Kürtler referanduma neden 'Evet' demeli?

Bu ülkede Laik-Sünni-Türk (LAST) 'makbul' kimlik olarak kabul edildi yıllarca. Sistem bu tanım üzerinden Alevileri, Başörtülüleri, Kürtleri, Gayrimüslimleri ötekileştirdi, damgalayıp ayrıştırdı. Öteki, iyideki lekeydi...

Dr. Mahir Yeşildal'ın yazısı

Öteki, mutluluğumuzu, cennetimizi, ideallerimizi talan etmeye çalışan ve bu nedenle etkisiz hale getirilmesi gereken düşmanlardı. Yıllardır ötekiler ve 'makbul' vicdanlılar tanışıp kaynaşmanın hem 'ayetin' emri olduğunu hem de 'gönüllü kölelikten' vazgeçmenin 'barışçı' tek yolu olduğunu vurguladı. Tanışıp kaynaşmanın önündeki en büyük engel ise vesayet rejimiydi.

Vesayet 'somut' olabildiği gibi (ordu, yargı, medya vb.) 'soyut' olarak da zihinlerde bir ileri uç karakolu gibi var oluyor. Zihinlerde karakol kurmak istiyorsanız, bunun en kestirme yolu 'korku' pompalamak, bu şekilde zihinlerde inkişaf eden fikirlere karşı 'öz sansür' mekanizmasını yerleştirmek. Dünyada Soğuk Savaş dönemi, ülkemizde de Cumhuriyet dönemi bu mekanizmaları sonuna kadar kullandı, kullanıyor. Türkiye'deki 'korku siyaseti'nin mimarı olan Ergenekon'un, bir karanlık, bir de merkezî, itibarlı yüzü var. Türkiye'de, korku siyasetini yalnızca dış politikada değil, aynı zamanda, içeride, sağda, solda, aşağıda, yukarıda, her yerde büyük bir azimle yürüten merkez medyamız var.

Türkiye korkuyla yönetilen bir memlekettir. Türkiye'de şüphe, korkunun yavrusudur. Şüphe buralarda aklın değil, omuriliğin kaygısıdır. Şüphe, buralarda insani bir değerlendirme değil, sanki hayvani bir içgüdüdür. Onun için Türkiye'de şüphenin dili, özünde, şüphesizliğin dilinden çok daha yıkıcı ve en fenası da, hileli olabiliyor.

'Ötekini' ve 'vicdanlı makbulü' bu vesayetten kurtarabilecek en önemli şey, bütün ileri demokrasilerde olduğu gibi 'özgürlükçü-demokratik bir anayasa'dır. İşte tam da bu noktada AK Parti anayasanın bazı maddelerini değiştireceğini açıkladı. Kamuoyu taleplerini dile getirdi, bazı kesimler aba altından ve üstünden sopa gösterdi ve sonuçta bir paket Meclis'ten çıkarak halkın önüne gidiyor. Görüp anlayabildiğimiz kadarıyla değişikliğin ana ekseni (yetersiz de olsa) vesayet organlarının hukuk üzerinden siyasete müdahale etmesini önlemek ve demokrasinin az da olsa güçlenmesini sağlamaktır.

Siyaset bilimi açısından, Kürt sorunu gibi sorunların çözümü anayasa metinlerinde yer almayabilir. Ancak anayasalar bu tür yaşamsal sorunların çözümünün hangi kural, yöntem ve değerler kapsamında yer bulacağını belirler. Anayasalar çözüm metinleri değildir. Çözümün hangi kurumda, yasa ve düzenlemede aranabileceğini gösteren metinlerdir. Anayasalar, devletleri tanımlayan ve toplum projelerini çerçevelendiren, hak ve özgürlükleri kapsayan en yüksek hukuk metinleridir. Anayasa metni, üst ve kapsamlı bir metin olarak bütün diğer hukuksal metinlerin düzenleyicisi, belirleyicisi, güdücüsü bir temel hukuk metnidir.

