Geçtiğimiz günlerde demokrat siyasi olarak bildiğimiz ancak şimdi demokrasi istismarı yaptığını anladığımız Sayın Hüsamettin Cindoruk’un bazı görüşlerini dinledim.
Sayın Cindoruk “Türkiye’de Kürt sorunu yok ki, Kürt kökenliler Cumhurbaşkanı bile olmuşlardı, Kürt olup kim ayrımcılığa maruz kalmış ki, bir makamı hak etmişlerde kim vermemişki” gibi sözler söylüyordu.
Hatta daha ilerisini söyleyenler de var “ Bugünün Türkiye’sinde mafya ve uyuşturucu kaçakcılığı neden kürtlerin elinde, böyle bir millete verilenler fazla bile, daha fazla demokratik hak verilirse bunlar bizi satarlar”
Olmayan tehlikeyi görme sendromu
Kürtler Osmanlı’nın son dönemlerinde ‘Milli devlet’ ideolojisi İttihat Terakki tarafından tartışılırken, halifeliğe ihtiyacımız var mı? diye anketler yapılırken ve İngiliz Gizli Servisi Araplara gidip Türkler kafir oldu derken ve Arapları çöl casusları ile aldatılırken Osmanlı’ya sadık kalmış Türk dışı en büyük unsur Kürtlerdi. Gerekçesi de “İslam’da kavmiyetçilik yok” tezi idi.
Cumhuriyet döneminin başında Ulus devlet rüzgarı Türkiye Cumhuriyeti döneminde Türk kavmiyetçiliği anlamına gelecek değişiklikler yapıldı. “Kürt diye bir millet ve Kürtçe diye bir dil yoktur” tezi resmi ideoloji doktrini olarak endokrinize edildi.
Devleti yönetmek için düşmana ihtiyacı olan paranoid algı olmayan tehlikeyi görür. Olmayan irticayı görür, dindar insana terörist muamelesi yaparak 28 Şubat darbesini gerçekleştirir.
Toplum genelinde olmayan bölücülüğü görüp Güneydoğuda anadilini konuşana terörist muamelesi yapar. Bunun sonucunda korktuğunu gerçekleştirecek hatalar yapmaya anlam bağları oluşturmaya ve halkına şiddet uygulamaya devam eder.
Düşmana ihtiyacı olan paranoid kişilerin devlet yönetiminde olması aslında en büyük tehlikedir.
Kan bağına bağlı Türklük zarar verdi mi?
Cumhuriyetin kuruluş felsefesinde ve 1924 anayasasında olmayan bir değişiklik yapıldı. Osmanlı dönemindeki hem batının kabul ettiği hemde Osmanlı’da diğer unsurların benimsediği ‘Ayrımcılık yapmayan kültürel Türklük’ kavramı diğer ırkları asimile eden ‘Kanbağına dayalı Türklük’ kavramı olarak değiştirildi.
Kanbağı Türklük anlayışı ırklar hiyerarşisinde Türk ırkını en üste koyuyordu. Bunun sonucu “Ya benim gibi ol ya da terk et” mantığı ortaya çıktı. Ben Kürdüm demedikçe Kürtçe konuşmadıkça insanlara özgürlük tanınıyordu. İşte Sayın Cindoruk’un ayrımcılık yok dediği bu idi. Bana benzersen ayrımcılık yapmam anlayışı idi.
Kültürel Mobbing ve yukardan aşağıya şiddet
Bir toplulukta veya şirkette bir insana sistematize olarak psikolojik taciz uygulamaya mobbing deniliyor. O insanı yok saymak, odada yokmuş gibi davranmak, selam bile vermemek, sözünü kesmek, değersizleştirmek ve küçük düşürme ile yıldırma uygulanır. Taciz edilen ve duygusal şiddet uygulanan kişi iş yerinden ayrıldığında “Geçimsiz adamdı” etiketi o kişiye yapışır.
