Kastamonu Lahika Düsturları - 8
Bu sekizinci yazımızda el’an Kastamonu Lahikasının ilk mektubunun hitap kısmındayız. Mektub, Allah’ın ismi, bir ayet ve salavat ile başlıyor. Devamında ise; “Aziz, Sıddık, Mübarek Kardeşlerim ve Hizmet-i Kur’aniye ve İmaniyede İhlaslı ve Kuvvetli ve Şanlı Arkadaşlarım,…” şeklindeki hitap ile devam ediyor. Şimdiye dek Aziz olmak, Sıddık olmak, Mübarek olmak, İman ve Kur’an hizmetinde bulunmak ve İhlaslı olmak üzerinde takatimiz yettiğince düşünmeye gayret ettik. Bu seferimizde ise “kuvvetli olmak” üzerinde düşüneceğiz.
Çok şükürler olsun ki önümüzde bütün bu sıfatları hakkıyla taşımış olan, bu sıfatlar ile muttasıf olmuş saff-ı evvel Nur Talebeleri var. Böylelikledir ki biz onlara bakıp “nasıl kuvvetli olmuşlar, ne yapmışlar da kuvvetli olmuşlar” sorularının cevabını bihakkın bulabiliyoruz. Onları kuvvetli yapan ne idi? Kuvvetli olmak ne manaya geliyor? Bediüzzaman, Nurun Talebelerine kuvvetli derken neyi kast ediyordu? Bu kelime o dönem için ne anlam ifade ediyordu? Günümüz şartlarında kuvvetli olmak ne anlama geliyor? Sadece Kastamonu Lahikasında 89 kere geçtiğine göre bu, önemli bir vasıf olsa gerek.
Kuvvetli olmayı iki kategoride ele alabiliriz. Birincisi; yapılan hizmetin sapasağlam, muhkem ve gereğince yapılması. İkincisi; çıkan engellere karşı mukavemet edilmesi. Engelleri de ikiye ayırabiliriz; içten gelen yani; nefis ve şeytandan gelen tazyik ve dıştan gelen yani; Kur’an ve iman hakikatlerine muaraza eden zındıklar ve onlara kanan münafıklar ve aldatılmış hocalar. Bu engellerin her birine karşı izlenecek yol da elbette farklı farklıdır. Kuvvetli olmanın değişmezi ise; engel nereden ve kimden gelirse gelsin ona karşı mukavemet etmek ve hizmetten elini gevşetmemek ve yakıcı çorbadan ağzı yandığı halde geri çekilmemek.
Bu mektupların yazıldığı dönemi göz önüne alacak olursak şartlar o kadar ağır ve baskılar öylesine fazla ki hakikaten demir gibi bir kuvvet gerekiyor ki dayanılabilsin. Hakikat-i hale bakacak olursak bu zamanda da çok rahat değiliz esasen. Fakat dünyevileşme ve dünyevi gayelerin daha öncelikli olması gibi uyuşturan bir belanın içindeyiz ve bu yüzden ne kadar kuvvetli olmamız ve demir gibi sebat göstermemiz gereğinden gafil kalabiliyoruz.
Nefsin arzularını kamçılayan ve din özgürlüğünü tamamen ortadan kaldırıp dinzisliği adeta bir din gibi yerleştirmek isteyen rejimin en şiddetli baskılarla yerleştirilmeye çalışıldığı dönemdi bu mektubun yazıldığı dönem. Bu dönem ise dünyayı öncelemenin adeta dindarlar arasında bile meşru kabul edilmeye başlandığı bir dönem.
İnsanları dinden kopartmanın en kolay ve alçakça yolu elbette nefislerine ve nefsin arzularına hitap etmekti. O fakirliğin içinde verilen balolar ve nefisleri tahrik edecek sinema ve tiyatrolara harcanan paralar da bunu gösteriyor elbette.
Öyle ise biz bunu deme lüksüne sahip değiliz: “ o dönem baskılar, hapis ve işkenceler çok idi. Ölüm tehlikesi ile karşı karşıya idiler ve kuvvetli olmaları lazımdı. Biz ise şimdi daha rahatız o kadar kuvvetli olmasak da idare ederiz.” Evet, bu tam bir yanılsama olur ve bizim temelleri o zamandan atılan tuzaklara kapıldığımızın da resmidir.
