Ben Muhammedim, ben Ahmedim, ben Rahmet peygamberiyim (Müslim, Kitâbul-Fedâil, 126; Tirmizî, Davât, 118.)
Ey Rabbimiz! Onlara kendi içlerinden senin âyetlerini okuyacak, onlara kitap ve hikmeti öğretecek, onları temizleyecek bir elçi gönder. Her zaman üstün gelen, her şeyi yerli yerince yapan yalnız sensin. (Bakara, 2/129)
İbrahim ve İsmail Aleyhimesselâmın bu niyazlarının üzerinden uzun yıllar geçtikten sonra, bu ümmetin Efendisi ve insanlığın en hayırlısı dünyaya teşrif ettiler.
Mevlid-i Nebevî, bizim için en büyük bayramdır. O Rahîm-i Zülcemalin verdiği nimetleri dile getirmek ve şükrünü ifa etmek bir sorumluluk, Hz. Peygamberden (a.s.m) bahsetmek, Onu tanımak ve tanıtmaya çalışmak, Onun nurlu yolunu/izini sürmek, en büyük görev ve üzerimize farzdır.
O Rahmet ve şefkat Nebisini hayatımıza hayat, yolumuza rehber yapmak için bir gayretin içinde olduğumuzu söylemek mümkün, ama yeterli değil.
Her yıl T.C. Diyanet İşler Başkanlığı tarafından kutlanan Kutlu Doğum Haftası etkinliklerine yurtiçi ve yurtdışındaki sivil toplum kuruluşlarının da iştirak etmeleri, heyecanlı ve sevinçli bir faaliyetin içerisinde bulunmaları oldukça önem arz etmektedir. Ama varlık sebebimiz, iftihar tablomuz bir yüce ve emsalsiz şahsiyet için yeterli olmasa gerek.
Onu bir seminere, bir konferansa, panele, bir haftalık anma programlarına sıkıştırmak; Onu (A.S.M) anlamak ve anlatmak ve Nurlu Sünnetini yaşamak için kâfi değildir. Bir hayat boyu, bütün insanlık ve hassaten İslâm âlemi yedisinden yetmiş yedisine kadar seferber olup O Cihanın Sultanını solumalı, hayatına, dem ve damarlarına işleyecek kadar Onun mânevî rayihasını sindirmeli ve massetmelidir.
Mekke-i Mükerreme; sokaklarıyla, zerrelerine kadar O kutlu Nebînin ayak izlerine, göz yaşlarına, ızdırap ve çilelerine şahitlik yapmış bir Ümmül-Kurâdır (şehirlerin anasıdır). İslâmın binasını ve temelini sağlam atabilmek için, fedakâr ashâbıyla birlikte çilelerin en mukaddesine talip olmuş, Zübeyirleri, Talhaları, Musapları, Bilalleri yetiştirirken; istikbâlin Saidlerine, Hulûsîlerine, Hamzalarına, Zübeyirlerine, Ceylanlarına, Sungurlarına şefkat ve sena diliyle mesaj vermeyi ve dua etmeyi de unutmamıştır.
Onun (s.a.v) yetiştirdiği ve başlarını müşfikane okşadığı bu iman fedâîleri, ışık saçan, yol gösteren yıldızları, O mânevî güneşin etrafında pervâne olmuş ve kendisine peyk olmayı şeref ittihaz etmişlerdir.
Hadisin ifadesiyle, cennetten kaçarak imtina edenler, diretenler, isyan edenler müstesna Onlar cennete giremeyeceklerdir. Zira cennete girmenin ve saâdete erişmenin yolu Peygambere tâbi olmaktan geçer.
Onu baş tacı etmek, en büyük devlettir. Şair ne güzel söylemiş:
Ümmeti olduğumuz devlet yeter
Hizmetin kıldığımız izzet yeter
Hiç sapar mı O Zâtı-ı Zîşânı örnek alan? Mânevî bunalımlara, buhranlara, küresel krizlere hiç düşer mi ashâbın yaşadığı atmosferi yaşayan?
Onun merhâmet ve rikkatini örnek alan kardeşini hor ve hakîr görebilir mi? Gıybet ve dedikodusuyla zamanını heba eder mi? Onu kucaklamaktan, anlamaktan, dinlemekten ve hoşgörülü olmaktan hiç vazgeçer mi?
Yâ Resûlallah ! Senin bir kez daha yeniden gönlümüze ve hayatımıza doğmanı, getirdiğin, kardeşlik ve muhabbet tohumlarının yeniden yeşermesi için çağlara ve zamanlara damgasını vuran O lâhûtî sadanla bir kez daha bize seslenmeni istirham ediyoruz.
Hz. Cabiri (r.a) Tebuk seferi dönüşünde bineği olmadığı için, Zât-ı mübarekeni şerefle taşıyan Kusvânın terkisine almıştın. Çünkü O buna layıktı. Ama bizler, Senin kapının kıtmîri olmaya razıyız.
Ve ümmetin olduğumuza çok, ama çok şükrediyoruz
Sallallahu Aleyhi Ve alâ âlihî ve Sahbihî Ve Sellim Teslîmen kesîra.