Rasim Özdenören düşünce, kültür ve sanat dünyamızın son 50 yılına damga vuran ender yazarlardan birisi. Hikaye, deneme ve roman yazıyor. Geleneğimizde üçler, yediler, kırklar olarak bilinen ocakların asrımızdaki temsilcileri Yedi Güzel Adamdan birisi.
Yedi Güzel Adam Bediüzzaman, Mehmet Akif, Necip Fazıl, Sezai Karakoç ve Nurettin Topçu ile birlikte yakın dönem medeniyetimizi ihya ve inşa ettiler. Onlar insani ve edebi halleri ile birbirini tanımlayan ve tamamlayan müstesna insanlar. Kemal derecesindeki bu varlığın ruhu Nuri Pakdil, aklı Rasim Özdenören, kalbi Erdem Bayezit, sırrı Cahit Zarifoğlu, vicdanı Akif İnan, latife-i rabbaniyesi Alaaddin Özdenören. Sözü Pakdil, öyküsü R. Özdenören, şiiri Zarifoğlu, türküsü Bayezit, ağıdı İnan, şarkısı A. Özdenören.
Yedi Güzel Adamın mayası aşk. İçlerinde aşka en uzak olan bu birlikteliğin aklı Rasim Özdenören. Çünkü aşk akıl işi değil. Aşkın gözü kör. Bir şeyi sevmek insanın aklını elinden alır; kör ve sağır eder.
Rasim Özdenören’in meşrebi aşk olmamasına rağmen Yedi Güzel Adam içinde aşk konusunda en çok yazan.
Sokrates yaşayan, Shakespeare yazan adamdı. Bana kalırsa Özdenören aşkı yazan bir adam; yaşayan değil. Çünkü onda yazmak yaşamaktan önce geliyor. O yazarak düşünüyor. Düşündüklerini yazmıyor. Can ikizi Alaaddin Bey ruh ikizi değil. Alaaddin Bey aşkı yaşıyor ama Rasim Bey kadar güzel yazamıyor.
Bazılarına ne giyse yakışır. Bazıları ne yazsa aşktır. Özdenören böyle değil. Bana kalırsa aşkı üzerine giyseydi ona pek yakışmazdı. Bu Peygamberimize “şair” demek gibi bir garabeti içinde taşıyor.
Özdenören aşk konusunda biraz oryantalist. Oryantalistlerin şarka uzaktan bakıp değerlendirdiği gibi aşka uzaktan bakıyor. Bediüzzaman’ın ifadesiyle pencerelerden bakıyor, içeriye girmiyor. Girdiğinde o yangının kendini de kavuracağını biliyor.
Aşk duygusal bir durumdur. Kalbin eylemi, ruhun duası, sırrın ve ilahi sırların anahtarıdır. Aşkta duygusallık duygudan önde gelir. Şefkat ve merhametten yoksun aşk duygusaldır. Bundan dolayı aşk en çok şiire, sonra öyküye, arkasından romana, nihayet denemeye yakışır.
Özdenören’in yazılarında ve öykülerinde duygu vardır; ama duygusal değildir. Akıl vardır ama rasyonel değildir. Makul, oturaklı, çabuk galeyana gelmeyen Faulkner gibi bir adamdır Özdenören. Yerlidir ama yabancı memlekette oturuyor gibi bir hali vardır. Batının kalbinde bir şark köşesi kurmuştur. Burada aşk başköşede değildir.
Özdenören öyküden çok denemeye yakışıyor. Anlatımı çok sorgulayıcı. Akla yeni pencereler açıyor. Bu da en güzel şekilde denemede olabilirdi. Özdenören’in öyküsünün kaynaklarını ve serancamını anlattığı "Ruhun Malzemeleri" bize bu konuda ipucu veriyor.
