Bosna’daki savaş Müslüman Boşnaklara karşı bir öfke ve katliam savaşı olarak cereyan etti. Sırplar ve onları destekleyen güçlerin en büyük maksadı, şüphesiz Avrupa’nın ortalarında bir Müslüman devlete izin vermemek ve burada yaşayan Müslümanları tamamen saf dışı bırakmaya çalışmak şeklinde bir seyir izledi.
Sırplar ve bazen de Hırvatlar, bu amacı gerçekleştirmek için her türlü ahlaksız yola, zulme ve kıyıma, hiçbir insani kaygı taşımadan tevessül ettiler. Srebrenitsa’da uygulanan dehşetli soykırım, işte bu öfke ve düşmanlığın ulaştığı korkunç boyutların adeta bir göstergesi olarak hafızalara kazındı.
Savaşın başlarında organize olmayan ve bu saldırılara hazırlıklı olmayan birçok Boşnak şehri, Sırplar tarafından kolaylıkla ele geçirildi. Bu sıralarda etrafı tepelerle çevrili olan Srebrenitsa benzeri bazı yerleşim yerleri kendilerini uzun süre savunmaya devam ettiler. Birleşmiş Milletler ise, bunca katliamın ardından, aralarında Srebreitsa’nın da bulunduğu altı yerleşim birimini 1993 yılında ‘’Güvenli Bölge’’ olarak ilan etti ve buralara asker gönderdi.
1995 yılının Mayıs ayında Sırplar Saraybosna’daki saldırılarını arttırdı. Bu saldırıların artması üzerine NATO, Sırpların mevzilendikleri bölgelere karşı hava saldırıları düzenlendi. Sırplar da bu saldırılara karşı BM tarafından güvenli bölge olarak ilan edilen yerleşim yerlerine saldırılar düzenleyerek üç yüz kadar BM askerini rehin aldı ve Srebrenitsa’yı ele geçirmek üzere hareke geçti.
Müslüman Boşnaklar, bu saldırılar üzerine BM’e başvurarak korunmaları için yardım talebinde bulundular. ‘’Güvenli Bölge’’ olarak ilan edildiği için burada yaşayan Boşnakların silahları da ellerinden alınmış ve yardım talepleri de karşılıksız bırakılmıştı. Bu şekilde Srebrenitsa’da yaşayan Boşnaklar silahsız ve savunmasız bir şekilde ve BM şemsiyesi altındaki Hollandalı askerler tarafından korunmayarak Sırplara hedef haline getirildi.
1995 yılının Temmuz ayında Sırp Komutan General Mladiç komutasındaki birlikler, BM Bayrağı ile şehirde bulunan Hollandalı komutan ile anlaşarak ellerini kollarını sallayarak şehre girmiş, Hollandalı askerlerin destek ve yardımı ile büyük bir katliam gerçekleştirmişlerdir. Kadın ve çocuklar ayrıldıktan sonra askerlik çağına gelme yaşından başlayarak bütün erkekler otobüslere bindirilmiş ve kampın yakınlarında topluca kurşuna dizilerek öldürülmüştür.
Bu vesile ile Bosna savaşının kahramanlarından Naser Oriç’ten de kısaca bahsetmek gerekir. Srebrenitsa katliamının ardından bu şehre gelen Naser Oriç, bu çirkin katliama karışan Sırplarla çok büyük bir mücadeleye girişmiş ve bu masum insanlarının kanlarının yerde kalmaması için insanüstü bir gayret ve kahramanlık göstermiştir.
2. Dünya Savaşından sonra gerçekleşen bu en büyük soykırımda on bin civarında Boşnak katledilmiş ve bunların cesetleri de bulunmasın diye farklı yerlere açılan çukurlara gömülmüştür. Yapılan bütün çalışmalara ve aramalara rağmen, bugüne kadar binlerce kişinin cenazesine hala ulaşılamamıştır. Bu büyük trajedinin en ilginç taraflarından birisi de, Hollandalı askerler memleketlerine döndükleri zaman kahramanlar gibi karşılanmış ve hükümetleri tarafından kendileri madalya ile ödüllendirilmişlerdir.
Ratko Mladiç komutasındaki Sırp Ordusu; Radovan Karadziç, Momcilo Perisiç, Slobodan Miloseviç ve Sırbistan İçişleri Bakanlığı’nın desteklediği paramiliter grup olan “Akrepler” bu katliamın esas aktörleri oldu. Yaşanan bu katliam BM ve Lahey’deki Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi tarafından 2004 yılında “Soykırım” olarak kabul edildi.
Katliama imza atan Sırplar, toplu mezarlar bulunmasın diye cesetleri çok uzaklara ve farklı yerlere gömdüler ve bölgenin bitki örtüsüne uygun bir şekilde üzerlerini örtmeye çalıştılar. Toplu mezarların bulunmasını engellemek için, manyetik değişkenlik taramasının yapılmasına mani olmak amacıyla mezarların içine metal parçaları bıraktılar.
