Gül kokusu

Mahir DUMAN

“Resûlüllah’ın elinden daha yumuşak ne bir yün kumaşa ne de bir ipeğe dokundum. Onun kokusundan daha güzel bir koku koklamadım.”

Enes (r.a)

Onun kokusu başka, huyu başkaydı. Onu görenler kendinden geçiyor; daha doğrusu kendine geliyordu.

Onun yüzüne bakanlar hidayete eriyor: “Bu yüzde yalan yoktur,” diyerek hayatını değiştiriyordu.

Milletimiz, o gül simaya sonsuz bir saygı gösterir. Bunu, Nihat Sami Banarlı’dan dinleyelim:

“Doğu Anadolu’nun çeşitli bölgelerinden İstanbul’a, Ankara’ya ve başka büyük şehirlere akın eden halkımız var. Bunlar ailece gelip apartmanlarda kapıcılık, iç hizmetleri ve başka işler yapıyorlar.

Adlarını öğreniyorum. Bilhassa kadın adları dikkatimi çekiyor: Gül, Gönlügül, Yazgülü, Gülşah, Gülşan, Güldalı, Güldane, Gülizar, Kırgülü, Gülbeyaz... Hatta erkek adı olarak da: Gülbey...

Bu ‘gül’lü isimlerin, bu Anadolu’muzu gül bahçelerine çeviren güzel adların, bu derece ısrarla niçin konulduklarını ben biliyorum. Ama yine de bilmezlikten gelerek soruyorum:

“Sizin oralarda gül bahçeleri çok olmalı... Köy evlerinin bahçelerinde çok mu çiçek yetiştirirsiniz?”

Adı Güldalı olan kadın cevap veriyor:

“Hayır, beğ. Bizim oralarda çiçek bahçesi ne gezer. Biz, toprağı tarla diye kullanırız.”

“Peki, kızlarınıza bu kadar çok “gül” adlarını, yoksa güle hasret duyduğunuz için mi koyuyorsunuz?

“Hayır, beğ, bizim hasret duyduğumuz başkadır. Bizim oralarda inanılır ki gül, Hz. Muhammed’in remzidir.”

Ahmet Efe de “gül”e aşkını nazma dökmüş:

“Ben senin gülşeninde bülbül-i zârım efendim

Sensiz gönül ikliminde gül-i zârım efendim”

Ümmî Sinan “Gül”e sevgisini bir gül letafetinde şöyle anlatıyor:

“Seyrümde bir şehre vardum

Gördüm sarayı güldür gül

Sultanum tacı tahtı

Bağı duvarı güldür gül

Gül alırlar gül satarlar

Gülden terazi tutarlar

Gülü gülle tartarlar

Çarşı pazar güldür gül”

Yine bir “Gül” sevdalısına kulak verelim:

“Şu gördüğün büyük âleme büyük bir kitap nazarıyla bakılırsa, nûr-u Muhammedî (a.s.m) o kitabın kâtibinin kaleminin mürekkebidir.

Eğer o âlem-i kebir (kâinat) bir şecere (ağaç) tahayyül edilirse, nûr-u Muhammedî, hem çekirdeği, hem semeresi (meyve) olur.

Eğer büyük bir insan tasavvur edilirse, o nur onun aklı olur.

Eğer pek şaşaalı bir cennet bahçesi tahayyül edilirse, nûr-u Muhammedî onun andelîbi (bülbül) olur.

Eğer pek büyük bir saray farz edilirse, nûr-u Muhammedî, o Sultan-ı Ezelin (Allah c.c.) makarrı saltanat ve haşmeti ve tecelliyât-ı cemaliyesiyle âsâr-ı sanatını (sanat eserleri) havi olan o yüksek saraya nâzır ve münadî ve teşrifatçı olur.” (Bediüzzaman, M. Nuriye)

Mevlâna Hz.leri ‘Gül’lü şöyle yorumlar:

“Allah, gülün kulağına bir sır söyledi, onu bir renk ve koku saltanatıyla güzelleştirdi.

Taşa bir sır söyledi, onu maden içinde akik etti.

Yani latif tecellisiyle tecelli edip gülü güzelleştirdi, taşı kıymetleştirdi. İnsan vücuduna bir sır, bir ayet söyledi, onu göklere yükseltti. Bunun içindir ki ilahi âlemden ses duyan vücutlar, o anda cisimlerini can haline koyarlar, cisimden kurtuluşun sırrına ererler. Hak, güneşe söylediği sırla ise nur ismiyle tecelli edip onu âlemleri aydınlatıcı kıldı.

Hz. Muhammed (a.s.m) yıldızlar içinde tecelliye mazhar olmuş bir güneş, çiçekler arasında kulağına sır üflenen bir gül, taşlardan seçilmiş bir yakut oldu.”

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.