Liderinden sıradan insanına kadar Asr-ı Saadet insanı, bir değerler yumağı Kaynak ve soludukları hava bir olduğu için her sahabenin davranışı zirve örnek
Dönem, Hz. Ömerin halifelik dönemi, fetihlerin bol olduğu bir kutsanmış zaman parçası İşte dünyanın iki büyük devletinden biri olan İran devletinin tarihe karışacağı ve sahabelerin kahramanlıkları ile özgür davranışlarının zirveye çıkacağı Kadisiye muharebesi.
Kadisiye muharebesi ile Irak fethediliyordu, ama aslında İranın sonu demekti. Halife Hz. Ömerin bu kadar üzerinde titremesi bundandı. İslamın İlay-ı Kelimetullah için önünün açılmasında Irak bir engeldi. İşte bu engeli aşmak için sağdan soldan gelen taze kuvvetler Medinenin dışında toplanmıştı. Cihat ruhuyla bilenmiş kalabalık mücahitler Halifeyi bu meydanda heyecanla karşılamıştı. Hz. Ömer, orduyu denetimden geçirerek düzene soktu ve hazırlanan ordunun başkomutanlığını bizzat üzerine alacağını ilan etti. Bu mücahitlere büyük moral ve müjdeydi. Ama büyük sahabeler Halifenin ordunun başında olmasını, üstelik İran gibi harpçi bir devletin ordusuyla savaşmasını İslamın birlik ve dirliğe en çok muhtaç olduğu bir aşamada pek uygun görmüyorlardı.
İşte bu yüzden Hz. Ömer, Medinenin üç mil mesafede, Dırar denilen yerde orduya istirahat verdirirken ilk savaş meclisini de toplamış oldu. Ordu Halifeyi başlarında istemesine karşılık, büyük sahabeler bu fikirde değildi. Halife Ömer, bu dönüm noktası olacak savaşı yönetmeyi çok istiyordu, ama büyük sahabelerin, yani istişare heyetinin ortak görüşüne de bir şey diyemiyordu. O da davanın bir neferiydi çünkü. Ordunun bütününe hararetli bir konuşma yaptı. Özetle Ben sizin fikrinize taraftarım. Fakat Peygamberimizin kıymetli ve saygıdeğer ashabı, bu fikri kabul etmediler diyerek, istişareye uyulacağının altını açık ve net bir şekilde çizmişti.
Şimdi Kadisiye muharebesini yönetecek bir başkomutan gerekliydi. Çok aranıp elendi. Ebu Ubeyde ile Halid bin Velid gibi kendilerini ispatlamış komutanlar Suriye cephesinde idiler. Hz. Ali düşünüldü; o da bazı nedenlerden dolayı olmadı. Derken Abdurrahman bin Avf, cesaret ve atılganlığıyla tanınmış Sad bin Ebi Vakkası teklif etti. Ancak Halife, çok gerekli olan Sad bin Ebi Vakkasın stratejik kabiliyet ve becerisini pek beğenmiyordu. Hz. Ömer bunu düşünedursun meclis, Sadın başkomutanlığı konusunda fikir birliğine varmıştı. Halife bir kez daha kendisinin değil, istişarenin sonucuna teslim oluyordu. Hz. Ömer, ordunun bütün hareket ve stratejilerinden haberdar olmak şartıyla Sadın başkomutanlığını onayladı. Ama Hz. Ömerin ruhu, kalbi ve duyguları bu savaşın üzerinde olacak, uykularını kaçıracak, aldığı her güzel haberde derin bir şükre dalacaktı.
Hz. Sad, Küfeden üç günlük mesafede, havası ve suyu bol olan ve aynı zamanda orada her ay panayır kurulan Salebe denilen yerde karargâhını kurdu. Burada üç ay kaldı. Halife Hz. Ömer bu konaklama yerinden geniş bilgi istemiş ve daha birçok talimatlar başkomutan Sada göndermişti. Sad, yaptığı sayımda ordu 120 bin kişiydi. Her kanada komutanlarını daha önceden yerleştirmişti.
Halife Hz. Ömer, nefesi bu ordunun üzerindeydi ya, şu talimatı tez bir şekilde Hz. Sada ulaştırıyordu: İlerleyeniz! Kadisiyede karargâhı öyle bir şekilde kurunuz ki, İranın ovalarını önünüzde, Arabistanın dağları arkanızda bulunsun. Böylece zafer kazandığınız zaman bir engelle karşılaşmadan ilerler, bir mağlubiyete uğradığınızda arkanızdaki dağlara sığınırsınız. Hz. Ömer Kadisiyenin coğrafi durumunu daha önceden yaptığı seferlerden az çok biliyordu. Hz. Sad da gerek Kadisiyenin stratejik durumundan ve gerekse diğer gelişmelerden anında bilgi veriyordu Halifeye; haberleşmeleri mükemmeldi.
Müslümanların bu harp hazırlıklarını haber alan İran ordusu da Rüstemin başkomutanlığında Kadisiyeye doğru hareket etmek zorunda kalmıştı. Rüstem, çok büyük ve donanımlı bir orduya sahip olmasına rağmen nedense savaşı sürekli erteletmek istiyordu. İslam ordusu başkomutanı Hz. Saddan elçiler istiyor, böylelikle hem zaman kazanıyor ve hem de kendi ordusunun gücünü onlara göstererek gözlerini yıldırmayı da amaçlıyordu. Oysa Müslümanlar, onların hayatlarını bağladığı, kul köle olduğu şeylere hiç mi hiç değer vermiyorlardı. Ölçüler değişikti her şeyden önce, bakış açıları değişikti. Elbette Rüstem elindeki ölçülerle Müslümanları ölçüp biçemezdi. Burada, savaş öncesi uygulayacağı taktikte çok yanılıyordu Rüstem.
