Lübnan’da geçen mayıs ayında yapılan parlamento seçimlerinden bu yana hükümet hâlâ kurulabilmiş değil. Ulusal Uzlaşı Hükümeti için yapılan görüşmelerde en büyük engeller Hristiyan partilerinin bakanlıkları paylaşamaması ve Dürzi İlerlemeci Sosyalist Parti’nin bakanlık payından taviz vermek istememesiydi. Lübnan medyasında “Hristiyan Düğümü” ve “Dürzi Düğümü” olarak isimlendirilen bu sorunlar şimdilik çözülmüş görünse de Bağımsız Sünni vekiller meselesi hükümetin kurulmasının önünde çözülmeyi bekleyen yeni bir düğüm olarak bekliyor.
Bu bağlamda Lübnan siyasetinde en çok tartışılan konu “Müstakil Sünniler”in iddia edildiği gibi bağımsız olup olmadıkları. Çünkü bu parlamenterlerden bazılarının Hizbullah’ın da dâhil olduğu listelerden meclise girmiş olmaları, “Hizbullah’ın Sünnileri” olarak adlandırılmalarına sebep olmakta. Lübnan siyasetindeki bu yeni cephe, Sünniler için ayrılmış bakanlık koltuklarından hak talep etmekte ve Sünni temsiliyetinin sadece Hariri’nin liderliğini yürüttüğü Müstakbel Partisi ile sınırlı kalmamasını istemektedir. Ancak Hizbullah’ın bu gruba adeta sözcülük yapması pek de bağımsız bir mücadele olarak görülmüyor. Hatta bu on vekil, Hizbullah lideri Nasrallah’ı Sünnilerin meselesine müdahil ettirmekle itham ediliyorlar.
Diğer yandan Nasrallah’ın daha önce yaptığı “Sorun çıkaran taraf olmayacağız” açıklamasına rağmen hükümetin kurulmasına ramak kala yaptığı çıkışlarla engel teşkil ettiği şeklinde eleştiriler bulunmaktadır. Bazı siyasi analistler, Hizbullah’ın uzlaşmaz şekilde taleplerde bulunmaya başlamasının ABD’nin İran’a ve Hizbullah’a yönelik yaptırımlarının açıklanmasından sonraya denk geldiğine dikkat çekip Hizbullah’ın bu konuda bağımsız hareket etmediğini ve siyasetini, İran ile olan ilişkiler üzerinden yürüttüğünü iddia etmektedir. Yine Hizbullah’ın Müstakil Sünniler ile alakalı ısrarcı tavrının sadece Müstakbel Partisi taraftarlarınca değil Hizbullah’a oy verenlerce de eleştirildiğini belirtmek gerekir. Bazı Şiiler, açıkça “Bizim o kadar sorunumuz varken Hizbullah neden Sünnilerin müdafasını yapıyor?”demekte.
Sünnilerce Hariri’ye yapılan en dikkat çekici eleştiri ise yeni seçim sistemi ile bu sorunun önünü açanın bizzat kendisi olduğu ve Lübnan’da var olan sorunlara sorun eklediği yönündedir. Hariri ise Bağımsız Sünnilere çözüm için şöyle bir öneri sunmaktadır: “Gelin bir isim verin, bizim kontenjanımızdan o ismi bakan gösterelim.” Ancak bu teklif kabul görmüş değil çünkü Müstakil Sünnilere göre kendileri toplam Sünni oyların yüzde 40’nı temsil ediyorlar ve dolayısıyla Ulusal Birlik Hükümetinde hem bağımsız hem de etkili şekilde varlık göstermeyi hedefliyorlar.
Tarafsız gözlemciler ise, Hizbullah’ın silahlı gücünün caydırıcılığını kullanarak muhalif Şiileri bastırırken diğer yandan da silahlı bir gücü olmayan Sünnilerin birliğine zarar vermek için bağımsız Sünnileri desteklediğini iddia ediyor. Yine eşit şartlarda yapılmayan bir siyasi mücadelede Hizbullah’ın, Sünnileri zayıflatarak Şiiler lehine mezhep dengesini sarsmaya çalıştığı da dikkat çeken bir diğer görüş.
