Makedonya'nın şehirlerini gezerken, bu ülkenin her karışında bir hicran yarası ve boğazınızda düğümlenen bir hasret türküsü ile karşılaşıyorsunuz. Hatalarla, yanlışlarla, gafletlerle ve kaderin garip cilveleri ile kaybedilen topraklar, mahvedilen nesiller, ideallerde ve umutlarda yaşanan bunca hayal kırıklığı, insana derinden binlerce ''Ahhhh'' çektiriyor.
Haçlılar, Slavlar ve daha sonraları komünizm idaresi buralarda her adımda kendini hissettiren İslam’ın sembollerini kazımak ve bu bölgeyi İslami şeairden tamamen arındırmak için çok büyük gayret göstermişler ve bu nadide eserlerin pek çoğunu acımasızca tahrip etmişlerdir.
Fakat her şeye rağmen ecdad, buralara İslâm'ın mührünü o kadar sağlam bir şekilde ve derine vurmuş ki, yüzyıldan fazla bir zamandır buralardan silinmek istenmesine rağmen ve bütün menfi gayretlerin aksine birçok yerde karşınıza çıkmaya ve kendini hissettirmeye devam ediyor.
Son yıllarda Türkiye'nin burada bütün tahribata karşın ayakta kalmayı başarmış tarihi eserleri ve İslami mühürleri yeniden ihya etmek için önemli gayretleri müşahede ediliyor.
Türkiye'ye yönelen ve son yıllarda artarak şiddetlenen düşmanlığın en önemli sebeplerinden birisi de hiç şüphesiz Türkiye'nin bütün Osmanlı ve İslâm coğrafyasına, en azından kültürel ve inanç olarak sahip çıkma gayretlerdir. Balkanlarda restorasyon ve rekonstrüksiyonu yapılan eserlerin neredeyse hepsinin üstünde TİKA (Türkiye İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı) tabelasını görmenin haklı gururunu ve mutluluğunu yaşadık.
Türkiye bu şekilde buralarda yaşayan Müslüman ve Türk azınlığın yanında olduğunu bu çalışmaları ile her şehirde göstermeye devam ediyor. Çalışmaları tamamlanıp hizmete giren birçok eserin yanında, bu restorasyon ve rekonstrüksiyon çalışmalarının sürdüğü çok sayıda tarihi eser ile karşılaştık.
Makedonya bir göller ülkesi olarak da adlandırılabilir. Ülkeye adeta hayat veren ve Balkanların en önemli gölleri Makedonya’da bulunuyor. Doyran, Ohri, Prespa ve Kozjak Gölleri, bu ülkenin can damarları niteliğinde. Bu göllerin çevresinde canlı bir hayat ve hareketli bir tabiat hemen göze çarpıyor. Balıkçılık, bu göllerin çevresinde kümelenmiş yerleşim yerlerinin en önemli geçim kaynaklarından.
Bu arada çok otantik bir tarihi dokunun yaşatıldığı Ohri’den de bahsetmek gerekir. Daha önce ismi Ohrid olan ve Osmanlıların Ohri diye isimlendirdiği şehir çok canlı, hareketli ve güzel bir görüntü arz ediyor. Burası Osmanlıların da çok önem verdiği şehirlerin başında geliyor. Osmanlılar döneminde Ohri idari olarak bir Sancak Merkezi idi.
Ohri'deki Ayasofya mabedi, şehrin önemli ibadet merkezlerinden. 1056 yılında Bizanslılar tarafından kilise olarak inşa edilen bu mabet, Osmanlının 1395 tarihinde Ohri şehrini fethinden sonra camiye dönüştürülmüş ve beş yüz yılı aşkın bir süre ile cami olarak hizmet etmiştir. Osmanlının bölgeyi terk etmesinden sonra 1912 yılından itibaren yeniden kiliseye dönüştürülmüş, minare ve minberi yıktırılmış, Osmanlının cami için ilave ettiği bütün eklentiler ortadan kaldırılmıştır.
Ohri hakkındaki en geniş bilgiyi, 1670 yılında burayı ziyaret eden Evliya Çelebi’nin kayıtlarında bulabiliriz. Buna göre burada çevresi dört bin adım olan, kırk kuleli büyük ve kuvvetli bir kale bulunuyordu. Çoğunlukla Müslümanların yaşadığı aşağı şehirde 400 kadar ahşap ev, 150 kadar dükkân, 17 cami ve mescid bulunmaktaydı. Evliya Çelebi ayrıca bu dönemde kasabada 160 adet Hristiyan ve 300 Müslüman hanesinin varlığına da işaret eder.
