmıştır. Bu, hem nevi bir mahluk (species being) olma noktasında böyledir, hem de insanın kul olmak üzere yaratılmış olması açısından böyledir. Bu yüzden insanın iman etmesi şarttır. İnsanın gerçek medeniyeti Allah ile nispetidir. Ve ancak insan iman edebilir: Rabbiyle nispete hem muhtaç hem de kabil olan varlıktır insan. Medeni olması ve medeniyet etmesi bundandır. İnsanın diğer insanlara yapışmasının sebebi Allah’a yapışmak üzere yaratılmış olmasıdır. İman etmeyen insan bir nevi hayvandır. İnsanı insan eden şey “medeni” oluşudur. Peki medeni olmayı sağlayan şey nedir?
Medeni İnsan Teşekkür Eder
Hem iman edebilmenin hem de medeni olmanın birinci şartı teşekkür edebilmektir. Teşekkür ise dil ile olur. Sadece dil sahipleri medeni olabilir. Sadece dil sahipleri iman edebilirler. İlk ve en temel medeniyet imandır. İman ihtilat ve borçlanmanın sonucudur. Medeni insan borçlu insandır. Borcunu eda etmelidir. Borç alarak ve borç dolarak yaşayan insanin borcu şükürdür. Vazifesi insanlara teşekkür, Allah’ına ise şükürdür. (Bir hadis-i şerifte dendiği gibi, “insanlara teşekkür etmeyen, Allah’a da teşekkür etmez.”)
İnsan: Ünsiyet Edebilen Varlık
İnsanlar bilinirlikleriyle (ünsiyetle) birbirleri üzerinde iz bırakırlar, borç husule getirirler, “din”e yolaçarlar. İnsan diğer insana selam verir: tanıdıklaşır. İnsan Allah’a iman eder, selam bulur. İnsan, bilmek, tatmak ve genişlemek için yaratılmıştır. Taallümü, bilmesi vahşi olanı enis olana çevirir. Bilinmeyen şey vahşidir, yabanidir. Müstağni olan yahut acıkmayan, rızkı bilmez ve Rızkı Verene teşekkür etmez. Muhtaç olan, bilmek zorunda kalan şey fıtraten medenidir. İnsan bilmeye ve tanımaya (iman etmeye) mahkumdur. İnsan için bilme, bir vahşeti ünsiyete çevirme operasyonudur.
“Bilinmeyen Bir Dil”
Bülent Arınç “Kürtçe bir medeniyet dili değildir” derken ironik bir şekilde haklıydı. Kürtçe hala mahkemelerde “bilinmeyen bir dil” olarak muamele görüyor. Savunmasını Kürtçe yapan sanıkların halleri mahkeme tutanaklarına böyle geçiriliyormuş: “Bilinmeyen bir dil’de konuştu.” Yani bir dil olarak “tanınmıyor.” Bir dil olarak bilinmiyor. Şu halde Kürtçe onu tanımayanlar açısından vahşette kalıyor, medeniyet dili olamıyor. Konuşamayan insan ünsiyet vasıtası elinden alınan bir varlık olarak insaniyetini tahakkuk ettiremez. En fazla vahşilere ait bir dil (barbarca) olan Kürtçe, medeniyet dili olamadığı için konuşulamıyor, duyulunca tanınamıyor. Konuşanları da konuşma kabiliyetinden iskat oldukları için hayvaniyete düşüyorlar.
Dil Eşittir Medeniyet
Din ile medeniyet arasında çok yakın bir münasebet vardır. Medeniyet sadece dil sahiplerinin (yani insanların) harcıdır. İnsanın fıtraten medeni olması ile insanın konuşan hayvan oluşunu yan yana koyarsanız, şunu görürsünüz: dil eşittir medeniyet.
Bu sebeple dili olmayanların dini de yoktur, medeniyeti de yoktur. Gayrimedeni olan insan vahşi hayvandır. Dili olmayan insan bir hayvandır. Bu itibarla Kürtler hala hayvandır. Dilleri inkar edildiği sürece Kürtlere hayvaniyet kalıyor. Kürtlere hayvan (acındığı zaman da “çocuk”) muamelesi yapılmasının sebebi budur. (Şu iki ifade arasında benzerlik görüyor musunuz? ‘Hayvanlara haklarını vereceğiz’ ve ‘Kürtlere yemlerini vereceğiz!’).
Dili olanlar birbirleriyle konuşup anlaşırlar (birbirlerine iman ederler, emniyet salarlar, intisap ederler). Dili olmayan biriyle anlaşmak (anlaşma yapmak, akit yapmak) imkansızdır. Bu noktada dili olmayan bir insan yani hayvan bir anlaşma için muhatap olarak alınamaz. Kürtlerden muhatap arayıp bir türlü bulamayanların sıkıntısının sebebi budur. Yani Kürtçe bir dil olarak tanınmadığı sürece, Kürtçe bir medeniyet dili (yani konuşup anlaşma, borç alıp verme vasıtası) haline gelemiyor. Dili olmayan, bir konuşmada muhatap haline gelemediği için de Kürtçeyi inkar edenlerin, Kürtler arasında kendilerine muhatap bulamayışı normaldir, haktır, adalettir.
