Leyle-i kadirdi.
Leyla-ı kadirdi.
Vicdanının bulantısının çoğaldığı bir andı. Gökyüzü, yıldızdan incilerini bir ganimet gibi toplamak üzereydi. Çobanyıldızı henüz bulutların arasından sıyrılmamıştı.
Derken güneş göğsünü kurtardı ufuklardan.
Sabah oldu.
Dün gece Leylalar’daydı. Hayatın uzlaşır kılan saçmalıklarını doya doya bir defa daha yaşamıştı.
Bu son artık, demişti.
Hep böyle derdi yoran, kıran, küskünleştiren gecelerden sonra. Ağlardı hıçkıra hıçkıra. Bu hıçkırıklar ölçüsünü yitirmiş bir yaşamın sese bürünmüş görüntüsüydü sanki.
Ruhu dalıp dalıp gidiyordu. Aklı başını alıp alıp gidiyordu. Edremitli Ruki’yi düşündü. O böyle birisi değildi. O böyle gecelerin tadını sonuna kadar çıkarır; bir süre sonra da kendini kaybederek bir köşede sızar kalırdı. Ruki Evranos gibi bağımsızlığını kaybetmiş bir kalbe sahip değildi. En azından bunun farkında değildi. Ya da Evranos Ruki’nin böyle bir kalbe sahip olmadığını düşünüyordu. Zira Ruki’nin bir zaman sonra aklı başına gelerek içkiyi ve eğlenceyi bir kenara bıraktığını hiç görmemişti.
Çağ kozalağı kalbin patlaması geciktiğinde, aklın şimşeklerini, yıldırımını beklemekten başka çare olamaz. Evranos’un kalbi böyle gecelerde çok sıkışıyor, ama bir türlü patlamıyordu. Kalbiyle baş başa kaldığında pişmanlığı zirve yapıyor, aklı şimşekleşiyor, perde perde yıldırımlar iniyordu kalbine.
İşte o zaman üst üste patlamalar yaşıyordu içinde. Ama bu patlamalar kozalaklarda olduğu gibi çam ağaçları misali ormandan oğullar vermiyordu. Tam tersine; bir çağ yangını gibi orman yangınları başlatıyordu. Çam kozakları bir çam ormanı veriyordu. Çam kozalağına benzeyen kalbi çağ yangınları başlatıyordu içinde. Sanki Ruki’de hiç patlama olmuyor, hiç yangın çıkmıyordu. Evranos öyle sanıyordu.
Evranos bazen duygularıyla düşünür, bazen de düşünceleri ile duygulanırdı. Çoğu kere duygu ve düşüncelerini dengede tutamazdı. Bazen duygu ve düşüncelerini bir yere odaklayarak, öyle bir denge hali yakalardı ki o moralle minarenin tepesine çıkardı. Ama hiç beklenmeyen bir anda sürçer, minarenin tepesinden kuyuya düşerdi. Bu yüzden hayatında çok fazla iniş çıkış yaşardı. Çok fazla düşer, -hatta çoğu kere kuyunun dibinde olurdu.- bu durumu bir süre sorgular, sonra hiç bir şey olmamış gibi, sanki hiç düşmemiş gibi, ilk defa düşüyormuş gibi tekrar tekrar düşer dururdu.
Evranos çok geniş bir zaman ve mekan dilimi içinde gidip gelen bir akıl ve kalbe sahipti. Bundan olacak, çok fazla sentezci bir kişiliğe sahipti. Eline geçen, aklına gelen, kalbine düşen bir şeyi soyut ve somut dengesini gözetmeksizin değiştirir, dönüştürür, yapar, bozardı.
Ama Ruki böyle değildi. Onu düşünürken Leylalı gecelerin müdavimlerinden biri olan Kenyalı İsmil aklına geldi. İvrindi’de İsmail’e bazen “İsmil” derler. İvrindiliEvranos bundan dolayı İsmail’e “İsmil” diye hitap ederdi. İsmail Konyalıydı. Konya ile Kenya arasındaki ses benzerliğinden dolayı “Konyalı İsmail’e “Kenyalı İsmil” derdi.
Şimdi “Ben kendimi güçlü sanırdım” deyip alkole devam eden İsmil’in palazlanan nefsinin kokusunu duyar gibi oluyordu. İsmil bir alkol yüzünden, bir de Aida yüzünden düşerdi.
Erdekli Aida İsmil’in eski sevgilisi Ruki’nin en yakın arkadaşıydı. İsmilRuki’den tamamen vazgeçmenin verdiği moral avantajını Aida’yı tamamen ele edemeyecek olmanın verdiği ıstırapla heder ediyordu. Aida için Ruki ile İsmil arasında geçmişte böyle bir ilişkinin yaşanmasının hiçbir anlamı yoktu. Yine de İsmil’in beklentilerine tam anlamıyla cevap vermiyordu. Bunun için İsmil Aida yüzünden düşüp duruyordu.
Ruki bir zaman İsmil yüzünden düşmüştü. O gün bu gündür sanki kalkmaya hiç niyeti yok. İsmil’le yıllar önce tanışmış, aşık olmuştu. Ne var ki İsmilRuki’nin en yakın arkadaşı Aida’ya ilgi duyuyordu. Ruki bu durumu öğrendiği zaman belli etmese de bir defa düşmüş bulundu. O gün bu gündür ayağa kalkmak için hiçbir çaba sarf etmiyordu. Yine de İsmil’in bir zaman sonra ona dönüp geleceği umudunu bir azık gibi kalbinde taşıyordu.
