“Arapça farz, Türkçe vacip, Kürtçe caiz..” cümlesi bu asrın siyasal ve sosyal reçetelerinin başında gelen Münazarat kitabının en can alıcı formülüdür.
“Arapça farz..” Yani: Arapça din dili ve bütün İslam Âleminin ortak iletişim lisanı ve bizi gerçek manada tarihe bağlayan bir kültür köprüsü olduğundan bu dili gramer ve konuşma seviyesinde öğrenmek, var olmak ve yaşamak kadar zorunlu yani farz bir görevdir. Batı kültürü için Roma döneminde Yunanca gibi; Ortaçağda Latince gibi; bugün için İngilizce gibi.
“Türkçe vacip..” Yani: Türkçe Osmanlı İmparatorluğu sayesinde uluslararası bir dil olmuş; İslam Âleminde eğitim ve medeniyet dili olmuştur. Kürdistan’da ise, Kürtçe medeniyet dili seviyesinde kullanılmadığından Türkçe onlar için vacip olmuştur. Dolayısıyla Türk olmayan diğer milletler, efendim, Türkçeden bize ne! Biz bunu öğrenmeyeceğiz, diyemezler. Başka bir tabir ile ifade edersek, kim sosyal bir görev almak istiyorsa, kim eğitim ve ilim elde etmek istiyorsa mutlaka Türkçe öğrenmeli. Türkçe İslam Âleminin 2. dilidir. Kürdistan bazında ise, Kürtçeden daha önemli ve daha öncelikli bir konumdadır.
“Kürtçe caiz..” Yani: Kürtçeyi yasak etmek, Kürtçe üzerinden eğitim yapmayı engellemek, insan haklarının bir ihlalidir. İnsan başta özgürlük olmak üzere bütün medeni haklara sahip olduğu gibi; Kürtlerin de kendi ana dilleriyle eğitim yapmaları, yaşamak kadar doğal bir haktır.
Burada “Caiz” kelimesi olsa da olur, olmasa da olur, manasında değildir. Bu cevaz kelimesi, mefhum-u muhalifiyle Bu hak asla yasak edilmemeli, demektir. Bir kısım Nurcuların bunu olsa da olur, olmasa da olur, şeklinde anlamaları yanlıştır. Çünkü böyle bir iddia, Münazarat kitabının sahibi olan Bediüzzaman’ın diğer makalelerine aykırı olur. O, Nutuk ve Divan-ı Harb-i Örfi kitaplarında anadil ile eğitimin öneminden ısrarla söz ediyor; yüzyıldır çok önemli bir uyarıda bulunuyor:
“Eğer Kürtlerde ana dil üzerinden eğitim vasıtasıyla maarif ve fenler, umuma mal edilmezse Kürtler, geri kalacaklardır. Bu ise, hem Kürtler açısından, hem İslam Dünyası açısından ciğerleri yakan bir felakete sebep olacaktır.”
Efendim Kürtçe eğitim dili olamaz, demek de yanlıştır. Çünkü bin küsur yıl boyunca bütün İslamî ve Arabî ilimler medreselerde Kürtçe ile verilmiştir. Ve denilebilir ki; bu caiz kelimesi, denklik ve geçerlilik manasına da gelir. Yani Dünya, Kürtlerin bu medrese eğitimini resmen kabul etmeli. Nitekim Osmanlı kabul ediyordu. Buna rağmen bu uyarı çok önemli bir ihbar-ı bil-gaybdir diyebiliriz. Çok önceden, Cumhuriyetin Arapçaya, Kürtçeye ve medrese eğitimine karşı aldığı yanlış tutumu eleştiriyor.
Maalesef, Müslümanlar, Kemalizmin getirdiği sarhoşlukla bu tarihî realiteyi göremedikleri gibi; İslama, insan haklarına, sosyal ve psikolojik realitelere aykırı olarak Kürtçe eğitim şöyle dursun, Kürtçe konuşmayı dahi yasak etmişlerdir. Şimdi uyanmışlar, hatalarını anlamışlar; fakat 5–10 yıl içinde bu vahim hatalarını düzeltemezlerse galiba tren kaçacaktır. Bizler yine çölde aç ve susuz kalacağız.
BS