1985-1989 yılları arasında Mardin’de öğretmen ve idareci olarak görev yaptım. Mardin’de unutamadığımız hatıralar, gönlümüzde daimi yer edinen dostlarımız var. Yolumuz, bu güzel, tarihi ve kadim ilimize zaman zaman uğrar, bazen dostlarla selamlaşır, halleşir ve bazen de manevi bir selam ve tebessüm bırakarak yola devam ederiz.
Geçen Nisan ayında Münazarat Sempozyumu vesilesiyle yeniden bu hatıralarla dolu şehrimize gelmiştik. Bu sefer de sempozyumun yoğun, bereketli ve nurlu meşgalesi içinde çevremize bakma imkânını neredeyse bulamamıştık. Çok yoğun geçen, büyük istifadelere ve sevinçlere medar üç günün ardından tatlı bir yorgunluk ve manevi bir haz ile bu şehrimizden ve dostlarımızdan ayrılmıştık.
Bütün bunlarla birlikte bu güzel ve kadim şehrimizdeki değişiklikler, gelişmeler, maddi ve manevi ilerlemelere az da olsa şahit olmuş, sırf bunları yerinde izlemek ve görmek için uygun bir zamanda bir seyahat yapma kararını vermiştim. Allah nasip etti ve bir hafta sonunu çok yetersiz bile olsa Mardin ve Diyarbakır seyahatlerine ayırma imkânı bulduk.
Öncelikle şunu ifade etmeliyim: Tarihi ve kadim şehir Mardin, çok güzel çalışmalarla yeniden tarihi ve otantik görünümünü kazanmaya başlamış. Bu konuda çok ciddi ve önemli çalışmalar imza atılmakta ve bu projeler büyük bir kararlılıkla uygulanmaya devam edilmektedir.
Beş bin yıldan fazla tarihi bir geçmişe sahip olan, taş işçiliğinin dünyadaki en güzel örneklerini bünyesinde barındıran, medeniyetler ve kültürler şehri Mardin, yanlış ve plansız şehirleşme, denetimsiz belediyecilik, tarihi değerlere sahip çıkamamanın ve onları hoyratça tahrip etmenin kurbanı olmak üzereydi.
Geçen uzun yıllar boyunca, çirkin ve plansız yapılarla çok sayıda tarihi bina ne yazık ki tahrip edildi. Bir kısmının önü, bu çirkin binalarla kapatıldı. Çok sayıda güzel ve sanat şaheseri binalar amacı dışında kullanıldı ve büyük zararlara uğratıldı. Belki bir kısmının geriye dönüşü olmayacak, fakat bu esrarlı şehrimizi ciddi ve titiz bir çalışma ile mümkün olan en tarihi ve orijinal haline döndürmenin çalışmalarına devam edilmektedir.
Son yıllarda plansız olarak yapılan, tarihi binalara zarar veren ve görüntülerini engelleyen yedi yüz binanın kamulaştırma çalışmaları tamamlanmış ve bunların bir kısmı yıkılmış. Diğerlerinin de yıkım çalışmaları bir program dâhilinde devam etmektedir. Bu yıkılma işlemi bittikten sonra, görüntü kirliliğine yol açan iki binden ziyade yeni binanın yıkılma işlemlerine başlanacak.
Bütün bunlar bittikten sonra, Mardin yaklaşık yüz yıl öncesinin tarihi ve muhteşem görüntüsüne kavuşacak ve dünya kültür mirasının şaheser bir şehri olarak, misafirlerine hizmet verecek. Mardin’in bu tarihi dokusuna yeniden kavuşması için yapılan çalışmalara Kültür Bakanlığı ile birlikte UNESCO, özel vakıflar ve kuruluşlar da büyük destek veriyor.
Sabancı Vakfı’nın girişimleri ile yapılan Sabancı Kültür Merkezi, şehrin adeta tarihi bir resmi geçidi gibi, sizleri yüzyıllar öncesinin Mardin’ine götürüyor. Mardin’in coğrafi, tarihi, kültürel ve sosyal geçmişini ve medeniyetinin yansımalarını görmek ve bu kültür ve medeniyet beşiği ile tanışmak isteyenler, bu müzeyi mutlaka ziyaret etmelidirler.
