4. Açıklama: Manevi sarhoşlukta karşılaşılabilecek tehlikeler:
Manevi mertebeleri aşarak Allah’ın yakınlığını ve dostluğunu kazanmak, O’nun velisi olmak için çıkılan yolculuğun birçok üstünlükleri bulunmakla birlikte tam da o üstünlükleri ile ilgili alanlarda tehlikeleri de içinde barındırmaktadır.
Grafik: 3 Meslek-i Velâyet
İşte bu sırlar içindir ki, o yolda manevi yolculuğa çıkanlar (sülûk edenler) bazen boğulur, bazen zararlı düşer, bazen döner, bazen de başkalarını yoldan çıkarabilirler.
Tasavvuf bir nevi hava yolculuğu gibidir; kolay, kısa, kıymetli ve geniş ama kaza halinde oluşan riskleri ise kara yolculuğuna kıyasla daha fazladır.
İnsanın manevi yolculuğuna iç dünyasından veya algıladığı dış dünyasından başlamak üzere tarikatta iki meşrep vardır. Üstadın bu konudaki tanım ve tarifleri aşağıda gösterilmiştir:
1-“Seyr-i enfüsî” (iç âleminde yapılan manevi yolculuk)
Grafik: 4 Seyr-i Enfüsî
Zikirlerini sessiz ve gizli yapan tarikatların çoğu bu yolla gidiyor. Bunun da en mühim esası benliği, gururu, enâniyeti kırmak, faydasız ve gelip geçici arzuları, heves ve istekleri terk etmek, nefsi öldürmektir.
2-“Seyr-i âfâkî” (manevi olarak ilerlemek için dış âlemdeki delil ve vasıtalarla yapılan manevi yolculuk)
Grafik: 5 Seyr-i Âfâkî
Kalbin, hiçbir şeye muhtaç olmayan ve herkesin kendisine muhtaç olduğu Allah’ın eserlerini gösteren ayna olduğunu görür, aradığı maksadına kavuşur, vâsıl olur.
Enfüsî meşrepteki maneviyat yolcularının karışılabileceği tehlikeler:
1. İnsanlar kendilerini daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere teşvik eden duygu olan nefs-i emmâreyi öldürmeyi başaramazlar, faydasız ve gelip geçici arzularını, hevâyı terk edip benliği, gurur ve enâniyeti kıramazlar ise, şükür makamından öğünme makamına düşerler sonrasında da öğünme ile de gururda yok olabilirler.
2. Eğer muhabbetten gelen bir cezbe/çekilme ve bundan gelen bir çeşit mana âlemindeki sarhoşluk, kendinden geçme hali olursa, bu haldeyken sarf edilecek şeriata muhalif sözler, haddinden çok fazla dâvâları iddia eder. Hem kendi zarar eder, hem başkasının zararına sebep olur.
3. “Birçok insan gördüm ki, kendilerini bir çeşit mehdî biliyorlardı ve “Mehdî olacağım” diyorlardı. Bu kişiler yalancı ve aldatıcı değillerdi; belki aldanıyorlardı. Gördüklerini hakikat zannediyorlar. Allah’ın isimlerinin tecellileri/yansımaları, Allah’ın büyüklük ve yüceliğinin ve her şeyi kuşatan sınırsız egemenliğinin tecelli ettiği en yüksek makam olan Arş-ı Âzam dairesinden tâ bir zerreye kadar görünmesi ve yansımalarıdır. Allah’ın o isimlerine ayna olma hali de, bu nispette farklılaşır. Yüce isimlerin ortaya çıktığı velâyet dereceleri de bu şekilde farklılaşmaktadır. Bu karışıklığın en önemli nedeni şudur:”
1-Velilik makamlarından bazı makamlarda;
a-Mehdî’nin vazifesine benzerlikler bulunması,
b-Kutb-u Âzam’a has bir pay görülmesi,
c-Hazret-i Hızır’ın özel bir münasebetinin olması
2-Bu makamların bazen;
a-Makam-ı Mehdiyet
b-Makam-ı Üveys,
c-Makam-ı Hızır olarak da yorumlanır.
Bu bilgilere istinaden denilebilir ki; velilik makamına veya o makamın az bir temsiline makamın gölgesine ya da bir misaline girenler, kendilerini o makamla has ilişkili meşhur zatlardan biri olduklarını zannedebilirler. Kendilerini Hızır olarak kabul ederler, Mehdî olduklarına inanırlar veya Kutb-u Âzam olduklarını hayal edebilirler. Eğer makam sevgisinden kaynaklanan bir talep ve bir benlik davası yoksa o halde suçlu olduklarına hüküm verilmez. Haddi aşan ifadeleri manevi sarhoşluk anında şeriata aykırı söz olarak kabul edilir ve sorumlu tutulmazlar. Böyle değil de eğer, perde ardındaki benlik ve makam sevgisiyle hareket ediliyorsa, kişi enâniyetine mağlûp olarak, şükrü bırakıp gurura girer, onurlu halinden git gide gurura düşer/alçalır. Ya divanelik derecesinde kaybolur ya da hak yoldan sapar. Çünkü büyük evliyayı kendi gibi gördüğünden, haklarındaki iyi niyeti bozulur. Zira nefis ne kadar mağrur da olsa, kendisi, kendi kusurunu anlar. O büyükleri de kendiyle mukayese edip kusurlu olduklarını düşünür. Hatta Peygamberler hakkında da hürmeti noksanlaşır.