Özdenören her kitabında yeni bir dil ve konu ile karşımıza çıktı. Kendini tekrarlıyor şeklinde bir algı oluşturmadı. Üst düzey bir dil kullandı. Öykülerinde aşk zaman zaman başrolde oldu. Kuyu bu anlamda bir başlangıç teşkil eder. Yusuf’a saray yolu Leyla’nın kuyusundan geçiyordu. Özdenören aşk hususunda çapsızlığın, sığlığın yaşandığı bir dönemde bu kuyunun çapı ve derinliği ile birlikte sarayın koordinatlarını da vermişti.
Hışırtı ve Toz felsefi aşkın derinliklerine işaret ediyor. Aşkın birçok boyutuna vurgu yapıyor.
Aşkın Diyalektiği bir deneme kitabı. Özdenören kitapta Leyla-Mecnun, Aslı-Kerem, Tahir-Zühre, Adem-Havva ve Hz. Hatice-Hz. Mustafa (sav. ) figürleri üzerinden aşk, aşkın çeşitleri, etkileri, kapsamı, niteliği ve derinliği üzerinde duruyor. Ağlamak, katlanmak, güzellik, vefa, ihanet, kıskançlık, ayrılık, korku, kaygı, yalnızlık ve evlilik gibi kavramların aşka bakan yanlarına vurgu yapıyor.
Ülkemizde bir çok genç âşık olunca yazmaya başlıyor. Aşk sona erince bırakıyor. Özdenören’e göre Adem peygamber Havva annemizden habersizken, onun kim olduğunu bilmeden âşık olmuş. Özdenören’in Havva’sı yazıydı. Yazmaya âşıktı. Bana kalırsa yazmaya namazdan hemen sonra aşktan çok önce başladı. Öyle olmasaydı 50 yıl geçmesine rağmen hala yazıyor olmazdı.
Özdenören’e göre aşk bir yalvarmadır. Mâşuk naz, âşık niyaz makamındadır. Ama âşık faniyim fani olanı istemem deyip Leyla’dan geçip Mevla’ya erebilmelidir. Zira mülk sahibi Allah’tır. Hamd, sena ve niyaz ancak O’na yapılır.
Özdenören’e göre Mecnun, Leyla’yı gözünde çok fazla büyütmüştür. Onu eşyalaştırmıştır. Her baktığı yerde onu görmektedir. Oysa insanda dört göz vardır. İkisi başta, ikisi kalpte. Asıl hüner dört gözle kâinata bakıp Leyla’yı değil onu yaratan Mevla’yı görebilmektir. Zira eşya Leyla’ya değil, Mevla’ya aynadır.
Ona göre aşk müminin yitiğidir. Nerde bulsa almalıdır. O zaman ve mekâna yayılmıştır. Yusuf Kenan’da, Hz. Mustafa (sav. ) Ravza’dadır. Başka yerde aranmamalıdır. Öyle olsaydı Yakup Peygamber “Yusuf’um bulundu; Kenan bulunmaz” diye feryat etmezdi.
Özdenören’e göre âşık mâşukunu yitirme korkusu yaşamaktadır. Bu onu kıskanç yapmaktadır. Hâlbuki gayr-i meşru bir muhabbetin neticesi merhametsiz azap çekmektir. Değil mi ki ne kadar seversen sev ayrılacaksın (H. Ş. ). Değil mi ki neyi seversen sev ayrılacaksın. (H. Ş. )
Ona göre aşk bir hastalıktır. Zayıfın güçlüye duyduğu zaaftır. O öyle bir zaaftır ki herkes hastayken iyileşmek isterken âşık hastalığının derinleşmesini ister. Hastayım sana ifadesi baskın bir durumu ifade etse de netice de bir bağımlılığı ifade eder.
Zeyl: Rasim Özdenören’in aşkı “yazmak”tır. Yazısı yazgısıdır. Tefekkürî ibadetidir. Aşk yazıya bir vesiledir. Onun için Özdenören aşkı yazan adamdı; yaşayan değildi.