619 yılının adı hüzün yılı olacaktı. Ramazanın son onuncu gecesiydi. Kur’an’ın gökten parça parça inmeye başladığı o Kadir Gecesi, Hatice’nin son gecesiydi. Şib’in kahırlı günlerine kurban giden canlar peş peşe dizilmişti. Sevgili Hatice’sinin başında iken acı bir haber almıştı. Baba yarısı amcası Ebu Talib’in ölümünü zamanın ibresi 619 yılının şubat ayına döndü. Karanlık bir geceydi. Ebu Kubeys’in yalçın dorukları gözükmüyordu. Ay doğmadı o gece, Mekke’ye gözükmedi. Hüzün bulutları ardına girerek saklandı. Yıllar yılı haliyle hemhal olduğu kadın onunla konuşamayacak kadar tükenmişti. Peygamber ocağının ilk şehidi göçüyordu. Sevgili (asm) hep başındaydı. Ateşler içinde Hatice, alnında ecel terleri boncuk boncuk.
Yirmi beş yıl süren evlilik ötelere erteleniyordu. Aralarındaki on beş yıllık yaşa ve onca farklılığa rağmen evlilikleri su gibi tatlı akmıştı. Tarihler o ana kadar Mekke’de bu iki çiftin aile hayatına benzer bir aile hayatının daha olmadığını kaydetmişti. Herkesin özendiği, hatta kıskandığı evlilikte en ufak bir tartışma ve karmaşa yaşanmamıştı. Son anına kadar Hatice, Efendisinin (asm) bütün hizmetlerini kendisi görmüş, onu kızdıracak, gönlünü üzecek en ufak şeyden uzak durmuş, hep gönül alıcı ve hoşluk içinde davranmıştı. Ona olan bağlılığı artarak gelmişti. Hoşuna gitmeyecek hiçbir şey yapmamış Peygamberin (asm) gönlüne hep sevgi buketleri sunmuştu. Herkes O’nu (asm) iterken Hatice kucaklamış, yalanlarken Hatice doğrulamıştı. Sevgisi ve malıyla Resul’e kuvvet vermişti.
Yüce Kur’an, “Rabbin Seni yetim bulup da barındırmadı mı? Seni hidayete erdirmedi mi? Seni fakir bulup zengin etmedi mi?” derken Hatice ile olan evliliğinde ona verilen desteği yad ediyordu.
Büyük kadın böyle özenle bağlı bulunduğu en özel sevgiliden ayrılmak zorundaydı. Can kafesi ecelin çağrısıyla çırpınırken, davet büyük yerdendi. Cebrail’in selam gönderdiği kadın şimdi Azrail’e el veriyordu.
Işıklı iklimlerden alnına konan buseler hoş ve serinleticiydi. Gözlerinde uzak mesafelerden aldığı davetin ışıltısı parlıyordu. Bir gözü Muhammed’de (asm), alemin varlık nurundan ayrılma hüznü iki damla göz yaşı olup düştü yanaklarına. Dünya yüzündeki son akşamını yaşıyordu. Sonunda Hatice Rabbinden razı, Rabbi de kulundan razı kullar safında sonsuza yürüyordu.
Yüce Kelam, “Ey huzur içinde olan nefis, sen ondan razı, O da senden razı olarak Rabbine dön. İyi kullarımın arasında cennetime gir” dememiş miydi. Bu gerçeği yaşayanlardan olduğu aşikardı.
Gözleri aralandıkça O’nu (cc) arıyordu. Dudakları kıpır kıpırdı, O’nu (cc) tazim ediyor, O’nu (cc) selamlıyordu.
“Ezel sabahından mahşer gününe kadar Muhammed’in gönül çekici varlığına selam olsun. Selam olsun feleklerin uğruna döndüğü sevgiliye, Selam olsun Muhammed Mustafa’ya.” (Fecr 27-8)
Sevgili (asm) sürekli başındaydı. Şib’in taş döşekleri üstünde ateşler içinde yanan Haticesi’nin eli elindeydi, gönül gülüne kıyamıyordu.
“Benden dolayı ey Hatice. Benden dolayı sıkıntılı bir hayat yaşadın, sana kametine göre bir hayat yaşatamadım” dedi.
Güçlükle cevap verdi Hatice: “Kureyş’in hiçbir kadını benim kadar mutlu olmadı. Son Peygamberin (asm) eşi olmak benim için bahtiyarlıktı. Kalbim çok huzurlu.“
Yaşamış olduğu onca çile gözünde görünmüyordu. Onun yüce gönlü sadece Resul’ün (asm) varlık nuruna kenetliydi. Gözünü yumup açıyor yine Sevgiliyi (asm) seyrediyordu. Soylu hatlarında akisleşen müjdelerle dünya ile ahiret konuklarını bir arada ağırlıyor gibiydi. Kendi zamanından çok önce yaşamış ebedi yoldaşlar yanı başındalar sanki. Meryem ile Asiye, kendi çağından çok sonra gelecek olanlar ise bir kitabın sahifeleri arasından, bast-ı zaman tayy-ı mekan sırrıyla o ana varıyorlar. Akıl, kalp ve ruh bütünlüğü içinde gerçekleşen bir yolculuğun huzurunu tadıyorlar. Yaptıkları bir mana yolculuğuyla yanında Hatice’nin. Gönül gözüyle oradalar. Nefesleri tutuk o anı seyre dalmışlar.