O işkencelere dayanmak ile dünyanın cazibesine kapılmamak için dayanmak, her ikisi de kuvveti gerektirir. Ahireti bildiği ve dünyanın fani olduğunu da bildiği halde dünyanın şişe değerindeki metaını ahiret elmasına tercih etmek bu zamanın hastalığı ve bu hastalığa tutulmamak ciddi bir kuvvet gerektiriyor.
Öyle ise “kuvvetli olmak” ahirete kadar bütün Nur Şakirtlerinin vasfı olmalı ve olacak. Elbette bir şeyi tesis edenler, onu devam ettirenlerden çok daha fazla meşakkatlere maruz kalırlar. Sahabe Efendilerimiz de İslamiyetin tesisinde esas teşkil etmişler ve içteki daireyi teşkil etmişler. Gerçekten de saff-ı evvel nur talebelerinin çektiği eza ve işkenceler Sahabe Efendilerimizi akla getiriyor. Hem maddi hem de manevi çok işkencelere maruz bırakılmışlar. Bununla beraber kendilerine işkence edenlere de haklarını helal etmişler ve onlara hidayet temennisinde bulunmuşlar. İntikam almamışlar. Bediüzzaman, Nur Talebelerine bu şekilde davranması ile örnek olmuş ve onlara da bunu tavsiye etmiş. Kendisini yirmi bir kere zehirleyenlere bile beddua etmemiş. Zalim bir savcıya bedduaya niyet etmişse de onun masum kızı hatırına vaz geçmiş.
Kuvvetli olmanın içinde bu da var şüphesiz. Size her türlü eza ve cefayı reva görenlere de imanlarının kurtulması için dua etmek. Her zaman müsbet hareket etmek. Doğrusu müsbet hareket çok büyük bir kuvvet gerektirir. Size yapılan bir zulme misli ile mukabele etmemek elbette er kişinin harcı olabilir. Hele bilerek tecavüz edecekler ama siz elinizde kuvvet olsa bile mukabele-i bilmisil etmeyeceksiniz ve onun iman selameti namına ne yol takip etmek icap ediyor ise onu takip edeceksiniz. Hakikaten de elde kor ateş tutmak gibi bir şey.
Düşünün Kur’anlarınız toplatılıp yakılıyor, camileriniz kapatılıyor, evde Kur’an öğretmek yasak, sarık sarmak yasak, din adına mukaddesat adına ne varsa kötüleniyor. Ve siz haysiyet sahibi ve şehametli bir mü’min olarak eliniz kolunuz bağlanıyor. O zamanda asılarak idam edilen pek çok alimin yanında kahrından ölenler de az değil…
İşte böyle bir zamanda bir kapı açılıyor; din namına hiç kıpırdanmaya müsaade etmeyen zamanda bir ümit kapısı. İmanı kurtaracak eserler yazılacak. Bütün mukaddesatı tarihe gömülmeye çalışılan bu insanların ve gelecek nesillerinin imandan ve Kur’andan kopmaması için bir eser telif edilmiş ve ediliyor ve bunların yazılarak çoğaltılıp insanlara ulaştırılması sureti ile imana ve Kur’ana hizmet etmek mümkün. Bir şartla ki ölümü göze alacaksınız. Zira bu eserleri telif eden Zat ile görüşen hemen tutuklanıyor, kendisi de daim tarassut altında tutuluyor. Memleket memleket sürgüne gönderiliyor. Nereye giderse gitsin orada imana hizmet etmekten geri durmadığı gözlendiğinden her fırsatta hapsediliyor ve hatta kanunların fevkinde olarak çok uzun süreler tecritte tutuluyor.