"Muhabetten Doğan Sarhoşluğun Sebep Olacağı Tehlikeye Misâl:
Nasıl ki bir teğmen, kendinde bulunan kumandanlık zevkiyle ve neşesiyle gururlansa, kendini bir mareşal zanneder. Küçücük dairesini o büyük daire ile karıştırır. Sanki küçük bir aynada görünen bir güneşi, denizin yüzünde görkemli yansımalarıyla görünen güneşle benzeyiş itibariyle karıştırmış gibi olur. Öyle de, Allah’ın dost ve veli çok kulları var ki; bir sineğin bir tavus kuşuna nispeti gibi, kendinden o derece büyük olanlardan kendini büyük olarak gözlemler ve kendini haklı bulur. Hatta ben öyle birini gördüm; yalnız kalbi uyanışa geçmiş, uzaktan uzağa velâyetin sırrını kendinde hissetmiş, kendini evliyaların zamanın en büyüğü (Kutb-u Âzam) olarak görüp, o tavrı takınıyordu. Dedim ki:
“Kardeşim, nasıl ki hükümranlık kanununun, Başbakanlık makamından tâ bucak, nahiye müdürü dairesine kadar bir tarzda kısmi ve geniş görünümleri var. Öyle de, velâyetin ve kutbiyetin dahi öyle muhtelif daire ve cilveleri var. Herbir makamın çok gölgeleri var. Sen, bir müdür dairesi hükmünde olan kendi dairende, başbakan gibi o kutbun yüksek yansımasını görmüşsün, aldanmışsın. Gördüğün doğrudur, fakat hükmün yanlıştır. Bir sineğe bir kap su bir küçük denizdir.”
O kişi yaptığım açıklama vesilesiyle, Allah’ın izniyle ayıldı ve o tehlikeden kurtuldu."
Bu hale yakalananların;
1. Şeriat terazisini elde tutmaları,
2. Allah’ın Kuran’daki sözlerinin nasıl anlaşılması gerektiği konusunda âlim olanların ilke ve prensiplerini kendilerine ölçü alarak; Allah dostu evliyalardan gerçekleri araştıran ve delilleriyle bilen İmam-ı Gazâlî ve İmam-ı Rabbânî gibi âlimlerin talimatlarını rehber edinmeleri,
3. Nefsin eline kusurdan, acz ve fakrdan başka şey verilmemesi için daima nefislerini suçlamaları gerekir.
Bu meşrepteki manevi sarhoşluk (tan doğan ve genel kaidelere aykırı sözleri, bu hal kendinden geçtikten sonra da sahiplenmek) kendini beğenmekten ortaya çıkar. Çünkü muhabbet gözü kusuru görmez. Muhabbetin bir parçası olarak nefse muhabbet, kusurlu ve liyakatsiz bir cam parçası gibi olan nefsi bir pırlanta, bir elmas zannettirir.
Bu tür bir halin içindeki en tehlikeli hata da kalbe ilhamî bir tarzda gelen az ve kısmi manaların “Allah’ın kelamı” olarak hayali sonucunda, ayet olarak kabul edilmeleridir. Bu ise vahyin yüce ve mukaddes derecesine hürmetsizlikle sonuçlanabilir.
Balarısının ve hayvanların ilhâmlarından, sıradan halk tabakasından seçkinlerin ilhâmlarına kadar; sıradan meleklerin ilhâmlarından dört büyük meleğin ilhâmlarına kadar bütün ilhâmlar, her şeyi yaratıp terbiye eden Allah’ın bir nevi sözleridir. Fakat mazharların ve makamların kàbiliyetine göre, kelâm-ı Rabbânî, yetmiş bin perdede parıldayan, Allah’ın hitabının ayrı ayrı cilveleridir. Ama vahiy ve kelâmullaha has ismi ve onun en aşikâr somut örneği olan Kurân’ın yıldızlarına has ismi olan “âyet” ile karıştırılması tam manasıyla bir hatadır.
Her bir aynada görünen güneşin benzerleri güneşindir ve onunla ilişiklidir denilse doğrudur; fakat o güneşciklerin aynasına dünya takılmaz ve onun çekim gücüyle bağlanmaz!