Fatih Durgun’un yazısı
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kuvvetli mü’min, (Allah katında) zayıf mü’minden daha hayırlı ve daha sevimlidir. (Bununla beraber) her ikisinde de hayır vardır. Sen, sana yararlı olan şeyi elde etmeye çalış. Allah’tan yardım dile ve asla acz gösterme. Başına bir şey gelirse, “şöyle yapsaydım, böyle olurdu” diye hayıflanıp durma. “Allah’ın takdiri bu, O, ne dilerse yapar” de. Zira “eğer şöyle yapsaydım” sözü şeytanı memnun edecek işlerin kapısını açar.” (Müslim, Kader 34. Ayrıca bk. İbni Mâce, Mukaddime 10.)
İnsanlık tarih boyunca hiç bıkıp usanmadan gücün peşinden koşmaya devam etti. Gücü elde etmek uğruna uçurumlardan düşenlerden çoğu kişi ders almaktan yüz çevirdi.
Güç insanoğlunun nazarında o kadar değerli bir şeydi ki onu elde etmek uğruna malını, şerefini ve hatta canını dahi feda edebilme imkanının olmaması düşünülemezdi.
Kimine göre bilgi güçken kimine göre birşeylere çokça sahip olmaktır, bazen herkese üstün gelmek olarak tarif edilirken bazen de dünyaya hakim olmak olarak düşünülmektedir.
Bunun tam zıddını düşünen kişilere göre ise kendisine hakim olmayan kişiler dünyaya hakim olsa da güçlü değildir asıl güç kişinin kendisine yani nefsine hükmedebilmesi olarak görülür.
Eminim siz de benim gibi baştaki hadiste bahsedilen güçlü ve kuvvetli müminin kim olduğunu merak ediyorsunuz.
Özellikle çağımızda gücün kendisine tapınılan bir put haline gelmiş meta olması merakımızı kamçılamaktadır.
Günümüz toplumunda bu hadis, parası olan ve kendilerini dindar olarak nitelendiren müteahitlere yakıştırıldığı için güçlü mümin çoğunlukla paralı mümin olarak algılanmaya başlandı. Ayrıca makamı, şöhreti yüksek olan Müslüman kişiler bir anda güçlü olarak isimlendirildi.
Peki gerçekten evinde 3 günlük yiyecekten fazla bulundurmayan ve vefatından sonra çocuklarına güzel ahlaktan ve sünneti seniyyesinden başka miras bırakmayan Peygamber efendimiz (asm) güçlü mümin hadisini söylerken ekonomik gücü mü kast etmişti.
Bunu anlamak için Hz. Peygamberin hayatına yani siyerine bakmak yeterli olacaktır.
Bediuzzaman’a bu hususu danışmamız neticesinde hiç şüphesiz ona göre bir müminin İmanın derecesi ne boyutta ise onun gücü de o derecededir. Hatta bu hususla alakalı olarak “İman hem bir nurdur hem bir kuvvettir Evet Hakiki imanı elde eden adam kainata meydan okuyabilir” diyerek kişinin cesaret ve güç kaynağının iman olduğunu ifade etmiştir.
Pek tabii olarak tarihte özellikle son dönemlerde birçok imansız liderin güç ve kuvvet sahibi oldukları ve hatta dünyaya belli bir dönemde diz çöktürdükleri yönünde bir düşünce aklınıza gelecektir. Örnek de verebiliriz, Adolf Hitler, Joseph Stalin, Mao, Kim Jong-Un vb.
İşte burada gücün ve kuvvetin kaynağı meselesi gün yüzüne çıkmaktadır.
Gücü kendi nefislerinden ve cüz-i iradelerinden bilen bu tarz kişiler hayvanlar aleminde bulunan cidalı (üstünlük mücadelesi, savaş) kendilerine örnek olarak gördükleri için büyük balığın küçük balığı her daim yemesi örneği gibi ne kadar büyük olurlarsa o kadar güçlü olacaklarına kendilerini inandırmışlardır.
Hatta sırf bu güç devşirme yolunda milyonlarca masumu ve güçsüzü de yemekten uzak durmazlar. Bu tarz gücün güç sahibine menfaatinden başka bir faydası yoktur. İş bu sebepten ötürü insanlığın saadeti ve huzuru ortadan kaldırılmıştır.
Ancak hakiki güç, kaynağını Kadir-i Zülcelal olan kainatın sahibi ve müdebbiri olan Cenab-ı Haktan alan güçtür. Çünkü bu gücü elde bulunduranlar menfaatten önce gücün tezahürlerinden olan Hakk’ı ve adaleti kabul etmişlerdir. Bu gücü birkaç gözü dönmüş vampir ruhlu şahısların nefslerine feda etmek yerine güçsüzlerle birleşip hakka yönelerek saadet ve mutluluğa adım atmak olarak görmüşlerdir.
Herkesin kendi gücünü en üstte çıkartmaya uğraştığı bu çağda ahlaki ilkelerinden taviz vermeyip yalnızca kendisini düşünmek yerine gücü tekeline almayı bırakarak güçsüzler arasında pay etmeyi uygun gören ve gücün sahibinin izni dairesinde hareket ederek onun halifesi, temsilcisi olabilme şerefine nail olabilmiş herkes güçlüdür.
Bunun aksine davranıp gücü kendinden bilerek tekeline almaya çalışan kişiler ise insanları kandıran hırsızlardan başkası değildir. Bize düşen görev bu tarz hırsızların ne kadar parası, makamı, mevkisi ve maddi gücü olursa olsun onlara iltifat etmemek ve o gücün hakiki sahibinin o kişi olmadığını unutmamaktır.
O zaman peygamberimizin kast ettiği kuvvetli, güçlü müminin özet olarak şu özelliklere sahip olduğunu söyleyebiliriz:
- İmanının derecesi üstte olan ve Allah’a en yakın olan
- Hakk’ın hatırını her şeyden üstte tutup başka hatırlara feda etmeyen
- Gücün sahibinin izni dairesinde hareket ederek onun halifesi, temsilcisi olabilme şerefine nail olabilen
- Yalakalık yapmayan
- Adaletin tesisi yolunda elinden geleni yapmaktan geri durmayan
- Dünyaya değil de ahirete iştiyak duyan
- Nefsine hakim olabilen
- Şekvasını, şikayetini halklara değil de Allah’a eden
- Sabreden ve sabır kuvvetini geçmişe ve geleceğe dağıtmayan
- İlmin ve Kuran’ın izzetini üzerinde taşıyan
- Hiç düşmeyen değil her düşüşte tekrardan ayağa kalkabilen
- Kadere ve musibetlere rıza göstererek sarsılmayan
- Allaha teslim olup şükretmeyi bilen
- Gelene sevinmeyip gidene üzülmeyen
- Ondan korkup halklardan korkmayan
- Delikanlılığı hak namına kullanan
- Allah’ın rızasını arayan ve başkalarını razı etmek gibi bir endişeleri bulunmayan
- Nefsi ve enaniyeti adına hareket etmeyen
- Hakiki güç ve kuvveti ihlasta samimiyette bilen
- Yaratıcısına karşı acizliğinin ve zayıflığının farkında olan kişiler Allah katında daha hayırlı ve daha sevimli olan kuvvetli ve güçlü olan kişilerdir.