İffetin Meryem’i masum tebessümüyle oradaydı. Yüzyıllara sığmayan bir öykünün iffetli kahramanıyla kucaklaşıyor sanki. Peygamber annesi Meryem, Resul’ün (asm) unutulmaz eşinin başındaydı. Dünya zamanlarının en iffetli kadını, kulluk imtihanlarının yekta serüvenini başarıyla vermişti. Rabbin kader kaleminin kendisi için yazdığı ağır tecellide hayırda ve şerde, kadere iman hükmünü göstermiş olduğu teslimiyetle onurlanmıştı. Meryem orucu tutmuş olmak, kul nezdinde insanın ne de güzel cevabıydı, iffetin en yekta incisini tebessümle karşıladı. Hatice’nin bir yanında Asiye bir yanında Meryem…
Sabrın kalesi Asiye, ahiret kardeşi Hatice’nin. Firavun gibi zalim bir eşin yanında sabır içinde ömür tüketen Asiye Hatun’a gülümsedi. Ne kadar saf ne kadar da duru bir buluşmaydı. Firavun gibi bir eşten gizli tuttuğu imanını avucunda kor ateş kadar zor ve zahmetli korumuştu. Çaprazlama kesilen kol ve bacaklarının acısıyla emanet ettiği canını Cennet yamaçlarına taşıyan Rabbine şükran dolu. Peygamber hamisi Asiye yanı başında Hatice’nin. Dört cennet hanımından birisi olmayı hak etmiş sabır ve sadakatıyla Musa’yı şefkat kanatları altına almış kadın orada.
Gülpembe yanaklarına inciden gözyaşları dizen minik Fatıma. Cennet hanımlarının dördüncüsü olacak olan Fatıma herşeyden habersiz ağlarken, Hatice hepsini bir arada seyrediyor, geçmişin seçilmişleri ile geleceğin seçilmişleri bir çizgide buluşmuşlardı. Hatice’nin ecel terleriyle incilenmiş yüzü tebessüm dolu.
Başında alemin sevgilisi (asm), sağında ve solunda ahiret hemşireleri, ayakucunda minik Fatıma… Hatice üç dünya hurisinin seyrinde yeryüzünün tek sevgilisini (asm) seyrettti. Hz. Muhammed (asm), Hz. Meryem, Hz. Asiye, Hz. Fatıma... Hepsini bir arada seyretmek tüm zamanların en doyumsuz anıydı. Tevhid akidesinin kadın kahramanları Hz. Muhammed’in (asm) nurdan ışığı altında toplanmışlardı. Daha sonra gelecek çağlara yöneldi Hatice. Kimbilir daha kimler o kutlu sevdanın çilelisi olacaktı?
Hatice’nin yaşayan güneşi Hz. Muhammed (asm) hep yanında. Onu seyrediyor. Güneşin en derin ışıklarını bakışlarından derlediği efendisine ukbada doyacaktı, az sonra Hatice ilahi çağrının sedasına uyacaktı.
“Ey kutlu mek yakına gel, gel ey güzel dost. Buyrulanı yap, beni sabredenlerden bulacaksın” diyecek ancak sözün gücü tükenmiş, Efendisiyle (asm) göz göze geliyorlardı.
Mekansız bir buluşmada ne sohbetler başlamış, diller dudaklar susmuş, gönüller konuşuyor, başbaşa geçmiş bir ömrün seyrini yapıyorlar. İki ezeli dost göz göze. Ecelin ebedi hükmü altında hüküm süren kaderi akışa boyun bükmüşler. Hıçkırıklarını yudumlarken Sevgili (asm), Hatice’sine sesleniverdi usulca: “Acını hafifletmek için sana ne desem ki Hatice?”
Şefkat dolu yüreği gülünün üstüne kümelenmiş, onun gibi sadık bir eşi rahatlatmak istiyordu. ”Ancak unutma ki Allah her sıkıntı ve zorluğun arkasından mutlaka hayrı kesir murat etmiştir. Biliyor musun Hatice? Allah seni benimle İmran kızı Meryem’i, Musa’nın kız kardeşi Gülsüm ve annesi Asiye ile yaratacak.” (Haysemi)
Hatice’nin solgun ama asil yüzünde asude bir tebessüm beliriyor. Son bir gayretle, “Öyle ya Resulallah” dedi.
“Evet ey Hatice, huzur içinde ve çocuklarla olur inşallah” diyebildi sadece, bu son sözleriydi.
Alemin sevgilisi (asm) onu kendi elleriyle kabrine yerleştirdi. Hacun kabristanındaki mütevazi yeraltı ocağından çağlara gülümsüyordu. İnsanlık onu çok sevecek, hiç unutmayacaktı. Resulullah (asm) dünya kevseri Fatıma’sının gözyaşlarını silerken.
“Sil gözyaşlarını yavrum” diyordu, “annen şu anda kamıştan bir köşkün içinde yaşıyor. Sütunları inci, yakut ve mercanlarla bezeli, kamıştan yapılmış bir sarayda…”
Selam Resulün (asm) gönül gülüne, kutlu verdasına, selam o en büyük anneye, selam o büyük şehide, selam o şefkat denizine, selam o sevgi cennetine olsun.
Allahümmesalli ala Muhammed (asm)…
(Romancı Nurdan Damla’nın Hatice isimli romanından alınmıştır. Romanı hayat yayınlarından çıkmış. Okunmasını tavsiye etmek hakkın gereğidir. Bir büyük insanın biyografisidir, Henry Troyat gibi bir büyük biyograftır sayın yazar.)