Saliha Nur Okur-Nurseza Sağı'nın röportajı:
1970'li yıllardan beri ABD'de Risâle-i Nur hizmetleriyle meşgul olan ve üniversitede birçok kişiye Risâle-i Nur'u tanıtan Prof. Dr. Süleyman Kurter'in İspanyol asılllı eşi Havva Kurter:
"Her sabah kalktığımda Müslüman olduğum için Allah’a şükrediyorum"
Havva Hanım, Türkiye'ye hoşgeldiniz. Sizi tanıyabilir miyiz?
İsmim Havva ve altmış yaşındayım. İlk önce şunu söylemek istiyorum: “Eşhedu en lâ ilâhe illallah ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve resuluh.” Ben şahadet ederim ki, Allah’tan başka ilâh yoktur ve Muhammed onun kulu ve resulüdür. Tabiî ben bunun anlamını ilkokulda bilmiyordum. Ama bir şeyler olduğunu hissediyordum ve Katolik okulundaki papaza sürekli teslis inancı hakkında sorular sorardım. Sorduğum sorular neticesinde cezalar verirlerdi bana. Teslis inancı bir türlü aklıma yatmamıştı. Bir Rab, hem İsa, hem ruh nasıl olabilir? Bir keresinde papaz başka dinlerden insanların Hıristiyanlığı seçmesinin mükemmel bir şey olduğunu söylemişti. Ben de dedim:
“Peki, o zaman Hıristiyanlıktan başka dinlere geçen insanlar içinde aynı şey geçerli midir?” Bunu dehşetle karşıladı ve bunun berbat ve çok kötü bir şey olduğunu söyledi. Bu tepki bana çok abes ve itici gelmişti.
Ortaokul ve lise yıllarım soru sormak ve yetersiz cevaplarla geçti. Sonra üniversiteye geçtiğimde kendi kendime karar aldım ve artık ben hür bir insan olarak bütün kitapları ve dinleri araştırarak kendime yaşanacak uygun bir yol aramaya başladım. Budizm, Zenizm ve bütün -izmleri araştırdım, ama bunlarda kendime uygun bir yol göremedim.
Üniversite yıllarında, öğrencilerin tezlerini ücretli olarak daktilo ile yazardım. Çok da hızlı daktilo kullanırdım! Yine bir üniversite öğrencisi bir kız için tezini yazarken pizza almaya karar verdik. Bir hayatın pizzayla nasıl değişebileceğini gördüm. Siparişi verirken yanımdaki kız pizzasında domuz eti istemediğini söyledi. Şaşırmıştım ve neden domuz eti yemediğini sordum. O da kendisinin Müslüman olduğunu söyledi. Ben bu terimi daha önce duymamıştım, “O ne?” diye sordum. O da tesettürlü olmadığı, İslâmı tam yaşamadığı halde beni biraz bilgilendirecek kadar İslâm hakkında bilgiye sahipti. Oturduk ve akşama kadar İslâm hakkında konuştuk. Ona dinindeki ilâh kavramını sorunca, bir ilâhın olduğunu, bundan başka ilâhlar ve şerikler olmadığını söyledi. Biraz da Hz. Muhammed’i (asm) anlattı. Ben o akşam hiç uyuyamadım. Ertesi sabah üniversite kütüphanesine gidip İslâm hakkında tüm kitapları aradım. Koca kütüphanede topu topu üç kitap buldum. Bunların hepsi de “İslâm karşıtı” kitaplardı. Üniversite dâhilinde Müslüman kız öğrencisi de yoktu. 3–4 tane Müslüman öğrenci vardı, bunlar da erkek öğrencilerdi. Çünkü o zamanlarda Amerika’ya Müslüman göçü çok fazla değildi. Sonra o Müslüman öğrencilerle birlikte Üniversite İslâm Öğrenci Klubü oluşturduk. Ve diğer üniversite kampüslerinde bu tür İslâm kulüpleri yaygınlaşmaya başladı. Daha sonra şimdi eşim olan Süleyman Kurter’le tanıştım. Bir süre sonra evlendik.