Evet, kuvvetli olmadan girişilemeyecek bir hizmet. Bununla beraber bu hizmette bulunmanın kıymeti de lezzeti de vesile olunan hayırlar da bir o kadar kıymetli ve hatta bu hizmette bulunmak iman ehli için vacib olmuş. Zira küfre karşı direnen bir o var. Ve ilmî delillerle Avrupanın en muannid feylosoflarını teslime mecbur eden yegane eser. Öyle kale kıle ile gitmiyor. Yani; evvelki alimlerin dediklerinin aktarımı değil. Bu günün ilim ve fen adamlarına ilmi ve akli ve mantıkî deliller ile Allah’ın varlığını, ahireti ve haşri, melekleri, kaderi, Peygamberleri ve kitapları izah ediyor. İmanın altı rüknünü muknî deliller ile isbat ediyor.
Allah bize Risale-i Nur’un kıymetini taktir edecek basiret ve hizmetinde bulunacak kuvvet ihsan etsin inşallah. Avrupanın inatçı feylosoflarının fikirlerini bilmediğimizden onları nasıl susturduğuna da çok vakıf olamıyoruz. Hatta harika bir isbatın isbat olduğunu anlamakta bile zaman zaman aciz kalıyoruz…ne ise
Risale-i Nur’un hizmetinde bulunanlara gelen engeller bazen de Allah’a dost olan fakat Risale-i Nur’un ehemmiyet ve kıymetini taktir etmeyenlerden geliyor. Mesela hapiste bir Nakşi Şeyhi Nur Şakirtlerinden kırk ellisinin bulunduğu bir koğuşta dört ay boyunca celbkarane sohbet ediyor da Nurların hizmetinin bu asırdaki kıymetini ve lüzumunu anlamış olan talebeler ona karşı müstağni kalıyorlar yalnız birisini geçici olarak kendine çekebiliyor.
Kuvvetli olmak elbette zaaflara karşı mukavemetli olmak ve zayıf damarlarından vurulmamak, tutulmamak anlamına da geliyor. İnsandaki zayıf damarlar ise Hücumat-ı Sitte’de izah edilmiş. Bu altı damar: hubb-u cah (şöhret, makam sevgisi), enaniyet, tamah, korku, milliyetçilik, tanperverlik ve vazifeperverlik. Şeytan insanın bu damarlarını çok işlettirdiği gibi ehli dünya ve zındıka da Nur Talebelerini bu zayıf damarlardan avlamaya çalışmışlar ve çalışıyorlar ve bazı da ne yazık ki başarılı oluyorlar. Bunlara karşı ayık olmak, kendini tehlikesiz zannetmemek ve tetikte olmak gerekiyor.
Kuvvetli olunması gereken bir nokta daha var ki; kendilerini Nurlara dost hatta talebe suretinde göstererek daire içine girip, şakirtleri farklı işlere kanalize ederek Risaleler ile meşguliyetlerine engel olanlar veya Risale-i Nur yerine onların ellerine başka şeyler verenlerdir. Bu noktada elbette Risalelere sadakat derecesinde mukavemet edilebilir. Dünya cereyanlarına veya dünyevi maksatlara fazlaca ehemmiyet verenlerin kendilerini bu tehlikeden korumaları zordur. Allah rızasına ehemmiyet verse bile hizmet düsturlarını, bu asırda ne suretle Kur’ana hizmet edilebileceğini bilmeyenin bundan kendini koruması müşküldür.
Kuvvetli olmanın ne demek olduğunu anlamak için başta Peygamberimizin (asm) ve Sahebelerin ve Bediüzzamn’ın ve saff-ı evvel talebelerin hayatlarını bu gözle incelemekte fayda var.
Her şey zıddı ile bilindiğinden kuvvetsiz olmanın ne demek olduğuna da bakmak istersek İman ve Kur’an hizmetini dünyaya ve enelerine alet edenlere ve başka cereyanlara hizmetlerinin semerelerini kaptıranlara ve faaliyetleri zındıka hesabına geçenlere bakabiliriz. Elbette olmasa da bakmasak diye temenni ederiz.
Bütün mü’minlerin tesanüdden hasıl olacak kuvvete ne kadar muhtaç olduklarını fark edip gereğini yapmak temennisi ile. Zira küfrün şahs-ı manevisine karşı dayanmanın yegane yolu budur.