Mayası sabır kendisi aşk ve meşk: Hat

Hat, gelenekli sanatlarımız içinde belki de en meşakkatlisi.

Gülcan Tezcan'ın haberi

Hat, gelenekli sanatlarımız içinde belki de en meşakkatlisi. Tek bir harf için aylarca meşk eden ustaların hatta başlangıç hikayeleri de bu zorluğu göze alarak çıkılan bir aşk yolculuğu gibi.

Hat, ebru, tezhip gibi gelenekli sanatlarda usta-çırak ilişkisi büyük önem taşıyor. Özellikle de hat sanatını öğrenmek uzun soluklu bir eğitim gerektiriyor. Niteliği tartışılsa da son yıllarda sayıları hızla artan kurslar bu sanatlara olan ilgiyi de artıyor. Peki bugünün ustaları nasıl başladılar hat sanatının eğitimine? Hat ile ilk karşılaşmaları nasıl oldu? Hat meşkine giden ilk kıvılcım nasıl çaktı? Kimlerden ders aldılar? Talebelikleri bitti mi? Tüm bu soruları Hasan Çelebi, Hüseyin Kutlu ve Fuat Başar’a sorduk. Köydeki caminin yazılarını taklit ederek hat yazmaya başlayan Hasan Çelebi’nin bu sanata ilgisini uzun süre kimse farketmemiş ve desteklememiş. İdealist düşüncelerle hat sanatına hizmet etmek için yazmaya başlayan Hüseyin Kutlu ise yolun başında Hattat Hamit’e  talebe olan şanslı isimlerden.  Ebruzen olarak bilinmesine rağmen hat da yazan Fuat Başar ise “Kalem Güzeli”ndeki hatları gördükten sonra hat sanatına gönül vermiş.

“Mısır gömleğine hat yazdım”

BEN henüz beş altı yaşlarında iken bizim köydeki caminin yazılarını taklit ederek yazmaya çalışırdım. Etrafımızdaki dağlarda İstiklal Harbi’nden kalma mermi çekirdekleri vardı.

Onları alır ateşe koyar, onun içindeki lehimi ateşte eritirdik. Bir tahtanın üzerine onları dökerdik ve dökme kalem olarak onu kullanırdık. Böylece mısır koçanının gömleğindeki sert damarlar üzerine camilerdeki hat yazılarını resmetmeye çalışırdım. 1954’de İstanbul’a geldim. 1964’e kadar İskele Camii’nde vazife yaptım. İskele Camii’nin kubbe hizasının altına yatar, elime kalem kağıt alıp oradaki yazıları takliden yazmaya çalışırdım. Yine Nasuhi Camii’nde görevli iken 1959 yılında cami levhalarla doluydu. Oranın üçyüz metre aşağısında da Hattat Necmeddin Okyay hoca oturuyormuş meğer. Kimse ‘Oğlum sen bu hat işlerine meraklısın, gel seni Necmeddin hocaya götüreyim’ demedi. Sonraları Hattat Halim beyde altı ay kadar çalıştım. Hamid Efendi’yle de iki yıl çalıştım. /Hasan Çelebi

“Hocalarımın iltifatıyla başladım”

Bizim  zamanımızda hat sanatı değeri olmayan bir şeydi. Biz bu sanata bir hizmetimiz olur mu diyerek başladık.

Bugün ise değeri takdir edilen, çok itibar gören bir sanat. İmam hatip okulu çıkışlıyım. Arapça, Farsça derslerimiz vardı, dolayısıyla bu yazı kullanılıyordu. Ancak sanat olarak benim buna yönelişim şöyle oldu: Yazımın güzel olduğunu söylüyorlardı. Genelde yazıya karşı merakım vardı. Derslerde hocalar iltifat etmeye başlayınca bu yönde bir eğilimim oldu. O gün itibarıyla en güzel  yazan üstat kim diye araştırınca, Hattat Necmettin Okyay, Hattat Hamit gibi isimlere ulaştım. Böyle büyük bir kültür mirası niye kaybolsun dedim. Bu idealist düşüncelerle ve hocalarımın yönlendirmesiyle bu yönde çalışmalar yaptım. Hattat Hamit’ten eğitim aldım. Hocayı kaybedinceye kada kadar sürdü eğitimim. Hoca hayatta olsa yine talebesi olurum. / Hüseyin Kutlu

“İlk meşkime mektupla başladım”

VALLA çok enteresandır. Yazı hakkında hiç bilgim yoktu. 1973’te Osmanlıca’yı öğrendim. Fakat hat sanatı nedir? Kelime manasını bile bilmezdim. O zaman Erzurum’da Tıbbiye’de öğrenciyim. Kitapçıdan harçlığımla kitap alır o gece okur, öyle uyurdum. Bir gün kitapçıda elimi rafa attım, seçmeden “Kalem Güzeli” diye iki cilt kitap var. Onun galiba ikinci cildiydi elime aldığım. Bunu aldım, karıştırdım. İçinde çok güzel örnekler var. Okumasını bilmiyorum, ne yazar bilmiyorum. Ama yazının güzel  çizgileri beni çekti içine. Aldı, ayrı bir aleme götürdü. Unutmuyorum 40 lira biri , 45 lira biri. iki cilt kitap. Onları aldım. Emirgan diye bir çay bahçesi vardı Erzurum’da. Oraya gittim. Başladım okumaya. Ve o gün karar verdim yazıya başlayacağım, diye. Sonra marangoz kalemiyle başladım, direkt levhalara bakarak taklit etmeye çalışıyorum. Bu işin uslübu nedir, hocadan nasıl ders alınır bilgim olmadığı için, bir müddet marangoz kalemiyle yazmaya çalıştım. Onlar biraz geniştir, ucu eğri kesilmeye de müsaittir. Onu akıl edebilmişim; ucu eğik bir kalemle olacağını. Sonra, kitap bulup  karıştırmaya, okumaya başladım; yavaş yavaş bilgim arttı. Hattat Hüseyin Kutlu Erzurum’a geldiğinde onunla tanıştım. O aralar yeni yeni kalem de bulmuşum. Hüseyin Kutlu bir iki harf gösterdi, baktım ki benim anladığım gibi değil, onun dediği gibi harfler. Sonra rahmetli hattat Hamit’le mektuplaşmaya başladık. Baktım bu işin yeri İstanbul. Hekimliği de bıraktım, İstanbul’a gidip yazıyı öğrenecem, dedim. Bu arada ebru konusu da var. O konuda da çalışmalarım var. Onun da son ustası İstanbul’da. Buraya gelmem için iyi bir sebep. 1980’de İstanbul’a geldim. Tabi rahmetli Hattat Hamit sağ o zaman. Kendisine devam ettim. İcazeti almak da nasip oldu. Mektupla gönderdim yazdıklarımı. İlk meşk böyle oldu. Fakat tabi bu iş mektupla filan olmuyor. Bu işi öğrenmenin en iyi yolunun da öğrenci yetiştirmek olduğunu farkettim. Öğrenci yetiştirdim. O zamanlar tabi sanata pek rağbet yok. Öğrenci çok az. Ama şükür, ülke çapında, dünya çapında öğrenci yetiştirmek nasip oldu. Halen de devam ediyoruz. Hamit  Bey çok ağır yazı yazardı. Kimsenin yanında rahat yazı yazamazdı. Fakat 20-30 dakika sonra yazının bittiğini görürdük. / Fuat Başar

Star

Edebiyat Haberleri