Evlendikten sonra, İslâmı, hadisleri ve Kur’ân-ı Kerim’i öğrenmeye başladım. Bir gün eşimi Risâle-i Nur okurken gördüm. Ona sordum: “Bu nedir?” O dedi: “Kur’ân-ı Kerim’i ve İslâmı çok mükemmel anlatan, Bediüzzaman Said Nursî’nin eseri.”
Bunu söylerken Risâle-i Nur ve Bediüzzaman Said Nursî’ye karşı öyle bir sevgi ve muhabbetle söyledi ki, merakımı celp etti. Ben de okumak istedim. Ama eşim Türkçe olduğu için okuyamayacağımı söyledi. Bunun benim için hiç de iyi bir şey olmadığını belirttim. Sonra eşim okuduklarını bana tercüme etmeye başladı. Beraber yaptığımız her ders, unutulmaz, huzur dolu ve çok muhteşemdi. Ve eşimle bu eserlerin İngilizce olarak tercüme edilmesi elzem olduğuna kanaat getirdik. Bunun için çalışmalara başladık. Bediüzzaman’ın hayatını anlatan ilk İngilizce kitabı hazırladık. Elhamdülillah, ilk İngilizce Risâle-i Nur projesine imzamızı attık. Sonra eşimle daha çok hizmet etme iştiyakı uyandı ve Almanya’ya mektup yolladık. Bu mektuptan sonra Amerika’ya, rahmetli Ali Uçar geldi. Onunla tanışma şerefine nail olduğum için kendimi çok şanslı hissediyorum. Çok hizmet ehli bir ağabeyimizdi. Bu arada Türkiye’den bir miktar para hizmet için gönderildi. Biz de bununla teksir makinesi aldık ve İngilizce hazırladığımız Bediüzzaman’ın hayatını bastık. Şu an Elhamdülillah Amerika’da tüm kütüphanelerde bu kitap bulunmaktadır. Ve bu teksir makinesi ile 1974’te “Nur Publications” adı altında dergi neşretmeye başladık, bunu da tüm Amerika’ya ulaştırmaya çalıştık. Daha sonra makineler elimizden alınıp California’ya gönderildi. Orada bu makinelerle sadece 3 tane kitap daha yayınlayabildik. Ve 25 yıl Risâle-i Nur adına gelişmeler istediğimiz gibi devam etmedi. Bu arada biz de hizmet edememe ıztırabı ile yanıyorduk. Çünkü biliyoruz ki, ahirette Rabbimiz, “Benim adım için ne yaptınız, ne eserler bıraktınız?” diye soracak.
Bu arada hadislerle, Kur’ân’la ve çocuklarımızı yetiştirmekle hizmet ettik. Semtimize Manisa’dan Fatıma ve Fethullah Canpolat geldiler. Biz de onlarla tanıştıktan sonra İngilizce risaleleri gösterdik. Neden hizmete devam etmediğimizi sordular, biz de başımızdan geçenleri anlattık. Bize yardım edecek kimsenin bulunmadığını ifade ettik. Onlar da bize memnuniyetle yardımcı olabileceklerini söylediler. Onların da yardımı ile kendimize ait yeni makina ve dershane aldık. Bunları bizim elimizden kimseler alamazdı. Emine Hanımın eşi de (komşum) hizmete büyük bir teksir makinesi armağan etti. Şu an üzerinde çalıştığımız (Masjid-ul Nur Project, Milwaukee, USA) “Nur mescidi ve Dershanesi Projesi”nin amacı Risâle-i Nur’ların neşredildiği ve yayıldığı, her dilden ve milletten insanların faydalanabileceği bir cami inşaa etmek.
Çocuklarınızdan bahsettiniz. Kaç çocuğunuz var ve Amerika gibi bir ortamda eğitimde ne gibi zorluklarla karşılaştınız?
