Yüceliği kabul edilen dört aileden biri al-i İbrahimdir. Hazreti Adem, Hazreti Nuh, Hazreti İbrahim ile al-i İmran ailelerinin devamında gelen ve manevi varlıklarını devam ettirenler,farklı kılınmıştır.
Cenab-ı Hakk'ın bu takdiri ve tayini günümüze kadar devam eden nurani silsilenin millet-i İbrahim ile Peygamber Efendimiz üzerinden al-i beytini muhafaza etmiştir.
Hazret-i İbrahim, Babil Hükümdarı Nemrut zamanında doğduğu biliniyor. Doğduğu yer konusunda ise rivayetler muhtelif. Bir rivayete göre, bugünkü Irak topraklarında Ehvaza yakın Sus şehrinde, diğer bir rivayete göre ise Babilde Kusa nahiyesinde doğduğu ifade edilmektedir.
Bunun yanısıara Verka da doğduğu, sonra Kusaya babasının getirdiği rivayetinin dışında Harranda doğduğu ve yine babasının onu Babile naklettiği, kaynaklarımızda belirtilmektedir.
Genel bilgi girişinden, Hazret-i İbrahimin doğuşu ve o günkü şartlar üzerinde düşünmeye çalışacağız. Bu gün Ortadoğu olarak ifade edilen coğrafya, peygamberler yatağı olmuş. Zalimlere karşı Allahın koruyucu zırhı nebiler üzerinden gelmiş. Azgın toplumu onlar irşad etmiş. Bazen sonuç alamamışlar. Bazen ıstırap yüklü yaşamışlar. İftiraya uğramışlar. Kavimleri tarafından dışlanmışlar.
Bu safhalar bazen o raddeye gelmiş ki, ad ve semut kavimlerinin helakına bile vesile olmuş. Bütün bunlar peyygamber kıssaları ve Kuranda geçen ibretli hayat hikayeleri ile ikaz edici birer rehberlik görevini görmektedir.
Bu hayatların içinde Hazret-i İbrahim ve onun devam eden kutlu aile seçeresi ile bizi rahmete ve muhabbete sevk eden halleri, en bariz öğretici konumundadır.
Hazreti İbrahim, çocukluğunda babasının yaptığı putları pazara götürürken, onlara beklenen itinayı göstermiyordu. Boyunlarına ip takar, yerde süründürürdü.
Bazen su içirmeye çalışırdı. Su içmeyince, putun üstüne dökerdi. Bunu fark eden ahali babasına şikayet ederlerdi. İbrahim, putlara saygılı davranmıyor diye. Babasının ikazları çare olmamıştı.
O, ikna edici ve merakı harekete geçirici sorularla ve davranışlarla onların yanlış inanışlarına cevap veriyordu. Zihinleri karışıyordu. Ancak tepki vermeyi ve babalarının geleneğine bağlı kalma ısrarları ve inatları dışında muhakemeli bir şey söyleyemiyorlardı.
Bir gün arkadaşarı ile akşam karanlığında gök yüzünü temaşa ederken, ülker yıldızı gösterek, Bu benim Rabbimdir.demişti. Arkadaşları buna şaşırmışlardı.
Sonra yıldız batınca ve gündüz olunca, fikrini değiştirmiş ve Bu benim rabbim değildir. demişti. Bu defa ay için Bu benim rabbimdir demişti. Yine gündüzün aydınlığı,ayı gizleyince ve kaybolunca, onunda rab olamayacağına hükmetmişti.
Sıra gündüzün güneşine gelmişti. Bu benim rabbimdir demişti.yine. Akşam onu da sarıp saklayınca ve batınca, Hazreti İbrahim, Lauhibbul afilin demişti. Yani Batıp ve gidenleri sevmem.diye.
Hazret-i İbrahim, yüce bir makamın temsilidir. Makam-ı İbrahim, bunun görünen manası ve müminler için ziyaret ve ibadet mahallidir.
Bir hadiste, makam-ı İbrahim, cennet yakutudur denilmektedir.
Makam-ı Mahmut ise, peygamberimize verilen,şefaat makamıdır. Kabede muhabbetle şefkati cem eden, peygamberimizle Hazreti İbrahimi birleştiren ve nurani bir hale gibi sütunlaşan manevi iklim,bunun en büyük feyiz tezahürüdür.
Peygamberimizin Mahmud makamına çıkıp,hamd ile şefaatini dilemek, şefaatinin şefkatine geçmek ve şefkat sahibine sığıınmak, muhabbetullah ile birlikte makam-ı ibrahimin cennet köşelerine yönelmek,en büyük haz ve inşirahtır.
Bu halde, meleklerin tavaf ettiği kabe veya sema ise beyt-i mamur makamındadır.
Safa ve Merve birbirini kucaklarcasına, bir salıncak aralığında müminlerin gidip gelmelerine ve tavaflarını tamamlamalarına vesile olurken, uhut gibi nebiler nebisinin sırlarına şahitlik etmektedirler. Biz uhudu, uhutta bizi sever.peygamber sedası yankılanır kulaklarda.
Tıpkı,Medyende Hazret-i Musanın ilahi hitaba mazhar olduğu Tur dağı gibi,nebilere muhatap olmuş şerefli mekanlar silsilesine dahil olurlar.
berk@risalehaber.com