İkinci Şua’yı anlamak–25
Vacib-ül Vücud olan kainatın Halıkı ve mutasarrıfının icraatına bu kainatta mani olacak hiçbir şey yoktur. Kutsî mahiyeti hiçbir mahiyete benzemez. Yarattıklarından hiçbir şeye benzemez. Madde cinsinden değildir ki bir madde ona mani teşkil etsin. Zamanın hakikati olan levh-i mahv ve isbat ve ondan daha külli olan imam-ı Mübin ve kitab-ı mübin ve bu ikisinin birliğindeki levh-i mahfuz hep onun mahlukudurlar. Zaman dahi onun için bir kayıt teşkil edemez. Kainatı emrine verdiği insanlar cinsinden de değildir. Nuraniyet ve külliyet kesb eden mü’min kullarına bile aynı anda çok yerlerde olup çok işleri bir anda görebilmek kabiliyeti vermiştir. Kendilerinden daha aşağı tabakadaki insanlara nuraniyet ile nüfuz edebilme ve onların ruhlarında iş görebilme kabiliyeti vermiştir.
Demek şu kainatın Sani-i bu kainattaki hiçbir şeye benzemediği ve onlar cinsinden olmadığı için bu kainatta ona engel olacak hiçbir şey de yoktur. Her şeye birden bakar her şeyi birden çekip çevirir her şeyi birden ihya eder. Bir binayı yapan ustaya tuğlalar mani olmadığı gibi ve bir zabit zabitlik vasfı ile diğer neferden mahiyetçe fark kazanıp onları emrine musahhar etmesi gibi her şey de Cenab-ı Hakkın tedbir ve idaresindedir ve O’na nazlanamaz. O’na bir mani teşkil etmesi düşünülemez.
Kainattaki bütün hakikatler O’nun Hak isminin şualarıdır. Hakikatları, kendi isminin şuaları olan bir kainat nasıl O’na nazlanabilir nasıl O’na mani teşkil edebilir ki? elbette bütün kainatı bir tek ağaç gibi kolaylıkla idare eder.
Sebeplerin en büyüğü insandır. Cüz-i ihtiyarı bulunmakla ve kainatın sair envaı üzerinde Cenab-ı Hakkın kendisine bir üstünlük ve halifelik makamı vermesi ile sair mahlukattan üstündür. İnsana cami bir mahiyet verilmiştir. Kendi mahiyetinde cemadat, nebatat, hayvanat ve insaniyet derç edilmiştir. Bir insanın ruhu kendi azalarını birbirine mani olmadan idare ettiği, her organın ihtiyacını bir anda karşılayabilip sadalarına cevap verebildiği gibi; külliyet kesb eden bir insanın ruhu daha kainat içinde pek çok işleri de görebilir. Kendi bedeninin idaresi onu başka şeyleri de idare etmekten alıkoymaz. Fatih Sultan Mehmed Han Hazretlerinin İstanbul’un fethi sırasında her askerinin yanında bizzat bulunup kumanda etmesi gibi. Bunu yapabilmesi kendi cismaniyet kaydından bir derece çıkabilmiş olması iledir. Yine Abdülkadir-i Geylanî Hazretleri Hayy ismine de mazhariyeti ile, yani; o isim kendi İsm-i A’zamı olması ile aynen hayatında olduğu gibi binler insana medet verip Nur Talebelerinin de manevi hâmisidir. Bu, fevkalade kulluğu sebebi ile Allah’ın ona diğer mahlukat ve insanların fevkinde bir mahiyet vermesi iledir.
Biz de evimizdeki saksı çiçekleri ve eşyalar üzerinde tasarrufta bulunuruz ve onlar bize mani olamazlar zira mahiyetimiz onlarınkinin fevkindedir. Demek mahiyet bakımından bir üstünlük daha alt mertebede bulunan mahiyetler üzerinde bir tasarrufu mümkün kılmaktadır.
Elbette ve her halde San-i Kainatın kutsî mahiyeti hiçbir mahiyete benzemez. Mahluk değildir, ezelî ve ebedîdir. Benzeri ve ortağı yoktur. Zıddı ve niddi de yoktur. Zaman ve mekandan münezzehtir. Eşyanın hakiki hakikati O’nun Esma-i İlahiyyesidir. Eşyanın mahiyeti ise o isimlerin gölgeleridir. Yani o Esmanın adem zemininde kendini göstermesidir. Kendi özü itibariyle elbette Esma i İlahiyye gölgesi olmaktan da münezzehtir. Ancak o isimler dünya gibi, kainat gibi bir ademî zeminde görününce gölgelerinden bahis edilebilir. Yoksa elbette bütün Esma, Nur simini tazammun etmesi ile gölge gibi bir yokluk ifadesinden münezzehtir. Vacib-ül Vücudun İsimleri de vacibdir. Yokluktan münezzehtir. Adem ona yanaşamaz.
Ademden münezzeh olan Cenab-ı Hakk, kendi esmasının ademî zeminde tecellilerinden ibaret olan mahlukatı çekip çevirmekten aciz kalabilir mi? Her şeyin melekutu O’nun elinde değil midir? Her canlıyı nasiyesinden tutmuş değil midir? Zatî kudreti, ilim ve iradesi her şeyin kayyumu olan refakatçisi değil midir? Malikiyyet mertebe-i uzması tevhi-i A’zam suretinde O’nun değil midir? Rakîb ismi tecellileri ile her an her şeyi kontrolünde tutmaz mı? Bütün isimleri ile de işitip göremez mi? Bütün isimleri ile de yaratamaz mı? Bütün isimleri nur ve nuranî değil midir? Her şeye bakar bir basarı, her şeyi işitir bir sem’i yok mudur? Elbette öyledir ve daha nicesidir.
Kayyum isminin tecellileri ile her zerreyi bizzat kendisi tedbir ve idare eder ve hiçbir sebep ve silsileye muhtaç olmadan bizzat kendisi her bir şey’i idare eder. Hayy ve Kayyum isimlerine çalışırken bu konulara gireceğiz inşaAllah.
Demek Kainatın Sanii, kainat cinsinden olmadığı için hiçbir şey ona kayıt koyamaz.
Bir dahaki seferimizde “adem-i tahayyüz ve adem-i tecezzi” konusuna çalışacağız inşaAllah.