“Şüphesiz, ahirette en çok huzur içinde olan; dünyada en çok düşünendir.” Hz. Muhammed (a.s.m)
İnsanın doğup büyüdüğü, gülüp ağladığı bir yerden ayrılması, hatıraları ile dopdolu bir yurdu terk etmesi çok zordur.
Peygamberimiz (asm) bu zor işi yapıyor. Ancak yüce bir davası olan, böylesi bir işe kalkışabilir.
Bu “dini tebliğ” ideali, bu mefkûre, ayette şöyle ifadesini bulur: “…Melekler derler ki ‘ne işteydiniz?’ Onlar: ‘Biz yeryüzünde (dinin emirlerini tatbikten) aciz kimselerdik’ derler. Melekler de: ‘Yaaa… Allah’ın arzı geniş değil miydi? Siz de oradan hicret etseydiniz ya!’ derler. İşte onların barınakları cehennemdir. O, ne kötü bir yerdir.” (Nisa: 97)
Efendimize, Mekke’yi dar etmişlerdi. O da ilâhi emre tâbi oldu. Dolayısıyla hicret bir kaçış değil, bir vuslattır; itaattir. Sıkılmış yumrukların gevşemesine zemin hazırlamak, Ensar’ın açık kollarını boş bırakmamaktır. İslâm’ı yaşayıp neşredebilmek için uygun mekâna yolculuktur.
Bu yer değiştirme onun hayatında birçok kere olur. Resulüllah (a.s.m), peygamberliğinin ilk yıllarında Erkam’ın evine yerleşir. Çünkü orası tebliğ açısından stratejik bir yerdir. Daha merkezîdir. Hacıların, yolcuların uğrak yerdir. Mesela Hz. Ömer burada hidayete ermiştir.
Mekkeli müşriklerin baskıları dayanılmaz bir hal alınca, bazı güçsüz Müslümanların Habeşistan’a hicretlerine Efendimiz izin verdi. Bu vesileyle inananların bir kısmı nefes almış oluyordu. Diğer taraftan Cafer’in tatlı anlatışıyla başka coğrafyalarda ilâhi mesaj yankılanıyor, krallar da İslâm’ı duymuş oluyordu.
Ebu Talib’in ölümünden sonra çok hüzünlü yıllar yaşayan Resulü Ekrem Efendimiz, Tâif’e gitti. Orada da Addas imanla şereflendi. Bazen bir kişi az değildir. O bir tek insan için yollar aşılır, çöller geçilir.
Daha sonra bir yolculuk daha başladı. Tarihin yeniden yazıldığı bu zaman dilimi, Yesrip’i Medineleştirecek bir seferdi. Sıddıkların meydana çıkacağı, geride kalanları koruyacak, emanetleri yerine teslim edecek yiğitlerin uyanacağı, zalimlere kükreyecek aslanların sahne alacağı bir rıhletti.
Bu göç, bayrak şairimiz Arif Nihad Asya’nın mısralarında şöyle ifadesini bulur:
“Beşiğin yurdun yuvan
Mekke’de bunalırsan
Medine’ye göçerdin
Biz bu dünyadan
Nereye göçelim yâ Muhammed!”
Peygamberimizin her manevrasında bir zafer gizlidir. Her savaşın, her sabrın, her hicretin sonunda büyük başarılar kazanılmıştır. Hz. Hatice’nin, Hz. Ali’nin, Hz. Hamza’nın, Hz. Ömer’in… İslâm’la şereflenmesinde ya sabır, ya hicret, ya da bir ilâhi yardım saklıdır.
Şimdi, bizim de hicretten alacağımız dersler olsa gerek. Ana rahminden şu geniş âleme geldik. Rahatladık, ferahladık. Ancak şu dünyada da daraldık, sıkıldık. Olaylar bizi bunalttı. Şeytan ve nefsin baskısı iflahımızı kesti.
Cennette ferahlamak, ilâhi rızada huzur bulmak için bir hicrete ihtiyacımız var. Nefsin, şeytanın ülkesinden kaçışın zamanıdır. Kulluğun medinesine yolculuğun vaktidir. Daha ne diyelim… Yüzümüz olmadığı halde Rabbimize şöyle yalvarıyoruz:
- Allah’ım! Sana kaçışımızı kolaylaştır…