Boşnak kadınlar ve anneler eşlerinden, kardeşlerinden, evlatlarından bir haber alamamanın acısı içinde çırpınmaya başladılar. Cenazelere bile ulaşmak mümkün olmadı. Yakınlarından tamamen umut kesen bu acılı insanlar, bir mezarı arar hale geldiler. Bazı yerlerde tespit edilen toplu mezarlara, bir yakınlarının kemiklerine ulaşabilme ümidi ile koşmaya devam ettiler.
Çok profesyonelce ve ince hesaplar yapılarak planlanmış bir soykırımda, Sırplar bir şeyi hesaba katamadılar. Toplu mezarların bulunduğu bölgede cesetlerin toprağı beslemesi sonucunda Artemis adında çiçekler yeşermeye başladı. Çiçeklerin çoğalmasıyla birlikte sadece bu bitkiyle beslenen Mavi Kelebekler de bu bölgelerde hızla çoğaldı. Bölgede yapılan araştırmalar sonucunda bu durumun dikkat çekmesi ve konunun yerel basına yansımasıyla birlikte bölge halkı da araştırmalara katıldı.
Mavi Kelebekler takip edilerek üç yüz kadar toplu mezar bulundu. Toplu Mezar Enstitüsü bu zamana kadar yaptığı çalışmalarda ülke genelinde 20 bin kişinin cesedine ulaştı ancak bunlardan 18 bin kadarının kimliğini belirleyebildi. Cesetlerin parçalanmış ve yakılmış olması kimlik belirleme çalışmalarını güçleştiren en önemli faktör olarak ifade ediliyor.
Bu günlerde ilginç bir gelişme yaşandı. İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi tarafından verilen ve dünyanın en prestijli ödüllü olarak kabul edilen Nobel 2019 yılı Edebiyat Ödülünün, Avusturyalı yazar Peter Handke’ye verildiği açıklandı. Bu açıklama büyük bir tartışma ile birlikte, Avrupa’nın Bosna konusundaki samimiyetinin bir kez daha sorgulanmasına vesile oldu.
Avusturyalı yazar Peter Handke, Yugoslavya iç savaşının önde gelen komutanlarından ve ‘Sırp Kasabı’ olarak bilinen Slobodan Miloseviç hayranı olarak biliniyor. Bu karar Edebiyat dünyasından önemli bazı itirazların yükselmesine sebep oldu.
Peter Handke savaş sonrası yazdığı yazılarda Srebrenitsa Soykırımı’nı reddetmiş, Boşnakların kendi katliamlarını düzenleyerek Sırpları suçladığını, medyanın da Sırpları kötü göstermeye çalıştığı gibi saçma sapan bazı görüşleri dillendirmişti. Handke, aynı zamanda 2006’da Lahey’deki hücresinde ölü olarak bulunan Miloseviç’in cenaze törenine katılarak, övgü dolu bir konuşma yapmış ve ‘Sırp milliyetçiliğinin kabardığını’ dile getirmişti.
Bu arada Handke’ye Nobel Edebiyat ödülü verilmesine en anlamlı tepki, Srebrenitsa katliamında hayatını kaybeden çocuklarının cesetlerini arayan kadınların kurduğu ‘’Srebrenitsa ve Zepa Anneleri Derneğinden’’ geldi. Dernek, Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülen Avusturyalı yazar Handke’den “Srebrenitsa’daki soykırımı inkâr ettiği” ve “savaş suçlularını desteklediği” gerekçesiyle ödülün geri alınmasını istedi.
Barışa katkıda bulunan şahsiyetlere verilmesi gereken ve prestijli bir ödül olarak kabul edilen Nobel Ödüllerinden birisinin, Sırpların yaptığı ve bütün dünyanın kabul ettiği katliamı inkâr eden, BM’in verdiği soykırım kararını kabul etmeyen, mazlum ve mağdur Boşnaklara düşmanlığı ile bilinen bir yazara verilmiş olması da, bu ödülü verenlerin ve gereken tepkiyi göstermeyenlerin gerçek yüzünü ortaya çıkaran bir turnusol vazifesi gördü.
10 Aralık 2019 tarihinde yapılan Nobel Ödül Törenine, Türkiye ile birlikte Kosova, Arnavutluk ve Hırvatistan gibi ülkeler katılmayarak bu çirkin kararı protesto ettiler. Maalesef, böyle çirkin bir tercihe gösterilen tepkiler, beklenilen düzeyin çok çok altında gerçekleşti ve bir yönü ile Avrupa’nın da ikiyüzlülüğünü açık bir şekilde ortaya serdi.
Aslında Nobel Komitesi çok büyük insani jest yaparak ve tarihe geçecek sembolik bir karar alıp Nobel Barış Ödülünü, Mavi Kelebeklere vermeliydi. Belki bu çirkin soykırımın ve vahşetin korkunç boyutlarını ve barışa olan özlemi, bu şekilde ifade etme yoluna gidebilirdi. Fakat ne yazık ki, Nobel ödüllerinden birisini soykırım inkarcılarından birisine vererek bu büyük insanlık suçuna ortak olmuş ve çok büyük bir prestij kaybına uğramıştır.
Ne yazık ki Avrupa’daki hâkim zihniyet, ruhuna işleyen zulüm ve katliam anaforundan bir türlü çıkamıyor.