Daha ilköğretim yıllarından ders aldığımız birşey var: Benzerlikler... Açı-kenar-açı veya kenar-açı-kenar şeklinde (daha farklı şeyler de vardı belki, ama anımsamıyorum) kurulan benzerlik bağıntısı, iki şekil içinde değeri sorulan herhangi birşeyin cevabını bulmamızı sağlayabiliyor. Üç öğesi arasında farkettiğiniz matematiksel oran, her iki üçgenin diğer öğeleri arasında da aynı matematiksel oranın bulunduğuna hükmetmenizi sağlıyor. (Üniversiteye hazırlananların kafasında kesin bir ampul parlamıştır şimdi.) Ve böylece problemde sizden istenen cevabı oran kullanarak bulabiliyorsunuz.
Bu benzerlikler bahsini ne zaman düşünsem aklıma ene geliyor. Enenin bizde yaptığı görevlerden birisi de buna benziyor sanki. Mesela ene; Allah’a dair meselelerde kâinatla Onun arasında kuramayacağımız bağıntıları, ikinci bir gerçeklik alanı daha oluşturarak, kurabilmemizi sağlıyor. Bediüzzaman’ın Ene Risalesi’nde bahsettiği gibi, insanın içinde bir tasavvur ve tahayyül aracı ene... Tahayyülleri va tasavvurları, bize geometrideki ikinci üçgene benzer bir alan sağlayarak, asıl üçgenle benzerlik bağıntıları kurmamızı öğretiyor. Fakat bu alan gerçekte yok. Tıpkı geometrik şekiller gibi...
İkinci bir alan kurgulayarak kendinizde var farzettiğiniz fiileri, gerçekte varolanla benzerliklerini de ortaya koyarak, bilgiye dönüştürüyorsunuz. Bu, belki sadece yukarıdaki tarzda bağıntı formülü elde edebilmek için yapılan birşey. Açı-kenar-açı, kenar-açı-kenar gibi bir benzerliği yakaladığınız anda üçgenlerdeki diğer öğeler arasında bir benzerlik kurgulayabiliyorsunuz:
“Ben nasıl bu odayı temizliyorsam, Allah da kainatı öyle temizliyor ki, kainat temiz kalıyor...” diyorsunuz mesela. Bu yönüyle sanırım orantıyla da bir bağıntısı var enenin ölçüm yönteminin. Fakat burada kritik pozisyon esmanın tamamından geçildikten sonra ism-i Kayyum’a varıldığında alınması gereken pozisyon. Ona varıldığında var farzettiğimiz alanın tamamını yıkmak gerekiyor. Çünkü onlar kendi başlarına varolamazlar. ism-i Kayyum tefekkürü, hepsinin köklerini kesmemizi tembihliyor bize. Devam ettiren yalnız O... Ya biz? Biz sadece enedeki farzetme yeteneğiyle bunları anlayabilenleriz.
Ben buradan daha evvelki yazılarda dikkat çektiğim sırr-ı temsil dürbünü meselesine bir paragraf daha açacağım: Kur’an’daki misallerin de aslında böyle bir ölçü verme tarafı var bize. Cenab-ı Hakkın gayba dair şeyleri bizlere anlatırken çoklukla kullandığı misaller, aslında bize işte aynı benzerlik bağıntısını kurmayı öğretiyorlar. Mesela baharın haşre misal gösterildiği ayet, yine aynı kenar-açı-kenar benzeri bir bağıntıyı; ölümle kış, baharla hayat, dirilmeyle yeşerme arasında kurmamızı ve bu benzerlikten hareketle gaybî meseleyi tıpkı “Mahrem bir suale cevaptır” bahsinin son kısmında denildiği gibi şuhuda yakın bir şekilde anlamamızı sağlıyor.
İnsan, anlamaya çalıştığı herşeyi anladığı şeyler üzerine bina ederek öğrenen bir canlı. Bu yönüyle uzağı yaklaştıran, dağınık meseleleri toplattıran, işte bizim malumatımız üzerine inşa edeceğimiz bilgi. Bu yönüyle benim “Mahrem bir suale cevaptır” bahsinin sonundan hareketle anladığım öğretim şekli; insana bildiği üzerinden benzerlik bağıntıları kurabilmesini sağlayabilecek bir öğretim şekli. Bir nevi marifet geometrisi veya matematiği.
Kurgu alanlardan hakikat alanına çıkarımlar yapabilme... Bu öyle bir bilgi üretim metodu ki, eğer böyle benzerlikleri bulabilir bir akla sahip olabilirseniz; herşeyin içinden Allah’a uzanan yollar çıkarabiliyorsunuz. Bilginize göre... Çünkü kenar-açı-kenarı bulduğunuz an aklınız temsilin diğer ucundaki bağlantı noktalarına gidiyor. Bir yönüyle gayba iman ediyorsunuz. Ne güzel dersler var şu sırr-ı temsilde veya enede. Belki sünneti de bu gözle okumak gerek. Ama o konuyu işlemek bu yazının haddi değil.
twitter.com/yenirenkler