Hz. Sadın elçilerinin her biri, dış görünüşlerinin tam tersine son derece mükemmel bir performans gösteriyordu. Hele Muğırenin sözlerini dinleyen meclistekilerden biri şunu söylüyordu: Gerçek şu ki, biz böyle bir milleti küçümsemekle hata ediyoruz.
Rüstem, son gelen elçi Muğıre ile alayla karışık çok konuşmalar yaptı. Her konuşmasına kalbine bir ok gibi işleyecek cevapları vermede gecikmedi Hz. Muğıre. Son olarak da kılıcının kabzasını göstererek Ya Müslümanlığı ya da cizye vermeyi kabul edersiniz. Aksi takdirde hakem budur! demişti. Hiddete gelen Rüstem, Güneşe yemin ederim ki, yarın bütün Arabistanı çiğneyeceğim diye bağırmıştı.
Rüstemin on üç savunma hattı vardı; merkezin arkasında fillerden bir kale vardı ki, bunu aşmak öyle kolay değildi. Üzeri okçularla dolu olan her fil gezen bir kale gibiydi. Kanatlar da fillerden oluşan kalelerle takviye edilmişti. Haberleşme de bu kalelerin üzerindeki tellallarla oluyordu.
İslam ordusunun başkomutanı Hz. Sad, hasta olduğu için ordunun bütün hareket kabiliyetini rahatça izleyebildiği bir otaktaydı. Talimatları buradan veriyordu. Müslümanların daha önceden yenilmiş olsalar da İranlılarla savaşmada az çok bir deneyimleri vardı. Müslümanlar birinci ve ikinci günde çok büyük yararlıklar gösterdi. Ancak İran ordusundaki filler askerlerinin üzerine salındığında çok kızdı Hz. Sad. İleri hattın komutanı Kaka çok büyük başarılar gösterdi fillere karşı bu savaşta. Savaş Hz. Ömerin talimatıyla Suriyeden gelen takviye kuvvetlerle Müslümanların lehinde daha da hareketlendi.
Müslüman mücahitlerin gönlünde yatan şehitlik ruhu öylesine bir güçtü ki, İran ordusunda olmayan buydu işte. O donanımlı orduyu bir daha dirilmemesine perişan eden her mücahidin bu düşüncesiydi. Meşhur şairlerden Ebu Mihcen Essakafî ara sıra kafayı çekmesinden ötürü hapsedilmişti. Hapsedildiği yerden kızışan harbi seyrediyordu. Yerinde duramamış ve Hz. Sadın hanımı Selmaya müracaat ederek salıverilmesini rica etmişti. Ölmediği takdirde gelip teslim olacağına da söz veriyordu. Önce bu isteği yerine getirmedi Hz. Selma. Yana yakıla şiirini okuyup savaşı bütün yüreğiyle terennüm ettiğinde dayanamayan Selma, onu bizzat elleriyle çözüp salıverdi. Ebu Mihcen, Hz. Sadın Belka adlı atına bindiği gibi İran ordusunun içine dalması bir oldu. Bir dalga gidip geliyordu bir o yandan bir bu yana. Görenler şaşırdı, başkomutan Hz. Sad şaşırdı. Bu savaş tekniği Ebu Mihcenin tekniğiydi; ama o hapisteydi. Ebu Mihcenin sağlı sollu kılıç darbeleriyle önüne büyük bir dehliz açılıyor, İran ordusunu bir baştan bir başa yarıp geçiyordu
Savaş sonunda gelip teslim oldu Ebu Mihcen; sözde durmak elbette özgürlüktü. Böyle canını dişine takarak savaşan bir mücahidi tekrar hapsetmeye gönlü razı olmadı Hz. Sad. O zaman henüz içki içmenin cezasında bir karara varılmamıştı; bazı durumlarda bir uyarı ile serbest bırakılabiliyordu. Buna karşılık Ebu Mihcen de bir daha ağzına içki almadı.
Savaşta İran Ordusunun başkomutanı Rüstem kaçarken Hilal adlı bir mücahit tarafından yakalanarak öldürüldü. Rüstemi öldürdüğünü tahtına çıkarak duyurmuştu mücahit Hilal. Peygamberimizin gelecekle ilgili bir mucizesi de savaşın bu galibiyetinde ve bu yorgunluğunda heyecanla hatırlanmıştı.
Halife Hz. Ömer, savaş süresince her zaman yaptığı gibi şimdi de Kadisiye muharebesinin kesin sonucunu almak için Medine dışına çıkmıştı. Son sürat gelen haberciye sordu Kadisiyeyi. Müjdeyi habercinin arkasından koşarak alıyordu. Öyle şehre doğru koşuştururlarken Halifeyi görenler saygıda bulunmuşlardı. Haberci ancak şimdi onun Halife Ömer olduğunu anlamıştı. Titremeye başladı. Bırak sen, detaylı anlatmaya bak! dedi Hz. Ömer. Toplanan halka galibiyet müjdesini vermek de ayrı bir haz veriyordu koca Halifeye.
Tevazuuyla sıradan insan görüntüsünü sergileyen bu insan, fetihleriyle koca İslam medeniyetini dünyaya tanıtan bir büyük liderdi ve adaletin sembol ismiydi, mücahitleri de birer serdengeçtiydi.