Dört tane erkek evlâdım var. Dış ülkelere göç eden Müslüman aileler hep aynı problemlerle karşı karşıyalar. Dalâletin, sefahatin ve cahiliye devrindeki gibi bir halin yaşandığı ortamı düşününüz. Her türlü kayıtsız şartsız hürriyetin (!), ruhsal ve manevî kirliliğin yaşandığı ortamlarda çocukları muhafaza etmenin tek yolu İslâmiyetin tam anlamı ile aile içinde yaşanmasıdır. Her hareketiniz, haliniz, olaylara karşı tavrınız İslâm dairesinde ve Risâle-i Nur ışığında olmalı. Camiler ve okuma programlarının her ne kadar önemi olsa da onlar kesinlikle yetersiz kalıyor. “İslâm aile içinde yaşanmalı.” Aile içinde yaşamanın şartlarından birisi, bilhassa anne ve babanın vermek istediklerini hal dili ile yaşayarak göstermesidir. Birisi de şeairden olan, bir Müslümanın yapması gereken şeylerin hikmetini anlatarak, onların uygulamalarını sağlamak. Risâle-i Nur’un bu konuda çok yardımını gördüm. Misal: Farzları, hikâyecikler suretinde çocuklarımın mantığına yatacak şekilde anlatmamı sağladı. Birine başörtüsü takması için emir verircesine konuşmak, o kimseye tesir etmez. Onun anlamını, önemini ve hikmet boyutlarını anlatmak gerekir. O kimse de bu hallere göre hareket eder. Misal olarak kendi aile ortamımda evlâtlarımın hiçbirisi bir kızla flört etmemiştir, Elhamdülillah. Hem de Amerika gibi ortamda. Bunu sağlamak kolay değildi, Risâle-i Nur dairesinde ve onun metotları ile başarabildik.
Aynı zamanda gelinlerim de ilk aileye geldiklerinde her birisi ile oturup konuşmuşumdur. Onlara üç husus üzerinde önemle durmuşumdur: Biz Allah için varız. Birbirimiz aleyhinde kesinlikle konuşmayız. Her şeyimizi İslâm dairesinde yaparız. Elhamdülillah şimdi huzurlu bir şekilde hep beraber geçiniyoruz.
11 Eylül olaylarının ardından neler değişti? Bu olaya nasıl bakıyorsunuz?
Tabiî, 11 Eylül olayı çok acı bir olaydı. Masum insanların ölümüne sebep oldu. Aynı zamanda bizim için de çok zor oldu. Çünkü bir gün önce yüzüne gülen ve “Merhaba!” diyen insanlar birden seni düşman ve terörist olarak görmeye başladı. Ama şu an Elhamdülillah durum değişmeye başladı. 11 Eylül’den önce her gün bir insan Müslüman olurken, şimdi daha fazla insan Müslüman oluyor. İstatistikler ortada. Bu da bu olayın hayır ciheti olsa gerek. Bunu farklı bir şeklini Türkiye’de gözlemliyorum. İnsanlar tesettürlüleri ve Müslümanları terörist olarak görebiliyorlar. Her iki ülkede de tam bir “İslamofobi” var.
Öğretmen olduğunuzu söylediniz. Öğretmenlik yıllarınızda Müslüman olan oldu mu?
Şu an öğrencilerimin arasında Müslüman olanların sayısını hatırlamıyorum, ama Elhamdülillah çok oldu. Bir kız vardı, şimdi ismi Şeyma. Müslüman olduktan sonra öğretmenlik okudu ve şimdi California’da öğretmenlik yapıyor. Elhamdülillah aynı zamanda evimde şahadet getiren insanların sayısı da çok fazla. Amerika’da yaptığımız araştırmalara göre ilk önce beyaz insanlar İslâmı kabul ediyorlardı. Daha sonra Afrikalı Amerikalılar büyük bir yoğunlukla İslâmı kabul etmeye başladılar. Bunlardan tanınanlar Muhammed Ali, Malcom X ve Abdul Kerim Jabbar. Şimdi ise büyük bir yoğunlukla Latin milletin Müslüman olduğunu görüyoruz. Hem de bütün bütün köyler halinde kabul ediyorlar. Özellikle hanımlar büyük bir orantıda İslâma giriyorlar. Latinlerden Müslüman olan her 4 kişiden 3’ü kadın oluyor.
