Ölüm, her zaman hayatı geçiyor.
Onun için, “siyasetin hukukun içine elini uzattığından” kuşkulandığımız Deniz Feneri ile ilgili yazmak istediklerimi ertelemek zorunda kalıyorum ister istemez.
Ama bugün hem bir “itirafçının” itiraflarını, hem Adalet Bakanı’nın açıklamalarını, hem de “görevden alınan savcıların” çevresinden yansıyanları geniş biçimde yayımlıyoruz.
Bu gazete, bu olaydaki gerçekler ortaya çıkana kadar sayfalarını her görüşe açacaktır, Adalet Bakanı’nın da, HSYK’nın da, savcıların da yaptıkları her açıklama sayfalarda yerini alacaktır, “siyasetin hukuka elini uzatmadığına” ya da “uzatan biri varsa” o bunun hesabını verene kadar bu işin peşinde olacağız.
Şimdi gelelim hayatı ertelememize neden olan o karanlık ve korkunç ölüme.
Önce bizim Genelkurmay’dan başlayalım
PKK’nın Kandil’de “yedi sivil öldürüldü” iddiasını biz sürmanşetten vermiştik, Genelkurmay, “fotoğraflar ve krokilerle” yedi kişinin içinde bombalanarak öldüğü iddia edilen arabanın bulunduğu bölgeye bomba isabet etmediğini kanıtlamıştı, bunun üzerine PKK, “Bombalanan araba aşağıya uçtu onun için onun bulunduğu yerde bomba izi yok, yukarısında var” diyerek bir video yayınladı.
Bunu da gazeteye koyduk.
Genelkurmay, bu iddiayı da geçiştirmedi, demagoji yapmadı, hamasete sapmadı, özel görev verdiği bir uçakla “arabanın vurulduğu söylenen” yerin de resimlerini çektirip bize gönderdi ve “Orada da bomba izi yok, incecik duvar bile sağlam duruyor” dedi.
Şimdi, “parçalanmış yedi kişinin” resimlerini yayınlayan PKK’nın buna bir cevap vermesi gerekiyor.
Arabanın vurulduğu yerin resmini çekip gönderecekler.
Hep birlikte bomba çukuru var mı yok mu göreceğiz, varsa yeniden Genelkurmay’a soracağız.
Aralarında küçücük çocukların da bulunduğu yedi kişiyi kimin öldürdüğünü bilmiyorum ama Genelkurmay’ın ciddiyetle, saygıdeğer ve güvenilir olmanın önemini kavrayarak çaba gösterdiğini ilk kez görüyorum.
“Askerî vesayetin” bitmesi bu demek işte, ordunun, kendisiyle ilgili ağır bir iddiaya, bu iddiayı yayımlayanları tehdit etmeye kalkışmadan, haklılığını kanıtlamak için belgeler ortaya koyarak cevap vermesi.
Bu olay, Türkiye’nin “askerî vesayet” konusunda ciddi bir kavşağı döndüğünü gösteriyor ve sadece bu olaydaki tavrı bile Genelkurmay’a çeşitli skandallarla kaybettiği prestijini önemli ölçüde tamir etme fırsatı veriyor.
Biz, “askerî vesayetten” çıkıyoruz ama Kürtler “ağır bir askerî vesayet” yaşıyorlar.
PKK, Dersim’de “futbol oynayan” polislere yaptığı saldırıda göre göre, bile bile bir kadını öldürdü, Kandil’deki bombardımanda “siviller öldürüldü” diye bağıran bir örgüt gidip yakın mesafeden “sivil” bir kadını vurdu.
Bir sivili, bir kadını, bir masumu öldürmek alçaklıktır.
Böyle alçakça bir cinayeti devlet işlediğinde, devlet görevlileri maç seyreden bir Kürt kadınını öldürdüğünde bağıracak olanlar, bir Türk kadın öldürüldüğünde susarlarsa onlar da ikiyüzlü alçaklardır bence.
Bizim bunu söylemeye hakkımız var.
Biz, Ceylan’ından Canan’ına kadar Güneydoğu’da devlet tarafından alçakça öldürülen her çocuğa, her kadına, her sivile sahip çıktık, gücümüz yettiğince bağırdık, cinayetlerin hesabını sorduk.
Kürtler de bizimle beraber bağırdı.
Şimdi nerede o Kürt aydınları, siyasetçileri, niye sesleri çıkmıyor, niye susuyorlar, bu cinayeti çok mu haklı buluyorlar, çok mu “onurlu” bu cinayet?
BDP Başkanı Demirtaş’ın kongredeki konuşmasını okudum, “Öcalan’la müzakereler başlasın” diyordu, bence de başlasın, bunda aynı fikirdeyiz, ayrıldığımız nokta bunu kimden talep edeceğimiz konusu.
Devletle Apo’yla müzakereleri sürdürüyor muydu, evet, Apo “Müzakereler yapıyoruz, tarihî bir anlaşmaya yaklaştık” dedi mi, dedi, “Devrimci halk savaşına gerek yok, durun” dedi mi, dedi, Apo bunu söyledikten iki gün sonra kim otlar arasında uyuyan on üç askeri yakarak öldürdü, kim Çukurca’da elli kiloluk bombayla tuzak kurdu, kim Apo’yla müzakereleri, Apo’yu da kenara iterek berhava etti?
Dürüstsen, müzakereleri kim durdurttuysa, onu açıkça söyler, başlamasını sağlamasını da ondan istersin.
Ama korkarım Kürt siyasetçileri bunu yapamaz.
Türkiye’de “askerî vesayet” bitti ama PKK’nın Kürtler üzerindeki askerî vesayeti sürüyor ve devlet ne yaptıysa onu taklit ediyor, sokakta insanları ensesinden vuruyor, kadınları öldürüyor, tam barış yapılacakken bir operasyonla barışı geriye itiyor, kendisini eleştirenleri aynı bizim “orducu medya” benzeri yandaş bir medyayla “hain” ilan ediyor.
Ve Kürtler sesini çıkaramıyor.
Kendi tecrübemize dayanarak şunu söyleyebilirim, “askerî vesayet” ancak demokratik ve barışçı güçlerin cesaretiyle, her türlü eleştiriyi ve “kendi taraftarlarının” tepkisini göze almasıyla biter, o cesaret yoksa o vesayet seni de “onurunu” da ezer geçer.
Taraf