Bu anayasa, Türklerin, sivil ve asker egemen elitin, tek dinin, tek mezhebin, tek ideolojinin, tek partinin ve tek milli şefin anayasası oldu. Bu anayasada, Kürtler ve diğer etnik gruplar, İslam dışındaki dinler, Sünni mezhebi dışındaki mezhepler, sivil ve asker egemen elit dışındaki toplumsal kesimler, otoriter ve faşizan düşünceler dışındaki düşünceler, bu anayasal düzenin dışında kaldıkları gibi, meşru görülmediler, en temel haklarından mahrum oldular.

Bundan 30 yıl önce, Kürt diye ayrı bir halkın varlığı kabul edilmiyordu. Bugün Kürt varlığı kabul ediliyor mu? Ediliyor. Kürtçenin apayrı bir dil olduğu, hatta bir Hint-Avrupa dili olduğu kabul ediliyor mu? Ediliyor. Meclis'ten toplayıp senelerce içeri atılan kişileri tekrar siyasette görmeyi kamuoyu kaldırabiliyor mu? Şimdilik kör topal kaldırıyor. Af Yasası'ndan, hatta bir paşa gönül isterse, Kürtçe devlet hizmetinden, eyalet sisteminden bahsedilebiliyor mu? Bahsediliyor. Son 30 yılda Kürt meselesinde hayati olmasa bile önemli değişiklikler olmadı mı bu memlekette? Oldu. En azından zihniyet açısından oldu.

Bu değişiklikler aniden olmadı. Bu değişiklikler anayasaya da yazdırılmadı. Yavaş, hantal, gönülsüz ve sahipsiz bir demokratikleşmenin sonucunda oldu hepsi. Bugün de yavaş ve yetersiz bir demokratikleşme çabası var ve bu çabaya karşı Kürtlerin 'karşı safta' ya da 'bitaraf' durması söz konusu.

BDP'den yapılan protesto açıklaması aslında korku siyasetinin zihnimize uyguladığı bir öz sansür, bir uç karakoldur. Niyet okuyuculuğu ve patolojik şüphenin kendisidir alınan karar. 'Öteki' olarak kalma azim ve kararlılığıdır. Sapla samanın karışması, amacın araca feda edilme çabasıdır. Hele anayasa değişikliğini destekleyen Kürtlerin yine-yeniden ihanetle suçlanması en hafif tabiriyle siyasi körlüktür. 'Candaş' medyanın da değişikliği 'ihaneti vataniye' olarak değerlendirmesi olsa olsa bir tesadüftür. Oysa Öcalan kısa bir süre önce yaptığı açıklamada "paketin desteklenmesi için değil, Kürt sorununun çözümü için Anayasa'ya Kürtlerin kültürlerini güvence altına alan bir madde eklenmesinin yeterli olacağını" söylemişti.

Bu referandumda Kürtler 'cemaat içi dengeleri' bir yana bırakarak 'evet' demelidirler. Çünkü yıllardır süren ve her açıdan kronikleşen sorunun çözümü 'egemenin diliyle' konuşarak çözülmüyor. Verilecek 'evet' oyları AK Parti'yi destekler oylar değil vesayet karşısında özgürlükleri destekleyecek oylar olacaktır. Tek bir çocuğun hayatı hiçbir kurumun varlığından daha az değerli değildir.

Bu ülkede insanlar bir amip gibi gerektiğinde tam ortadan ikiye ayrılmaktadır. Tek bir insanın bünyesinde bile kuyrukları birbirine değmeyen birden fazla vicdan yaşamaktadır.

Artık herkes tanıdığından, bildiğinden sorumludur. Herkes iliklerine kadar tanıdığına, ''ihanet etmekle" mükelleftir. Çünkü yalnızca ihanet korkusu üzerine kurulan bir rejim, 90 yıl sonra, ihanete müstahak olmayan hiçbir grup bırakmamıştır.

Tanışıp kaynaşmanın yolu bütün vesayetçiler karşısında gönüllü köleliğe son verebilecek ilk adımı desteklemekten geçmektedir.

Zaman
 

Sosyal - Medya Haberleri