Yazının başlığına karar verdiğimde aklımda bazı maddeler de vardı fakat kaydetmedim. Batı medeniyeti ve bizim adına gelişmiş dediğimiz şehirlerimizdeki batı taklidi suni ve sûri medeniyet ile kendine ve başkalarına faydalı olan ve kendine de kimseye de zararı olmayan insan profilinden acaba hangisi daha medeni ve daha hürdür diye düşündüm.
Memleketimizin doğu illerinde köklü ve sağlam bazı değerler var ki ne yazık ki farkında değiliz. Ekseriyetle dinimiz olan İslam’dan tereşşuh eden bu değerler içtimai hayatın temel taşlarıdır. Meyve Risalesinde de bahsi geçen hürmet, muhabbet, hamiyet, itaat gibi değerler batının ferdiyet üzerine kurulu ve nefsi enaniyeti ve firavunluk cihetini kamçılayan ve bizde de gittikçe yerleşen toplum hayatını çözüp zir ü zeber eden unsurların açtığı yaraları tedavi edecek değerlerdir.
Bediuzzaman Said Nursi'nin hürriyet tarifi insaniyete yakışır bir tariftir ki der: “Hürriyet odur ki ne kendine ne gayrıya zararı dokunmasın.” Mimsiz medeniyet ise başkasına zararı dokunmamak şartı ile istediğini yapabilmeyi hürriyet zannediyor. Kendinin kendisine emanet edildiği şuuru olmayınca elbette hürriyet böyle yanlış anlaşılıyor.
Hiç mektep medrese görmemiş ama insanların hak ve hukukunu gözeten ve kendine de maddi manevi zarar vermeyen bir âmi adam mı daha hürdür ve daha medenidir yoksa sureten terakki etmiş, okumuş, makam mevki almış ama ne kendi hayrını ne başkasının hayrını fark bile edemeyen ve kendi menfaati için her şeyi yapabilen bir adam mı daha medeni ve daha hürdür?
Elbette hem o olsun hem öbürü diyebiliriz fakat mimsiz medeniyetin terbiyesini alan kaç fertte hamiyet ve diğergamlık kalıyor?
İçtimai hayatta bulunan kaç fert hukukullah hükmündeki hukuku ibadı muhafaza edebiliyor? Velev ki sahsî hassasiyeti olsa da tâbi olması gereken ama şer'i olmayan kurallar onu kıskacına almıyor mu?
Elbette sosyologlar ve psikologların tahkik etmesi gereken konulardır bunlar. Hatta kamu yönetimini de ilgilendiriyor.
İnşallah Bediüzzaman Said Nursî’nin Medresetüzzehra idealine çalışanların gayret, himmet ve sayıları artmakla Risale-i Nur ile açıkça beyan edilen Kur'anî hükümler fıtraten ve tabandan gelen bir genel kabul ve talep ile yaşanmaya başlar da dünya üzerindeki insanlar da medeniyet-i fuzla ile serfiraz olurlar. İki cihanda mesud olurlar.