Medreseler, tarihi camiler, ilginç kiliseler ve manastırlarla bezeli zengin bir tarihi zenginliğe sahip olan Mardin’de, farklı ırklar ve dinler binlerce yıl boyunca barış ve huzur içinde yaşamışlardır. Aslında Mardin bu yönden de bütün Türkiye’ye ve Orta Doğu’ya örnek olabilecek bir olgunluğa ve zenginliğe sahiptir. Müslümanlar, Süryaniler, Ermeniler, Yezidiler, Türkler, Kürtler ve Araplar, bu coğrafyada insani paylaşımların en olgununu temsil etme asaletini ve muhteşem örneklerini tarih boyunca hep sergilemişlerdir.
Cumhuriyetin ardından başlatılan ayrıştırıcı politikalar bütün Türkiye’yi ve özellikle bu bölgedeki insanlarımızı yoğun bir şekilde etkilediği günlerde bile, yine bu kadim şehrimizin insanları, bu dehşetli süreci en az hasarla atlatmak için büyük bir olgunluk ve sabır göstermişlerdir. Hatta son yıllarda Mardin çevresinde yoğun çatışmalar yaşandığı halde, bu sağlam geleneksel yapıya sahip olan bu şehrimizin merkezindeki olaylar, en alt düzeylerde seyretmiştir.
Mardin’in bu tarihi ve otantik güzelliklerinin yanı sıra, manevi güzelliklerini de yaşama ve aziz dostlarımızla hasret giderme fırsatını da bulduk. Kadim ve aziz dostum Mehmet Selim Parlakoğlu’nun mihmandarlığında, Peygamber Efendimizin(ASV) ayak izini ve mübarek sakal-ı şerif’ini de ziyaret ettikten sonra, Aziz Üstadımızın, minaresinin şerefesinin demirleri üzerinde, aşağıdakilerin hayret ve korku dolu bakışları arasında yürüdüğü ve büyük bir restorasyona tabi tutulan Ulu Cami’nin manevi atmosferinde nefes aldık.
Parlakoğlu ailesinin sıcak ve samimi ev ortamında yenen akşam yemeğinin ardından, güzel ve serin bir Mardin akşamında çok değerli dostlarımızla bir araya gelip, hasret gidermenin de lezzetine gerçekten doyum olmuyor. Ekrem, Zübeyir, Necat, Mithat, Nebil ve ismini sayamadığım diğer aziz dostlarla bir araya gelip, hasret gidermek, manevi ve nurlu güzellikleri paylaşmanın, inşallah cennet sohbetlerine zemin ihzar etmek manasında manevi neticeler vermesini, Rabbimizden niyaz ediyoruz.
Mardin için daha yazılacak ve söylenecek çok şey olduğu gibi, gezilecek ve ziyaret edilecek tarihi ve turistik çok sayıda mekânlar bulunmaktadır. Fakat bizi başka bir vazife bekliyor ve ertesi gün Diyarbakır’a doğru yola revan oluyoruz. Diyarbakır’a giderken yol üzerinde bulunan Sultanköy’e uğramadan ve Sultan Şeyh Musa’ya bir fatiha okumadan geçmek istemiyoruz.
Bu mekân, bölgenin adeta manevi bir istinatgâhı ve uğrak yeri konumundadır. Yüzyıllardır bu mekân, bölge insanları tarafından ziyaret edilmekte, dualar edilmekte, kurbanlar kesilmekte ve manevi arınmalara vesile olmaktadır. Bölgenin çok sayıda ailesi burayı ziyaret ettikten sonra doğan erkek çocuklarına Şeyh Musa Hazretlerinin kısaltılmışı olarak ‘’Şeyhmus’’ ismini vermektedir. Hatta bu amaçla kız çocuklarına ‘’Sultan’’ simini veren çok sayıda aile var.
Yıllar önce ziyaret ettiğimiz ve bakımsız bir vaziyette bulunan bu manevi mekânda, son zamanlarda hummalı bir çalışmaya geçilmiş. Çevre düzenlemesi yapılmakta ve ziyaretçilerin kalabileceği bir otel inşaatı devam etmektedir. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün bu kabil çalışmalarına, ziyaret ettiğimiz bu tür mekânların çoğunda şahit oluyoruz. Allah emeği geçenlerden razı olsun.
Bir Pazar günü ziyaret ettiğimiz bu mekânda, daha önceki ziyaretlerimizde şahit olmadığımız bir kalabalık ile karşılaşıyoruz. Dua edenler, namaz kılanlar, Kur’an okuyanlar, ailesi ile birlikte piknik yapanlar ve daha çok sayıda insan. Buraya yaptığımız kısa ziyaretin ardından yeniden Diyarbakır’a doğru yola devam ediyoruz.