Bugün Kürt kökenli insanlarımızın daha çok suça ve yasa dışı eylemlere karışmış olması dışlanma ve yabancılaştırmaya bilinç dışı tepkisel yönelmesi dememiz mümkündür. Yani sebep değil sonuçtur.
İki Said’in farkı
Yakın tarihimizde Kürtçe konuşmaya getirilen yasaklar, Kürt isimlerini köy ve şehirlerden kaldırılması kültürel psikolojik tacizlerdi. İnsanlara ya sev ya terk et denildiğinde ya asimile olacaklar, ya isyan edecekler ya da sessiz bir kültürel içe kapanmaya girecekler yahutta demokratik sabırla onurlu mücadeleye devam edeceklerdi.
Şeyh Said İngilizlerin kışkırtmasına inandı 1925’de Doğu isyanını Bingöl Genç’te başlattı. İdamdan önce “Hani beni idam etmeyecektiniz” sözü ile tarihteki yerini aldı. Yani önce İngilizler sonrada devlet tarafından kandırılmıştı.
Aynı dönemde diğer Kürt kökenli Said yani Said Nursi “Bin yıllık Kur’anın bayraktarlığını yapmış bir milletin torunlarına silah çekilmez” diyerek demokratik hak ve hürriyet mücadelesini tercih etmişti.
Şeyh Said takriri sükün kanununun çıkmasına neden olarak nasıl Kürt milletine zarar vermişse bugün PKK ‘Silahlı propaganda ideolojisi’ne devam ederek Kürt kökenli insanlarımıza o kadar zarar vermektedir.
Gandi mi Arafat mı?
Bugün cuntacıların sessizliği demokratik açılımın hükümetin elinde patlaması ve bunun sonucu olarak doğan otorite boşluğundan sıkıyönetimli dönemlere dönmek arzusundan kaynaklanıyor.
Demokratik açılımlarla seküler Kürtleri Türklere bağlayan menfaat bağı dışında bir bağ kalmamıştır. PKK, Arafat gibi silahlı propaganda yöntemi yerine Gandi gibi demokratik sabırla hareket eden bir ‘sivil itaatsiz’ olsaydı Türkiye başka şeyler konuşacaktı.
Ama tarihi referans alan Kürtler Türkleri amcazadeleri olarak görmeye devam etmeyi başararak kendi Gandi’lerini ortaya çıkartabilirler.
Ortak gelecek projesi
Kültürel kimlikler üç özellikle birlikte yaşama ortamı sağlarlar.
Dil birlikteliği ilişkisi ile güven sağlama,
Din birlikteliği ilişkisi ile güven sağlama,
Menfaat birlikteliği ilişkisi ile güven sağlama.
Resmi ideoloji din bağını yok saymaya devam ediyor. Dil bağını yasaklara ve baskılara rağmen Türkçe haline getiremedi. Kalan tek bağ menfaatle oluşan güven ilişkisi. Bugün seküler Kürtleri bu topraklara bağlayan tek bağ menfaat birlikteliği ve ortak gelecek projeleri kalmıştır.
Kendi savaşını kendin belirle
Dil ve din bağları ve birlikte yaşama kültürü konusunda tarihimizi referans alamazsak ve ortak gelecek projeleri oluşturamazsak Türkiye’mize yazık olur. Cuntacı akbabaların beklentisine çanak tutmuş oluruz. Bölünme sendromu bizi gaflete düşürmemeli.
Ortak gelecek projemizi benzer hareket şekli ile geliştirmek için diyaloğu sabote edenleri dinlemeden ses tonunu yükseltmeden konuşmaya devam edersek ‘Kendi savaşımızı kendimiz belirlemiş’ oluruz. Gandi kendi savaşını kendisi belirlemişti.
Haber7
Kürtlere bir Mahatma Gandi lazım
{{member_name}}
{{formatted_date}}
{{{comment_content}}}
YanıtlaYükleniyor ...
Yükleme hatalı.