Saddam bir diktatördü, kendi halkına zulmeden bir adamdı. Ama onu devirmek, salt onu devirmek için, daha doğrusu dehşet politikalarına dayalı bir "Pax Amerikana" oluşturmak için yapılan askeri operasyon her anlamda "gayri meşru" ve "gayri ahlaki"ydi.
Müdahale çeşitli ülkelerde kirli sicilli bir dizi gazeteci ve siyasetçi üretmekle kalmadı, onların katkılarıyla ağır faturaya yol açtı:
Bölünmüş bir ülke... Yüz binlere varan ölü... Tahrip olmuş bir kültür...
Bosna'da Sırplar göz göre göre katliamlar yaptılar, uluslararası kurumlar edilgin bir tavır almakla, seyretmekle yetindi. Batılı güçlerin müdahalesi beklendi, müdahale etmemesi gayri ahlaki bulundu.
Gazze'de benzer bir tablo yaşandı, katliam seyredildi, seyir aynı oranda gayri meşru ve gayri ahlakiydi.
Kosova'da Sırplar yeni bir kırıma soyunduklarında, bu kez Clinton politikalarının etkisiyle NATO devreye girdi, uçaklar havalandı, askeri müdahale sonucu Sırplar geri adım attı.
Ve bugün Libya...
Kaddafi muhalefetin üzerine acımasızca yürüdü. 8000 civarında insanı katletti. Ve sonrası malum, BM kararı, ABD, Fransa, İngiltere, İtalya, Kanada hava kuvvetleri Libya'yı yerle bir ettiler. Haberler Kaddafi'nin askeri güçlerinin imha edildiği, ama arada sivil hedeflerin vurulduğu yönünde...
Güç kullanımı bazen kaçınılmazdır...
Ancak güç kullanımının meşruiyeti hayatidir...
Şu da açıktır ki, meşruluk ve gayri meşruluk arasındaki çizgi ince ve sıkça özneldir.
Şöyle de ifade edebiliriz:
Uluslararası topluluğun bir katliama seyirci kalmaması, kanı ve haksızlığı ortak karar ve eylemle durdurması önemlidir. Ancak bu durumun ürettiği başka sorular ve sorunların varlığı da önemlidir... Neden aynı girişim başka kritik anlarda yapılmıyor?
Çoluk çocuğun öldürüldüğü, teröristler saklanıyor gerekçesiyle hastane ve okulların bombalandığı Gazze olayları ve katliamı neden benzer bir müdahaleye yol açmadı, örneğin...
Tunus'ta olaylar alevlendiğinde, tüm sert uygulamalara rağmen Tunus'un devrik devlet başkanını arkasında duran Fransa'nın bugün Libya konusunda kendisini bu denli öne atması manidar değil mi?
Örnek pek çok?
Meşruiyetin yanında Batı-Doğu gerginliğine yeni unsurlar katmamak, askeri müdahaleyi Batı'nın ya da kimi Batılı liderlerin güç gösterisi haline çevirmemek son derece önemli görünüyor...
Müdahale insani amaçları aşarsa, rejim değiştirmek, yenisini inşa etmek ya da ülkeyi bölmek gibi iç dinamikleri hafifseyen bir istikamette ilerlerse, bunun sonuçları orta vadede olumsuz olacaktır.
Türkiye bu açıdan doğru yerde duruyor.
TÜRKİYE'DEKİ DERİN DEVLET...
Taraf Gazetesi Wikileaks Türkiye belgelerini yayınlıyor. Dün yayınlanan bölüm dikkat çekiciydi.
Dikkat çekici çünkü "derin Devlet" denilen "şey"in bir yabancı gözüyle ve dikkatli bir gözlemle nasıl tanımladığı da gözler önüne seriyordu.
Derin devleti nasıl tanımlıyor Amerikalı?
Özetle şöyle:
Herkesin hesabını ona göre yaptığı sahne arkasındaki gizli mekanizma. Bu mekanizma, iktidarın kullanılma biçimini tarif ediyor ve sistemin işleyişini üç temel esasa oturtuyor. Sırasıyla, milli güvenlik, gayri resmilik ve yarı hukukilik ya da hukuk dışılık...
Bir alıntı yapılım ABD Büyükelçisi'nin yazdığı rapordan:
"1997'de İslamcı Erbakan hükümetini deviren 'postmodern' darbenin gerçekleştirilmesine yardım eden Batı Çalışma Grubu'nun da bir üyesi olan bu kişi, seçilmiş hükümetin sadece Derin Devlet'in hizmetkârı olduğunu söyledi..."
"Ne" sorusunun yanıtı böyle...
Peki "kim" sorusu nasıl yanıtlanıyor?
Askeri ve ona ayrılan satırları bir kenara bırakalım ve geri kalanı okuyalım:
"Anayasa Mahkemesi'nde uzun süredir görev yapan bir yargıç, kısa süre önce bize, dedi ki, yargı bağımsız değildir ve Kemalist statükoyu ebediyen sürdürmeye yarayan daha geniş mekanizmanın önemli ama tali bir parçasıdır..."
Devam edelim:
"Bu yargıca göre, Derin Devlet, görüşlerini yargı mensuplarına ... daha ziyade dolaylı yollardan, Milli Güvenlik Kurulu ya da iktidar güçleriyle özel ilişkileri olduğu bilinen kıdemli gazeteciler aracılığıyla iletmektedir..."
Velhasıl bugünün meseleleri...
Yeni Şafak