Bir siyasal dizayn girişimi: Dürzi- Dürzi çatışması
Lübnan siyasetinde devam eden yüksek gerilim, toplumsal tabanda da yeni sorunlara sebep olmaktadır. Son olarak Cebel-i Lübnan’ın Cahiliyye bölgesinde, Suriye yanlısı Dürzilerin yaşadığı ve Arap Tevhit Partisi lideri ve eski Çevre Bakanı Viam Vahab’ın evinin yakınlarındaki silahlı saldırılar, hem toplumsal hem de siyasal tansiyonu artırdı. Parti üyelerinden Muhammed ebu Diab’ın kurşunlanarak öldürülmesi üzerine toplum adeta ikiye bölündü. Vahab ise açıklamalarında kendisine suikast yapılmak istendiğini ancak kendisine fiziksel olarak benzeyen arkadaşı Ebu Diab’ın öldüğünü ve bu olayın faillerinin ise güvenlik güçleri olduğunu iddia etti.
Olayın öncesine dönülecek olursa, eski bakan Vahab’ın, Başbakan Saad Hariri’nin suikast sonucu öldürülen babası Refik Hariri hakkında ağır hakaretlerde bulunduğu videosunun sosyal medyada dolaşıma sokulması üzerine Lübnan’da sokaklar hareketlenmişti. Müstakbel Partisi taraftarlarının sokağa inmesinin hemen akabinde Vahab ile ilgili suç duyurusu yapıldı. Diğer yandan Suriye karşıtı Dürzi lider Velid Canbolat’ın taraftarlarına yönelik bir saldırı olacağı duyumları tansiyonu iyice yükseltti. Olayların tehlikeli bir boyut kazanması ve güvenlik güçlerinin Vahab’ı almaya gitmesi üzerine, Vahab’ın taraftarları ve güvenlik güçleri arasında yaşanan çatışmalarda Vahab’ın yardımcılarından Muhammed ebu Diab hayatını kaybetmişti.
Cinayetin üstünü kapatmaya çalıştığı gerekçesiyle Başbakan Saad Hariri’nin istifasını talep eden Vahab, bu olayı siyasal amaçlara malzeme etmekle suçlandı. Ancak Vahab iddialarını daha da ileriye taşıdı ve el-Meyadin televizyonuna verdiği röportajda bu olayın arkasındaki gizli el olarak Suudi Arabistan’ı işaret etti.
Cahiliyye olayının failleri konusunda toplumun farklı kesimlerinden gelen muhtelif açıklamalar, bu saldırının en az “Müstakil Sünniler” meselesi kadar hükümet kurulma sürecini zora soktuğunu gösteriyor. Lübnan siyasetinde “Suriyeli Mülteci Meselesi” ile birlikte daha da görünür olan Suriye yanlısı ve karşıtı tarafların her tür olayı siyasal arenada bir koz haline getirmesi yeni bir şey değil.
Kuzey Kalkanı operasyonu: Kullanışlı düşman Hizbullah
Lübnan iç siyasetinde tansiyon böyle yüksekken İsrail ordusu da “Kuzey Kalkanı” olarak adlandırılan, Hizbullah’ın yer altı tünellerine yönelik bir askeri operasyon başlattı. İsrail, bu tünellerin haritasını yayınlayarak yer altı tünellerinin İsrail topraklarına saldırı için açıldığını ve kuzey cephesinden gelecek bir saldırı ihtimaline karşı bu operasyonun başlatıldığını açıkladı. İsrail Başbakanı Binyamin Netenyahu daha da ileri giderek İran’ı hedef gösterdi ve İran Devrim Muhafızları Komutanı Kasım Süleymani’nin bu tüneller aracılığı ile İsrail topraklarını işgal etmek için binlerce militanını bu bölgeye gönderdiğini iddia etti.
Yine askeri yetkililerin Lübnan’ı ve bölgede konuşlanmış olan Uluslararası Barış Gücü askerlerinin operasyon alanına yaklaşmamaları konusunda uyarması ve hatta üstü kapalı olarak oradaki Barış Gücünün, Hizbullah tarafından açılmış olan bu tünellere göz yumduğu iması bu operasyonun iki ülke arasında bir krize dönüşmesi endişelerini artırdı.
Bütün bu açıklamalar sonrası gözler Hizbullah’tan gelecek açıklamalara çevrildi. Ancak Hizbullah’a yakın el-Meyadin televizyonunun servis ettiği haberlerde kaygı verici bir durumun olmadığını vurgulaması ve yine İsrail gazetesi Haaretz’de yayınlanan “Hizbullah yumuşak bir ton kullanmayı tercih ediyor” şeklindeki haberler, Hizbullah’ın bu operasyonlara cevap vermeyeceği şeklinde yorumlandı.
