Kuvvet Hakta her zaman, kuvvet; kuvvette değil,
Hakkın karşısında, sen; teslimiyetle eğil.
Felsefe esasında; kuvvet hep müstahsendir,
“El-hükmü li’l-galib”; düstur-i zâlimendir.
Galebede bir kuvvet; kuvvette de hak var der,
Kuvvetlinin hükmünden; dünya oldu derbeder.
Zulmü alkışlayıp da; zâlimi teşcî etmiş,
Cebbarları; ulûhiyet davasına, sevk etmiş.
Riyâ-kârlar alkışlanmış; hod-fürûşlar hoş olmuş,
Sanem-misâl âbideler; nefse âbide bulmuş.
Kuvve-i gadabiye; ağaçların dalında,
Nemrut, Firavun, Şeddad meyveleri oldurmuş.
Kuvve-i akliye dalında; insanlık dimağında;
Dehriyyun, maddiyyun, tabiiyyun, meyveleri yeşermiş.
Felsefenin şakirdi; mütemerrid, inatçı;
Küçük bir lezzet için; zillet kılan fesatçı.
Hasîs menfaat için; öper şeytan ayağın,
Değdiremez tövbeye; o morarmış dudağın.
Sevmez nefsinden başka; ciddi-ciddi kimseyi,
Fedâ eder nefsine; mukaddes her bir şeyi.
Felsefenin şakirdi; kardeşlerinden kaçar,
Onların aleyhine; tutar davalar açar.
Âciz, cebbar-ı hod-fürûş ve felsefe şakirdi,
Halîm-selîm bir abd-i aziz, Kur’ânımın tilmizi.
Parça-parça eylemiş, beşeriyet beynini,
Îmân ile bulmalı, her bir parça yerini.
Eşyaya demiş güzel; inkâr etmiş Sâni’-i,
Kendine ma’bûd kılmış, geçici bir fânîyi.
Ne güzel yapılmış de; sâni’ini hatırla,
Bir saatlik tefekkür, yazılmaz üç satırla.
Amma, Kur’ân tilmizi; bir abd-i küllidir ki;
Mahlûkat âzamına; serfûru etmez Velî.
Cennet gibi âzam bir; menfaati, yapmaz gaye,
O bir Abd-i azizdir ki; ubûdiyet sermaye.
Tezellüle yok tenezzül!.. Halîm-i âlihimmet,
Mâlik-i Kerîmine; baş eğen, müstağnîyet.
Bir zayıf-ı kavîdir, cennet bile; maksûd değil;
Bu zâil-i, fâni dünya; gâye, maksat, hiç değil.
Böyle bir şakirt olmak, şükreylemek her daim,
Sâhil-i selâmete, kavuşalım sağ-salim.