Evranos Aida’ya aşıktı; ama Ruki’yi bir insan, bir dost olarak çok seviyordu.Ruki ise Evranos’u karşı cinsten biri yani bir erkek gibi değil, bir başka şekilde seviyordu. Onun için Evranos’a karşı kadınsı bir cömertlikle davranıyordu. İhtimal ki İsmil’i kıskandırmak istiyordu.
Evranos bu durumun farkındaydı. O, başı aşk, sonu evlilik olmayan/olmayacak bir ilişkinin dostlukla sınırlı kalmasını istiyordu. Onun için Ruki’nin bu tür rahat hareketlerine karşı kendini koruma şehvetine kapılıyordu. Ne var ki bunda her zaman başarılı olamayabiliyordu.
Evranos’u en çok yıpratan şey de bu idi. Zira biliyordu ki aşk ehli bir insan için aşık olmadığı bir kadınla beraber olmak, aşkıyla ayrı olmaktan daha fazla acı verirdi. Bundan dolayıdır ki Ruki’nin ilgisi, Aida’nın ilgisizliğinden daha fazla yıpratıyordu Evranos’u.
Aida düşmek veya kalkmak yerine kendini kum gibi dağıtırdı böyle gecelerde. Gözleri deniz mavisi olsa da bahtı kum gibi karaydı. Aida Selanik muhaciriydi.Kendini dünyada bir göçebe bilir; bir o handa, bir bu handa, bir o Hakan’da bir bu Cihan’da konaklardı. “Benim ruhum muhacir” derdi, “Sürekli aynı yerde duramam; aynı erkekle bir ömür boyu yaşayamam.”
Evranos da, İsmil de bu durumu bilmelerine rağmen bir türlü Aida’dan vazgeçemezdi. Aida ikisini de kaybetmek istemezdi. Gece ilerledikçe Evranos, İsmil ve Aida önce birer birer kendilerini kaybederler; sonra da birbirlerini kaybederlerdi.KahİsmilEvranos’a, kah Evranos Aida’ya, kah Aida İsmil’e küserdi. Aida dünya gibi bir şeydi Evranos ve İsmil için. Yine de bir türlü vazgeçemezlerdi Aida’dan.
Leyla Evranos için sadece bir leyldi. Leyl… Yani gece.
Leyla, Evranos ve diğerleri için sadece bir geceydi. Bir örtüydü. Herkesin her şeyi hiçbir sınır tanımadan yaşarken üzerlerine örttükleri bir örtüydü.
Leyla ifşalar içinde kalın bir perde idi. Leyla insanların bedenlerinin penceresi olan ruhlarına perde çekilmesiydi. O karartırdı ruhları...
Leyla’da hiç sabah olmazdı. Leyla hiç ışık vermezdi. Leyla karanlığı yırtan bir kandil değildi. Leyla bir lem’a değildi. Leyla bir şua, bir şule, bir söz, bir mektup, bir lahika değildi. Bunun için Leyla Evranos için bütün Leylalardan bir Leyla idi. Karanlığın içinde seçilemeyen bir bendi.
Evranos derin bir soluk çektikten sonra tekrar kendine, kalbine döndü. Dünyalaşmıştı. Katılaşmıştı. Kalbi yerin merkezi gibi soğumuştu. Ruhunun, vücudunun bir köşesinde donup kalmasını engelleyebilecek sıcaklığı aradı bir zaman...
Her şeye ilgisi ve sevgisi azalan duyularını harekete geçirmeye çalıştı. Tecrübeli insan olmanın herhangi bir insan yapma gücünü ortadan kaldırmak istedi. Bayağılını ülfete eklemiş bir düzenin çarklarını kendi lehine çevirmeyi arzu etti. Sıradanlaşarak tahrip olan aklının gönlünü almak için “Bunlarda da bir hayır vardır” diye onu ikna etmeye çalıştı.
Bildiklerini başkanlarına anlatamamanın yorgunluğu vardı üzerinde. Düşünceleri yosun tutmuştu. Şiddetli bir akıntı, yani gerçek bir aşk belki bu yosunları ortadan kaldırabilirdi. Kendini, fikrini, gönlünü, gözünü saklamak onda sanki ölü dokular gibi duruyordu. Bu ölü dokuları kesmek arzusu vardı keskinleşmeye başlayan kalbinde.
Beyninde azalmaya yüz tutan uğultunun titreşimleri yavaş yavaş silinirken Üstadının “Çayını içsen...” diyen sesi ile irkildi.
Çürümeye yüz tutan kalbini elindeki iş gibi bir kenara bıraktı. Üstadının “çayın telvelerini içmeyi göze almaya başladığın gün kemale ermeye başladığın gündür” sözünü Ruki,
İsmil, Aida ve Leyla ile birlikte hatırladı.
“Üstadım” dedi “Bazıları niçin çayı sevmez?”
Üstad sustu, sustu, sustu... Neden sonra :
Evranos çayı gerçekten seviyor mu ki, Rukiler, İsmiller, Aidalar, Leylalar sevsin…, dedi.
Evranos anlamıştı. Hala leyla-ı kadirler içreydi. Leyla-i kadirden leyle-i kadire geçme zamanı çoktan gelmişti.
“Ü...Ü... Üstadım siz Ruki’yi, İsmil’i, Aida’yı ve Leyla’yı nereden tanıyorsunuz?” demek istedi, ama diyemedi...
Leyle-i kadrin kadrini idrak etti. Leyla-ı kadirlerden vazgeçti:
Vazgeçti dünyadan…
Vazgeçti gecelerden, leyllerden, Leylalardan.
Şimdi Lem’a zamanı…
Elveda Leyla….
Merhaba Lem’alar…
Merhaba Barla…
Merhaba Zeynep Barla,
Merhaba leyle-i kadir, merhaba…