Bu operasyonların zamanlaması ile ilgili de dikkat çeken yorumlar var; Kuzey Kalkanı'nın Gazze Operasyonunun İsrail’deki bazı çevrelerce “yeterince sert olmadığı” gerekçesiyle eleştirilmesinin akabinde yapılması, operasyonun göstermelik olduğu eleştirilerine hedef oldu. Yine Şark-ul Avsat gazetesine göre Netenyahu’ya yönelik yolsuzluk ve rüşvet davasının tekrar İsrail gündemine girmesi sonrası yapılan bu operasyonların Hizbullah’tan çok İsrail’in iç siyasetine yönelik olduğu ve “İran tehlikesi” üzerinden iç siyasetteki tartışmaların gündemini değiştirmeyi hedeflendiği iddia ediliyor. Son olarak Beyrut yönetiminin, BM Güvenlik Konseyine konuya ilişkin şikayette bulunacağını duyurmasını müteakip İsrail’in Kuzey Kalkanı Operasyonunun başarıyla sonlandırıldığını duyurması da bu iddiaları güçlendiriyor.
Arap Ekonomi Zirvesi: Hükümetsiz ev sahipliği
Lübnan, içeride ve sınır bölgesinde yaşadığı bu kadar olumsuzlukların üstüne bir de Arap Sosyal Kalkınma ve Ekonomi Zirvesi'ne ev sahipliği yapmanın yol açtığı bazı sorunlarla uğraştı. Geçtiğimiz yıllarda oldukça kabalık geçen zirveye, hem Hizbullah faktörü hem de Suriye iç savaşı ile ilgili ülkelerin farklı tutumları sebebiyle zirveye katılım oldukça düşük oldu. Zirveye katılmalarına kesin gözüyle bakılan Mısır, Filistin ve Kuveyt liderlerinin de son anda mazeret bildirmesi oldukça dikkat çekti. Birçok tartışmanın gölgesinde başlayan Beyrut Zirvesi aslında mart ayında Tunus’ta gerçekleştirilecek Arap Birliği Zirvesinin bir ön gösterimi oldu. Birçok gözlemci, ekonomik sorunlarla boğuşan Lübnan’ın, zirve ile ilgili yürüttüğü zayıf diplomatik stratejilerin sonucu olarak zirveyi başarısız olarak değerlendirdi.
Aslında Lübnanlı siyasetçilerin, ülkenin çekişmeli meseleleri üzerinde zirve öncesinde yıpratıcı tartışmalar yapması Lübnan’ın imajını zedelediği söylenebilir. Bunlardan biri de Beşşar Esed üzerinden yürütülen sonu gelmeyen tartışmalar. Kimi Körfez ülkelerinin Şam büyükelçiliklerini yeniden açmasıyla başlayan süreç, Esed’in de Beyrut’taki zirveye çağrılacağı yönünde bir beklenti oluşturmuşsa da Hizbullah ve Emel Hareketi gibi Esed yanlısı gruplara rağmen Lübnan’ın iç dengeleri sebebiyle rejim davet edilmedi. Özellikle Suriye karşıtı bloktaki bazı liderlerin açıkça Esed’in Beyrut’a ayak basması halinde sokak gösterileri yapacaklarını duyurması, yine zirvenin hemen öncesinde Lübnan Dışişleri Bakan Cibran Basil tarafından yapılan Suriye’nin tekrar Arap Birliğine dönmesi çağrısı, iş birliğinden yoksun bir Lübnan siyasi tablosu ortaya çıkardı. Lübnan’ın ekonomik açıdan desteğe ihtiyacı olduğu bir dönemde böyle bir zirvenin siyasal tartışmalarla heba edilmiş olması Beyrut yönetimi için oldukça olumsuz bir durum olarak görülüyor.
Sonuç olarak Lübnan tarihsel ve güncel sorunların gölgesinde hükümet kurma çabalarından sonuç alamamış ayrıca var olan mezhepsel bazı sorunlar daha da derinleşmiştir. Bir yönden Sünniler arasındaki bölünmeler diğer yandan Dürzi aileler tarihsel husumetlerin çeşitli provakasyonlarla tekrar alevlendirilmesi üstüne de Hizbullah sebebiyle İsrail’in hem karadan hem havadan tacizine maruz kalan Lübnan, ekonomik sorunlarına çözüm arama fırsatını yakaladığı Arap Ekonomi Zirvesini de siyasi çıkmaz sokaklarda kaybetmiş görünmektedir.
[Gazetecilik, Ortadoğu ve Afrika çalışmaları alanlarında lisans üstü eğitim gören Zeynep Karataş düşünce kuruluşları için Suriye ve Lübnan üzerine raporlar yazmaktadır]
aa