Diyarbakır’da kısa bir arayışın ardından ‘’Diyarbakır Mezunları 9. Karpuz Kesme Etkinliğinin’’ yapılacağı Cahit Sıtkı Tarancı Kültür Merkezine ulaşıyor, büyük bir muhabbet ve uhuvvet meclisinin içindeki dostlarımıza kavuşuyoruz. Kendimizi buranın ev sahibi gibi görmenin hazzı ve rahatlığı ile dostlarla kucaklaşıyor ve manevi nur atmosferinin içine dalıyoruz. Çevre il ve ilçelerden, bu davete katılan çok sayıda kardeşimizi de görmenin mutluluğunu yaşıyoruz.
Dokuzuncusu yapılan bu mezunlar günü, profesyonelce hazırlanmış, nurlardan sohbetlerle bezenmiş, ibretli hikayeler, güzel skeçler, manevi atmosfere vesile olan ilahiler, vefa ve kadirşinaslığını mümtaz örnekleri olan ödüller ve plaket takdimleri ile devam ediyor. Prof Dr. Mehmet Aybak dostumuzun verdiği ‘’İki Dehşetli Hal’’ konferansı, yeni bir hayata atılmaya hazırlanan genç mezunlara çok önemli bir pusula vazifesi görüyordu.
Evet, hayat-ı içtimaiyeye atılan herkesi, bütün müminleri bekleyen iki dehşetli ve tehlikeli hale karşı Risale-i Nur’lardan ikazlarla dolu bir şekilde sunulan bu konferans, büyük bir istifadeye medar olarak kalplere, akıllara, vicdanlara yol buluyor ve inşallah tesirini icra ediyordu. İki dehşetli hal olan, ‘’hissiyat-ı insaniye-sefahet’’ ve ‘’enaniyet-i insaniye-dalalet’’ gibi müthiş hastalıklar; insanları yakalayan, kendine esir ve mümin kardeşlerine düşman eden iki dehşetli manevi musibeti izale etmek için, Nurlu eserlerin satır aralarında bulunan düsturlar, bize çok mükemmel ve yanıltmaz bir rehber vazifesi görüyordu.
Tam bir kültür, edebiyat, medeniyet, sanat ve İslam şehri olan Diyar-ı Bekir, inşallah böyle samimi ve ihlâslı çalışmalara daha fazla mekân olacak, eski tarihi ve ihtişamlı misyonunu yeniden deruhte edecek, aydınlanacak, nurlanacak, rahatlayacak, şerri ve zulmeti boğacak, ‘’NURLU DİYARBAKIR’’ olarak geleceğe; ümidi, barışı, huzuru ve kardeşliği taşıyacaktır.
Tam bir ekip anlayışı ve disiplini içinde, 14.00-18.00 saatleri arasında kesintisiz olarak devam eden bu güzel etkinliğe karpuz ikramı ile ara verildi. Ve program 19.30’da Eflatun Okulları bahçesinde çok sayıda davetlinin katıldığı akşam yemeği ile birlikte ikinci bölüm ile devam etti. Kardeşlik ve muhabbet sofrasında dostlarla beraber yenen yemek ve ardından kılınan akşam namazını takiben, Hür Adam filminin başrol oyuncusu Mürşit Ağa Bağ’ın, Sevgili Abdurrahman İraz’ın soruları ile okulun bahçesindeki Amfi Tiyatro’da yaptığı söyleşi ile devam etti.
Prof. Dr. Mehmet Aybak ve Dr. Zeynep Hanım’ın yakın alaka ve misafirperverliğine ailece muhatap olduğumuz bu güzel dostluk ve uhuvvet ortamında yaşanan tüm güzellikler için binlerce teşekkürler. Rabbim ihlâs ile yapılan bu güzel faaliyetleri devam ettirsin ve rızasına mazhar eylesin.
Aslında bu muhabbet ortamından ayrılmaya gönlümüz razı olmuyordu. Fakat yol uzun ve ertesi gün bizi bekleyen vazife nedeniyle, programın sonunu beklemeden görebildiğimiz dostlarla vedalaşarak Gaziantep yoluna koyulduk. Çarşıdan geçerken Diyarbakır’ın yetiştirdiği büyük ses sanatçısı Celal Güzelses’in şu türküsünün nağmeleri, sessiz bir Diyarbakır akşamında sessizliği yararak bize kadar ulaşıyordu:
‘’Bahçede yeşil çınar.
Boyun boyuma uyar
Ben seni gizli sevdim
Bilmedim âlem duyar.’’