Kişisel özgürlük, temelinde kişisel mâlikiyete bağlıdır. Sahip olduklarınız sizinle Allah arasında kurulan bir sözleşmedir.
Allah, herkesin rızkını teminatı altına almıştır. İnsanın rızkını araması bu sözleşme gereği elde ettiği hakkın (ya da aldığı teminatın) tahsilinden ibarettir. Burada yetenek, güç veya zekâ bir araç değildir; hatta en zayıf ve aptallar coğunlukla en iyi beslenir.
İşte, insanın dünyada Padişah'ı ile ekonomik ilişkisi bu noktadan başlayacaktır. Bu ilişkinin geliştirilmesi, insanın Padişah'ın mülkünde, elindeki harçlığı kullanarak seyir ve temaşa neticesi takdir, takdis ve şükür ile büyük bir maneviyata dönüştürmesi ile sonsuz karlı bir ticarete ulaşması beklenir.
İnsan kendi rızkını yalnızca Allah'a bağlar, Rezzak sadece O'dur (c.c.).
...
Dünya sarayına gelen insan görür ki, birçok nimetler bulunuyordur. Bunlar görünürde başıboştur, görünen bir sahibi, bekçisi yoktur; bu kimi insanda bunların miri malı olduğu yargısını getirir; alabildiğini kullanabileceği ve sahiplenebileceği inancı oluşur.
Bunun neticesi istediği gibi tasavvur etmeye ve talan etmeye baslar.
Diğeri ise, kendi sahip olduğu dışında diğerlerinin vakıf malı olduğu, kişilerin ortak sermayesi bulunduğunu söyler, bu şekilde istifadeye çalışır.
Hayatın içinde birileri, birilerinin ortak kullanım hakkını, kendi şahsi mülküne çevirme savaşını vererek, hayatı her şeyiyle bir savaşa dönüştürmüştür. Sarayı bir talan ve savaş alanı yapmıştır. Hatta insanların cebindeki harçlığına (rızkına) bile musallat olmuş ve açlıktan ölümlere sebebiyet vermiştir.
Sarayın Hâkimi şüphesiz bu bozgunculara karşılığını ölüm istasyonunda biletsiz, beş kuruşsuz bırakarak ve berzah çöllerinde açlığa terk ederek ve cehennemin açlığı ve şiddetine teslim ederek verecektir.
...
Zenginlik cebindeki harçlığı (rızık) arttırmak değildir. İnsanin yeme içme ve diğer ihtiyaçları için gereken rızık çok değişmez. Bir zengin ile fakirin günlük insanî ihtiyaçları neredeyse aynıdır; fark, mesela yemek içmekte, dildeki saniyelik tad almadadır; bir baklava ile kesme şekerin farkı saniyeliktir.
Bu küçük ücret, bir an için dünya yaşamında Padişah'la sözleşmeyi bozmanın mantığı olamaz.
Bu sekilde dil, adi bir kapıcı iken efendiye dönüşecektir. Göz bir kavvat derekesine düşecektir. Neticesinde, insan bir akıcı virüs, bir görünmeyen mikrobun tehdidiyle yaşamaya mahkûm kalacaktır.
...
Modern dünyanın iki önemli tutkusu yeme içme ve cinselliktir; anlık zevk için yaşamayı, bir anda, bir bakmakta, bir öpmekte yaşamayı istemektir (aslında orada batmaktır). Rızka razı olmayıp zevki öne taşımaktır. Hayatın zevkini anlık zevklere ve bunun karşılanmasına yöneltmektir. Bu da rızka ait olmadığından meşru dairenin, ezeli sözleşmenin dışına çıkmayı gerektirir, bu dahi gayri meşru yollara tevessülü zorunlu kılar. Her şey ve her söz ona göre eğriltilir, bozulur, dönüştürülür.
Bediüzzaman'ın serbestiyet ve mâlikiyeti; öncelikle herkesin kendi sermayesinin (rızkının) huzurunu taşıması, başkalarına rızık sebebiyle esir olmadığı gibi ecir de olmaması (ücretini yalnızca Sahibinden beklemesi) ve özgürlüğün her anlamda Allah'ın teminatı altında olduğunu bilmesidir.
Geminin Sahibine güvenmektir. Kulluğun sırrı buradadır.
İnsan için rızkın kapsamını biraz daha geliştirilerek kuvve-i şeheviyenin (yeme içme ve cinsellik) yanısıra, kuvve-i akliye (akıl duyusu) ve kuvve-i gadabiye (güç duyusu) olarak daha da eklenebilir.
Bu noktada kişilerin doğuştan gelen yetileri (istidad) ve sonradan geliştirdikleri yetenekleri (kâbiliyetleri) vasıtasıyla rızkın genişlemesi ve yapılan sözleşmenin insan bakımından yenilenmesini getirir. Cenab-ı Hakk (sarayın Hâkimi) bu noktada insana yeni yükümlülükler de koyacaktır. Örneğin zekât, rızkın dışındaki gelirlerin bir kısmının başkalarının rızıkları olduğunun hatırlatılmasıdır.