Bu neden ileri geliyor?
Latin kültüründe ve bilhassa Katolik dininde kadınlara değer verilmiyor. Birçok şeyde eşitlik yok. Kadınlar evde kalmak zorunda iken erkekler dışarıda istediğini yapmaya hakkı var. Kadınların ise bu konuda itiraz hakkı yoktur. Latin kadınlar papazlara müracaat ettiklerinde ise, “O erkektir, istediğini yapabilir, sen sukûtunu muhafaza et” cevabını alıyorlar. Kadınlar ise bu halden bıkmış durumdalar ve İslâmı kendilerine en uygun hayat tarzı olduğunu düşünüyorlar ve İslâmiyeti memnuniyetle kabul ediyorlar. Batıdaki hayat tarzının verdiği hürriyeti (!) bırakıp İslâmın verdiği asıl hürriyeti kabul ediyorlar. İslâmın bir güzelliği daha şudur ki, insan arada hiçbir engel olmadan Rabbine iltica edebiliyor.
Sizlere sonradan Müslüman olan insanlardan bahsetmek istiyorum. Onlar Müslüman oldukları için Rablerine karşı çok müteşekkirler ve her şeyi yeni yeni öğreniyorlar. Bir ayda Müslüman olunmuyor, bazen İslâmın gerektirdiği şeyleri öğrenmek yıllar sürebiliyor. Meselâ ben ilk abdestimi hatırlıyorum, benim için o kadar güzel bir haldi ki, sanki bütün günahlarımdan arınmış gibi hissettim kendimi. Ben kendimden misal verebilirim. Her sabah kalktığımda Müslüman olduğum için Allah’a hamd ediyorum. Çünkü Rabbim herkese verdiği gibi bana da imtihanlar veriyor. Ama eğer Müslüman olmasaydım bu imtihanların üstesinden nasıl gelirdim bilmiyorum. Kesinlikle dayanamazdım. İslâm ve Risâle-i Nur insanlar için gerçek bir dayanak noktası. Sadece bu da değil, Risâle-i Nur insana Rabbi ile olan ilişkisini de çok iyi anlamasını sağlıyor. İslâmın güzelliği de burada zaten. Hıristiyanlıktaki gibi arada bir kişi yok, direk Allah’a duâ edebiliyorsun.
Şimdi Türk Kültür Evimiz var. Burası bir dershane ve Elhamdülillah hizmetlerimize devam ediyoruz. Bir hizmetimiz de yeni Müslüman olan insanlara yardımcı olacak bir paket hazırlayıp evlerine gönderiyoruz. Bu paketin içine tespih, takke, başörtüsü ve Risâle-i Nurlardan koyuyoruz. Aynı zamanda Risâle-i Nur’u İspanyol diline çevirmeye çalışıyoruz.
Bizlere tavsiyeleriniz nelerdir?
Sizlere verebileceğim en güzel tavsiye çok okumanızdır. Risâle-i Nur’u okumak ve ona sımsıkı sarılmak. Türkiye’ye bu sefer gelişimde gözlemlediğim bir şey var. Tesettürlülere karşı daha çok baskı ve zulüm var. Tesettürlüler ise bir ezik hal almışlar. Bu çok yanlış bir şeydir. Müslüman olduğunuz için ve İslâm’ı yaşadığınız için başın dik bir şekilde ve onurlu bir şekilde dolaşmalısınız. Ben öyle yapıyorum. Müslüman olduğum için çok memnunum ve bunu dışıma vuruyorum. Bilhassa tesettürlü hanımların bu konuda çok mesuliyeti var çünkü her an tebliğ yapıyorlar. Bunu konuşmasalar da yapıyorlar ve o yüzden çok dikkatli olmak zorundalar.
Bizim Aile