Ohri'de yılların tahribine karşı ayakta durmaya çalışan ve bugüne kadar ulaşabilen Osmanlı eserlerinden birisi Ali Paşa Camisi’dir. Çınar Meydanından Liman Meydanına giden tarihi çarşının girişine yakın bir mevkide bulunan bu cami, 1573’te Süleyman Paşa tarafından yaptırılmış ve 1823’te Belgrad veziri olan Maraşlı Ali Paşa tarafından onarımı yapıldığı için onun adıyla anılmaya başlanmıştır. Farklı kubbe mimarisi ile dikkati çeken bir Osmanlı eseri olan bu cami bakımsızlıktan, yıllar içinde büyük zarar gördü.
Bir süre önce Türkiye’deki bazı kuruluşların işbirliği ile yeniden restore edilmeye başlanan bu camiye bir de minare eklendi. Ancak geçtiğimiz günlerde çevre esnafından gelen şikâyetler üzerine Makedonya Kültür Bakanlığı tarafından restorasyon çalışmaları durduruldu. Bazı kişiler minarenin yıkılması için ısrarla talepte bulunuyorlar. Şimdi caminin akıbeti bölgede yaşayan Müslümanlar ile birlikte ziyaretçiler tarafından merakla bekleniyor. Bu caminin bulunduğu tarihi çarşı, sağlı sollu tarihi dükkânları ve otantik yapısıyla, Ohri’nin eski görkemli günlerinin bir şahidi konumundadır.
Ohri’de iki meydan dikkati çekiyor. Bunlar Çınar ve Liman Meydanları. Çınar Meydanı Osmanlıdan kalma önemli bir meydan ve tarihi bir hava veriyor. Bu meydana ismini veren tarihi çınar ise yaklaşık altı yüz sene önce dikilmiş ve bütün tahribat ve bakımsızlığına rağmen inatla ayakta durmaya devam ediyor. Osmanlının bir özelliği de fethettiği beldelere çınar ağaçları dikmek şeklinde tezahür etmiş. Bütün önemli caddeler bu meydana açılıyor.
Liman Meydanı ise Makedonya’nın ve Ohri’nin yeni yüzünü gösteriyor. Bu meydan çok bakımlı ve buraya özel bir ihtimam gösteriyorlar. Ohri gölüne açılan bütün tekneler ve turistik turlar bu limandan başlıyor. Burada turistlere hitap eden çok sayıda restoran ve kafe bulunuyor ve ayrıca bu meydana çok sayıda heykel yapılmış.
Liman Meydanına yapılan heykellerden birisi de Makedonlar tarafından Kiril alfabesinin kurucusu olarak kabul edilen ve 9. Yüzyılda yaşamış olan Kiril ve Metodius kardeşlerin talebesi olan Clement’e ait. Bu alfabeyi geliştirdiği söylenen Clement, hocası Kiril’in ismini bu alfabeye vermiş. Kiril alfabesinin bulunması ile ilgili olarak farklı bazı görüş ve iddialar da bulunmaktadır. Ayrıca Kiril ve Metodius’un, Slav dilleri üzerinde önemli çalışmalar yaptıkları da bilinmekte.
Bugün Karadağ hariç bütün Slav toplumları ve Ortodoks kuşağı Kiril alfabesini kullanıyor. Bundan dolayı da dünyada yaygın olarak kullanılan alfabelerden birisi haline gelmiş. Fakat her toplum, kendi dilinin ihtiyaçlarına göre alfabede bazı değişiklikler yapmış. Rusya’nın etkisiyle bugün bazı Türk Cumhuriyetleri de Latin alfabesi ile birlikte Kiril alfabesini kullanmaya devam etmektedir.
Ohri gölü Makedonya ile Arnavutluk arasında bulunuyor. Gölün yaklaşık üçte ikisi Makedonya’da ve üçte biri de Arnavutluk sınırları içinde yer almış durumda. Göl, UNESCO tarafından dünya mirası listesine dâhil edilmiş. Avrupa’nın en eski gölü olarak kabul edilen bu göl, çevre dağlardaki ormanlardan yansıyan görüntüsü ile yemyeşil bir manzara arz ediyor. 289 metre derinliğe kadar ulaşan bu göl, şaşırtıcı derecede temiz görünüyor. Bu güzel göl, aynı zamanda birçok endemik canlı ve kuş türüne de ev sahipliği yapıyor. Ohri alabalığı ile özel bir incinin üretildiği inci balığı çok meşhur türlerden.
