Geçen hafta sonu Mardin Artuklu Üniversitesi’nde düzenlenen İbn-i Teymiye konferansı, oldukça geniş bir yelpazenin boy hedefi oluverdi. Konferansı “emperyalist İngiltere”nin organize ettiği ve amacının “işbirlikçi İslam” yaratmak olduğu yönünde sert eleştiriler yapıldı ve yapılıyor. Patenti asıl Kemalist ulusalcılara ait olan “Ilımlı İslam komplosu” tezleri de havada uçuşuyor.
Eğer yanılmıyorsam bu yorumları yapanların hiçbiri Mardin’de değildi. Ama ben oradaydım ve konferansı baştan sona izledim. Ve açıkça (ve İslami dille) söyleyeyim ki, söz konusu yorumcular biraz “sui-zan”da ve hatta belki “gıybet”te bulunuyor. Çünkü konferansta ne cihad kavramına ilişildi ne de Müslümanların “direnme hakkı” kötülendi. Hiçbir konuşmacı “Batı, Müslüman ülkeleri işgal edebilir” filan demediği gibi, aksine çoğu başta Filistin olmak üzere işgal altındaki Müslüman topraklarının kurtarılması çağrısında bulundu.
Ama asıl mesele, Hanbeli alim İbn-i Teymiye tarafından yedi asır önce yapılan “Dar-ül Harb” (savaş yurdu) tanımının bugün ne anlama geldiğiydi. Çünkü başta Mısır’daki Tekfir vel-Hicre grubu olmak üzere bazı radikal akımlar, bu tanıma referans vererek, “üzerinde şeriat uygulanmayan ülke Dar-ül İslam değildir, buradaki yönetimlerle cihad farzdır” diyor. Sonra da hem Müslüman ülkelerde hem de Batı’da teröre girişiyorlar.
Ayrıca belirteyim ki konferanstaki konuşmacılar İbn-i Teymiye’yi kınamadılar, aksine çoğu onu epey övdü. Sadece onun devri ile bugünkü şartların farklı olduğuna işaret ettiler. En dolu ve özlü tebliği de kanımca İSAM’dan Prof. Ahmet Özel verdi. İslam ulemasının Ortaçağ şartları içinde yaptığı “Dar-ül Harb/Dar-ül İslam” ayrımının, uluslararası hukuk ve insan haklarına dayalı bugünkü dünyayı açıklamadığını izah etti. Ebu Hanife’nin ve diğer bazı Hanefi alimlerin görüşleriyle de bu yorumu destekledi.
Peki bu makul sözler bizde niye bu kadar tepki çekti?
Çünkü, açık söyleyeyim, bence Müslüman aydınların bir kısmında, seküler versiyonunu ulusalcılarda gördüğümüz türde bir paranoya, komploculuk ve reddiyecilik tavrı var.
Bu yüzden “İslam teröre cevaz vermez” gibi son derece makul bir lafa bile hemen karşı çıkıyorlar.
İlk dedikleri, “ne yani, Müslümanlar işgale direnmesin mi?”
Oysa mesele “direnme” değil, bunun sokak ortasında bomba patlatıp masum insanları öldürerek yapılıp yapılmayacağı. Dahası “direnme” yerine (veya yanına) diplomasi, diyalog, uzlaşı gibi yolların aranıp aranmayacağı. (Bkz: Hudeybiye.)
İkinci dedikleri, “terörü zaten Batı üretiyor, El Kaide’yi onlar yarattı.”
Oysa Batı’nın günahları saymakla bitmese de, İslam dünyasının içinden tedhiş hareketlerinin çıkması için komplolar şart değil ki. Aynen bugünün radikalleri gibi her farklı düşüneni “tekfir” edip öldüren Hariciler nerden çıkmıştı sanki? Yedinci yüzyılda CIA mi vardı?
Üçüncü dedikleri de, “niye Batı’ya bir şeyler izah etmek zorundasınız?”
İstanbul’da oturup böyle sormak kolay. Gidin de (Mardin konferansını organize eden Müslümanlar gibi) Londra’da yaşayın bakalım. Şehrin ortasında otobüs patlıyor, patlatan adamlar “Allah için yaptım” diyor, İngiliz toplumu da haliyle “bu iş neyin nesidir” diye soruyor. Müslümanların Avrupa’dan sürülmesini savunan faşist partiler güçleniyor, İsviçre’de minareler yasaklanıyor. Bu durum karşısında Batı’daki Müslümanların “ bu şiddet dinimize uymaz, uydurmaya çalışanlar da yanılıyor” demesinden daha doğal ne olabilir?
Başka ne desinler? “Mücahid kardeşlerimize helal olsun, iyi çalışıyor, çoluk-çocuk ayırmadan küffarı biçiyor” mu desinler?
Siz öyle mi diyorsunuz?
Star