Hayvana Yem Vermek ve Hayvandan Çifte Yemek
Hayvan muamelesi yaptığın şeyden hayvan muamelesi görmek (kırbaçladığından çifte yemek mesela) “men dakka dukka” sırrınca adaletin ta kendisidir. Bugün Kürtler, Türk devleti açısından hayvandır. Hayvan vahşi olur. Vahşi hayvanı ya esir alıp kendi emrinde işleyen bir hammal haline getirebilirsin ya da ehlileştiremediğin hayvanı serbest bırakırsın. Esirliği kabul etmeyen bir hayvanı tutmakta ısrar edersen, ya o hayvan seni öldürecek ya da sen o hayvanı öldüreceksin. Bu da bedavette ve vahşette insanlar ve/ya hayvanlar arasındaki fetret ilişkisidir. Hukukta buna savaş denilir. Savaşta taraflar ya merdane savaşırlar ya da oturup anlaşırlar.
Kız Kaçırırken Müslüman, Boşanmaya Gelince Katolik
Elbette buna –yanlış varsayımını değiştirsen—mecbur değilsin. Kürtlerin dilini inkardan vazgeçip gaspedilen insaniyetlerini iade edersen Kürtçe birden medeniyet dili haline gelir ve Kürtler arasından “muhatap” çıkar. Bir anlaşmada muhataplar “eşit”tir. Kürtçeyi bir dil olarak kabul ettiğin an Kürtleri bir insan olarak (“muhatap”) kabul etmek zorunda kalacasın. Ve Kürtler muhatap olmayı başardığı an, Kürtler Türklerle eşit hale gelecek. Yani Kürtler Türk devletinin esiri olmaktan çıkacaklar. Ya Türk devleti demokratikleşip herkesin (ve bu arada Kürtlerin de) devleti haline gelecek, ya da Kürtlerin bu mutsuz (beşik kertmeli, kız kaçırmalı, müteaddit tecavüzlü, ölüm tehditli) evlilikten boşanmaya hakları olacak. Evlenirken “Müslüman kardeşiz” diyenlerin boşanmaya karşı “katolik” kesilmeleri, Müslümanlık iddialarının ihlası konusunda ipucu veriyor.
Kürtler Neden Vahşidir?
Kürtler, insaniyeten ve dinen analarının ak sütü gibi helal olan boşanma haklarını garanti altına almadıkları sürece evliliklerinin devamı zillet içinde geçecektir. Esir insanın evliliği battaldır. Verdiği söz geçersizdir. Esir insanın dili bir medeniyet dili değildir. Esir olanın (yani hayvaniyet mertebesine düşmüş insanın) medeni olabilmesinin önşartı hürriyetini kazanmasıdır. Hürriyet olmadan iman (zira teklif ‘insan’adır), rıza olmadan da meşrutiyet olmaz. Kürtçe bir medeniyet dili olarak bilinmedikçe, Kürtler vahşi olmaya “mecbur”durlar (icbar edilmişlerdir). Yani Kürt olabilmeleri ancak vahşetle mümkündür. (Zira Kürtler, Türk olarak insandırlar, Kürt olarak değil). Kürt kimliğinin kabul edilmek icin PKK’yı beklemesinin sebebi budur. Hatta PKK’ya karşı varlıkları bir koz olarak ileri sürülen PKK-dışı ve karşıtı Kürtlerin Kürtlükleri de onlara-- ancak PKK’ya karşı bir itiraz kastıyla ihtiyaç duyulduğu için –kerhen verilmektedir. Yani PKK terörü olmasaydı, Allah-u-alem, şimdi kemal-i hahişle PKK’nın onları temsil etmediğini söylediğimiz Kürtlerin Kürtlükleri de tanınmayacaktı.
Bu vahşilik bahsini müşahhas bir örnekle bitirelim: neden genel insaniyet ve hatta dindarlık noktasında çok nezaketli ve medeni olarak bilinen insanlar—itiraf edelim, ikisi de eskiden öyle biliniyorlardı--(Sırrı Süreyya Önder veya Altan Tan), Kürt olarak (Kürtlerin vekili olarak) huzura çıktıklarında yabani ve vahşi görünüyorlar yahut öyle oluyorlar?
Son derece kibar olan bir Türk millet-vekili (Arınç), Kürtçe bir medeniyet dili değildir diyerek (yani Kürtleri insaniyetten küme düşürtmekle) tam karşısında duran muhatabını görmez, tanımaz hale geldiğinde, muhatabının da onu tanımaz hale gelip (“lan sen kimsin” diye) hayvanane bir gayrimedenilik ile cevap vermek zorunda kalması normaldir. Birinde bir insan diğerine medenice “sen hayvansın” diyor. Diğeri de ona cevaben hayvanca “ben insanım” diyor. Birbirlerini muhatap olarak bir türlü bulamıyorlar. Kürtçenin gaspinin sona erdirilmesi, Kürtlerin Kürt olarak insaniyetlerinin iadesidir. Bu iade Kürtlerden medenilik bekleyenlerin üstüne hem insani hem de İslami bir yükümlülüktür. Borcunu ödeyene kibirden sakınması gerektiğini ayrıca söylemeye de luzum olmasa gerek.