Balkan şehirleri fethedildikçe, Anadolu’da irşad faaliyetlerinde bulunan dergâh ve tekkeler bazı elemanlarını bu bölgelere göndermişler ve buralarda tekkeler açmışlardır. Balkanlarda çok önemli irşad faaliyetlerinde bulunan Sarı Saltuk’un bir mezarı da, birçok yer ile birlikte Ohri’de bulunuyor. Bugün bu türbenin içinde bulunduğu yapı, şehir merkezine yaklaşık otuz km. mesafede ve Aziz Naum Manastırı olarak kullanılmaktadır.
Balkanlarda özellikle Halveti ve Bektaşi Tekkeleri çok yaygın olarak bulunuyordu. Ohri’de de bu yıllarda açılan ve büyük hizmetlerde bulunan bu tekke ve dergâhlardan bugün maalesef bir eser görünmüyor. Bunlar fanatik Sırp ve Makedonlar ile yönetimler tarafından ya yıkılmış veya farklı amaçlar için kullanılmaya başlanmıştır. Osmanlının bölgeyi terk etmesinden sonra Balkan şehirlerinde ayakta kalan dergâh sayısı bugün çok fazla değil.
Ohri’nin yakınlarında bulunan Struga kasabası da Osmanlı eserlerinin yoğun olarak yapıldığı bir yerleşim yeri olarak dikkati çekmektedir. Burada yüzde altı civarında Türk nüfusun yanında, yüzde otuz beş civarında Arnavut ile birlikte Müslüman nüfus yüzde kırkı geçmektedir. Struga çarşısını gezerken Bilal isimli bir Müslüman Arnavut kardeşimizin ikram ettiği güzel çayın lezzeti hala damağımızda. Pazar’da meyve-sebze satan Bilal kardeşimiz, ayrıca sahip olduğu dükkânda Türkiye’den getirdiği lokumları da satmakta.
Burada Halveti Hayati Hasan Baba Tekkesi ve Mustafa Çelebi Camisi ziyaretçilere açık olan tarihi Osmanlı eserleri olarak dikkat çekmektedir. Mustafa Çelebi Camisi, 1570 yılında yapılmış ve bugünlerde restorasyonu ile birlikte bakımını da, Balkanların büyük bir çoğunluğunda olduğu gibi TİKA üstlenmiştir.
Mustafa Çelebi Camisinin bitişiğinde bulunan ve o yıllarda buralarda hizmetlerde bulunan Halveti Şeyhlerinin medfun olduğu türbe, yakın zamanlarda buralara musallat olan Vehhabi zihniyetli kişiler tarafından yıktırılmıştır. Struga’da bu caminin dışında Osmanlı döneminden kalma bir cami daha varlığını sürdürmeye devam etmektedir. Mustafa Çelebi Camisinin hemen yanında, TİKA tarafından inşa edilen Müftülük binası da faaliyetlerine devam etmektedir.
İttihat ve Terakki Cemiyetinin kurucusu sayılan ve bir numaralı üyesi olan Dr. İbrahim Temo, Makedonya’nın Ohri İlçesinin Struga beldesinde doğmuş bir Arnavut. İstanbul’da Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’den mezun olmuş ve faaliyetlerinin çoğunu İstanbul’da yürütmüştür.
Defalarca gözaltına alınmış, ancak o zamanlar yönetimin çeşitli kademelerinde bulunan Balkan ve Arnavut kökenli kişilerin yardımı sonucu serbest bırakılmış. İbrahim Temo’nun Struga’da, Ohri Gölü yakınlarında ve Drim Nehri kenarında bir büstü bulunuyor.
Fakat faaliyetlerine hiçbir ara vermeksizin devam eden Temo, daha sonraları Romanya’ya kaçtı ve burada Köstence yakınlarında bulunan Mecidiye’de hayatını devam ettirdi. Sultan II. Abdulhamid’in tahttan indirilmesinden sonra sık sık İstanbul’a gelmeye ve faaliyetlerde bulunmaya devam etti. Bir ara Romanya ordusu içinde asker olarak da görev yaptı.
Ohri ve çevresi, birçok özelliği ile Osmanlının, şehrin ruhuna sinen çok büyük etkisini, günümüze de yansıtan bir bölge olarak ziyaretçilere kucak açmaya devam ediyor.